İnsanlığın tarih içindeki yolculuğunun iki amacı vardır.Biri güvenlik..diğeri özgürlük…

İlki insanın yaratılışı ile (ontolojik) diğeri de sergileyeceği irade ile ilgilidir”, der Ahmet Davutoğlu…(Küresel Bunalım, s.9)

Devlet de bu hakları korumak için vardır…

Milletle devlet arasındaki “ana sözleşme” demek olan anayasaların temeli bu iki hakka dayanır.

O nedenle gerek yeni anayasa yapma gerekse değişiklik söz konusu olduğunda geniş kesimlerin mutabakatı aranır.

Amaç da meseleyi bir kişinin ya da zümrenin isteği doğrultusunda oldu, bittiye getirmemektir.

Bunun önüne geçmek için üçte iki meclis çoğunluğu gerekir…

Genel görüşmelerin ardından her bir madde için gizli oylama yapılır.

Vekiller verecekleri kararı iyice ölçüp tartsın diye oylama iki kez tekrarlanır.

Kararın üçte iki çoğunlukla geçmemesi durumunda referanduma sunulmadaki sebeb-i hikmet de budur.

Şimdi sistem değişikliğini öngören bir düzenlemenin meclis safhası hatasıyla sevabıyla geride kaldı..sıra halkın vereceği karara geldi.

Konunun aceleye getirilmemesi..vatandaşın değişiklik hakkında iyice düşünmesi için işin bu bölümünde de iki ay karar verme süresi tanınmış.

Taraflar görüş ve düşüncelerini bu iki aylık sürede çeşitli yollarla millete anlatacak..sonunda da karar vericiler vicdanlarının sesi doğrultusunda tercihlerini yapacak.

Uzlaşma kültürü olan.. güven ortalaması yüksek toplumlarda işin hallediliş tarzı budur.

Bizde ne yazık ki, iş şirazesinden çıktı.

Daha Anayasa değişiklik teklifi Cumhurbaşkanı tarafından imzalanmadı, referandum tarihi belli değil.

Daha Başbakan bile “bismillah” deyip meydanlara inmedi..işgüzarlar kargıdan ata binmiş sosyal medya üzerinden ortalığı toza dumana katmaya..karşılıklı saldırıya başladılar.

Hâlbuki bu ortamda en fazla ihtiyaç duyulan bağırmak..çağırmak..karşıdakini baskı altına almak..söz hakkını engellemek.. değil konunun doğru insanlarca.. doğru zeminlerde tartışılmasıdır.

Çünkü “büyük sesler gürültüye dönünce insan beyni yaratılığını kaybeder”,der Saul Bellow… (Serdar Turgut, Haber Türk 09.01.2017)

Sade vatandaşta sakin kafayla neye evet..neye hayır diyeceğine gönül rahatlığı ile karar verebilsin…

Ne yazık ki, milleti ilgilendiren diğer konularda olduğu gibi bunda da seviyesizlik zirve yaptı.

Saygıda desen ipin ucu kaçtı... Sanki uzlaşma adına ne varsa yedik tükettik… geriye hınç, önyargı, kin ve husumet kaldı.

Bilmeyen de sanacak ki, ortak yaşama kültürü, ortak tarihi, vatanı olmayan, dili, dini, gelenekleri farklı düşman milletlerdeniz.

Bu ne hatsizliktir…

Bir grup diğerine sindirme..susturma.. ”vurun ha yaşatman”.. hıncıyla elinden gelse yaşama hakkı tanımayacak…

Her toplumda bir ideolojinin..partinin..takımın..ya da ne bileyim bir cemaatin fanatikleri vardır.

Onlara da saygı duymak gerekir.

Ancak bir şartla…Fikirlerini hakaretsiz..küfürsüz..dayatmadan.. medeni ölçüler içersinde ifade etmeleri..edenlere de aynı hürmeti göstermeleri kaydıyla…

Üzülerek söylemek gerekir ki, biz bütün kesimlerimizle o sınırları yerle bir ettik.

Toz duman içinde parmağını diğerinin gözüne sokan sokana…

Böyle kargaşa ortamlarında üreteceği ortak akılla, konuşmalarıyla halkı sağduyuya davet edecek aydınlar “selden kütük kapma” derdine düşerlerse var mı ötesi?

Anlayacağınız sadece balığın başı kokmadı..tuz da koktu.

Şunun altını çizelim…

Her aydın Anayasa gibi milletin genelini ilgilendiren konularda basın ve sosyal medya aracılığı ile şahsi görüş ve düşüncelerini açıklayabilir hem de açıklamalıdır da…

Zira aydın olmanın kendine yüklediği görevin gereği de budur.

Ancak işgal ettikleri kurumu buna alet etmemeleri.. edebi, hayayı korumak kaydıyla…

Millette makam koruma..üst göreve tırmanma..yağcılık yapma..göze girme algısına yol açmamak şartıyla…

Bunları görmezden gelir de memur sıfatıyla piyasa mantığı ile bir tarafın çığırtkanlığını yaparsa bu işin cılkını çıkarmış..iyice magazinleştirmiş olur.

Son zamanlarda TV kanallarında..sosyal medyada koltuk için takla atan benzer sahte kahramanlardan geçilmiyor.

Dürüst aydınlar bunların şerlerinden “itle dalaşmaktansa çalıyı dolanmak daha evladır” diye kenara çekilince meydan hepten bu düzenbazlara kaldı.

Sorsanız haklılık gerekçesi olarak size geçmişteki ikna odalarını örnek verecekler bilir bilmez de o olayları meşrulaştırmış olacaklardır.

Hâlbuki basit bir mantık kuralıdır…

Kötü emsal olmaz.”

Aydın sıfatıyla meydanlarda dolaşanların bundan bile habersiz olması ne kadar acı…

Düştüğümüz seviyesizliğe bakar mısınız?

Hakkını teslim edelim… Bu çığırtkanlara siyasetçilerden ilk haddini bildiren milletvekili Abdurrahman Öz oldu.

Kurumsal kimliğini kullanarak daha Başbakan propaganda sürecini başlatmamışken birilerinin kurumsal kimliği ile öncülüğe soyunmalarını uygun bulmam,” dedi.

Onu da “işgüzarlık yapmasınlar” diye verdiği tepkiyle Başbakan Binali Yıldırım takip etti.

Onlar bu çıkışlarıyla “işportacıların” olayı şova dönüştürmelerinin önüne geçmiş oldular.

Tabi anlayana…