Geçtiğimiz günlerde Aydın Milli Eğitim’den dört müdür yardımcısının "araştırmacı" kadrolarına atanması epeyce gürültü kopardı.

Devletin işleyişi içersinde olağan bir görevlendirme gördüğüm bu konu üzerinde durmak istememiştim.

Gerek bazı dostların fikrimin ne olduğunu sormaları gerekse konunun Aydın kamuoyunda yalan yanlış sorgulanması beni bu konuyu ele almaya zorladı.

İlk önce şunu belirteyim.

Devlette bu işleme maruz kalanların haksız diye nitelendirilebilecekleri bu tür tayinler her dönemde olmuştur.

Böyle sebepsiz, tepeden inme atamaları bir zamanlar yargıya taşımak modaydı ve verilen yargı kararları haber konusu olur, kamuoyunda yankılanırdı.

Son zamanlarda başvuru azlığından mıdır yoksa kanıksandığından mıdır nedir bu tür haberler pek duyulmaz oldu.

Kendilerinin mağdur edildiğini düşünen bu dört bürokrat arkadaşımız, eğer başvurmuşlarsa, haklarında verilecek yargı kararını beklemek yerine çıkacak karar olumlu da olsa aleyhlerine uygulanmaya yol açacak kamuoyu tepkisi oluşturma gayreti içinde oldular.

Her halükarda kendilerine zarar verecek bu işe başvurmaları her halde “giderken bize kıyanlara bir yumruk da biz atalım ” düşüncesinin bir ürünü olmalı.

Başkaldırı hepsinden değil, bazılarından da olabilir.

Ancak öyle de olsa böyle de olsa yaptıklarıyla gemileri yaktıkları, kendi bürokratik geleceklerini bitirdikleri kesin.

Zira devlette varsa bir yanlış ‘yanlış hesap Bağdat’tan döner’ hesabı, sür git devam etmez, zamanla düzeltilebilir.

Bu şekilde başkaları üzerinden ya da saman altından su salarak kamuoyu infiali üzerinden hak elde etme girişimi çoğunlukla kişi mağdursa bile ters teper, aleyhine sonuçlanır.

Bu arkadaşlarımız olayı dallandırıp budaklandırmakla ileride doğabilecek şanslarını da kaybetmiş durumdalar.

İşin en önemli yanı ve yanlışı burasıdır.

İkincisi bu tayinler ad müdürün olsa da siyasi iradenin bir tasarrufudur. Böyle il içi üst bürokrat tayinleri onlardan habersiz yapılmaz.

Peki, ama nedeni ne?

Sorunun cevabını verecek olan aktif görevdeyken büyük olasılıkla kendilerini iktidarın azamet ve büyüsüne kaptırmış olan bu arkadaşlarımızdır.

Acaba kendileri icraatlarında ya da özel hayatlarında bilmeyerek de olsa tutum ve davranışlarıyla siyasi dengeleri bozacak bir kusur mu işlediler?

İktidar gücüne dayanarak içlerinden biri kendisi veya aile bireyleri bilinçli olarak veya gaflet sonucu nüfuzlarını yanlış işlerde mi kullandı?

Başka biri komisyon başkanı olduğu sınavlarda iktidar gücüne güvenerek kul hakkı mı yedi veya bu konuda müdürün veya başkalarının isteklerine alet mi oldu?

Eğer bu arkadaşlarımız kamuoyu tepkisi yaratmaya harcadıkları enerjiyi, hatalarını sorgulamaya harcasalardı çoktan sonuca ulaşır, davranışlarını düzenler, istikametlerini düzeltirlerdi.

Çünkü devlette böyle siyasi yönü olan atamalar hiçbir zaman sebepsiz değildir ve çoğunlukla şahsın bilir, bilmez işlediği kusurlardan kaynaklanır.

Sonra diğer önemli bir konu bu arkadaşlarımızın bu makamlara nasıl seçildikleridir.

Açık duyuru sonucunda yapılan sınavla mı seçildi?

Takdir, teşekkür, maaşla ödüllendirme ya da iyi sicil gibi objektif kriterlere dayanan liyakate göre mi atandı?

İdarecilikte bu makamlara yükselmeyi hak edecek yeterli süreye, yani tecrübeye göre mi seçildi?

Görevlendirildikleri alan belli bir ihtisası gerektiren özellikli bir yer de emsalleri arasından seçilmeyi onun için mi hak ettiler?

Belli bir süre yöneticilik yapma dışında bu soruların yanıtlarının olumsuz olduğunu düşünüyorum. Zira bu devirde artık atamalarda böyle kriterler aranmıyor..

Siyaset kurumunun ‘dediğim dedik’ kuralı geçerlidir bu gün…

İktidar da değişmediğine göre bu arkadaşlarımızı göreve getiren siyasi irade bu defa görevden almıştır… Hepsi o kadar.

Hani derler ya geldiğin şekilde gidersin diye… Tam da öyle…

O zaman bu kopartılan fırtına niye?

Bu dostlarımız Sokrat’ın meşhur savunmasını da okumamış olmalılar.

Kısadan keseyim… Halkın gençlere yeni fikirler aşılıyor şikâyeti üzerine Atina mahkemesi Sokrat’ı ölümle cezalandırır. Bu durumu kabullenemeyen öğrencileri Sokrat’a kaçırma teklifinde bulunurlar.

O kabul etmez ve şu cevabı verir:

“Dün sığındığım bu kanunlar bu gün beni ölüme mahkûm etti. Kaçmam benim ahlaki ilkelerimle uyuşmaz.”

Bilmem ne demek istediğimi anlatabildim mi?

Denirse ki, biz görevden alınmamıza değil yerimize getirilecek olanlara itiraz ediyoruz, o zaman iş değişir.

Bu tür bir savunma yeterince inandırıcı gelmese de bunun üzerinden bir mağduriyet oluşturma denemesinin az da olsa mantıklı bir yanı vardır.

Zaten kamuoyunun tepkisi onların görevden alınmasından ziyade Müdür Bilal Yılmaz Çandıroğlu’nun getirdiği Kayserili müdür yardımcılarınadır.

Öyle ya Aydınlının köküne kıran geldi de iş Kayseri’den bürokrat ithaline mi geldi?

Aydınlı, konuya tepkide yerden göğe haklıdır.

Çünkü çoğu müdür sırtını dayadığı bizden bir siyasetçiden aldığı güçle Aydınlıya yapması gereken pozitif ayrımcılığı kendi hemşerilerine yaptığına Aydınlı çok şahit olmuştur.

Dahası Aydın siyasetçisinin yaptıramadıklarını o müdürün hemşerisi milletvekilinin, bürokratın Aydın’daki dayısı, halası, teyzesi yaptırır hale geldiği çok görüldü.

Peşin hükümle görevden alınanların yerine gelecek bürokratların da aynı olacaklarını söylemek doğru değildir.

Ancak Aydınlının ağzı bu konuda çok yanmıştır. Piyasadaki gürültünün asıl nedeni de budur.