Büyük Taarruz sırasında 27 Ağustos 1922 günü yaşanan bir olayı 5. Süvari Kolordu Komutanı Fahrettin Altay Paşa şöyle anlatır:

“Bu savaşın en şiddetli bir sırası idi ki, daha önce hastalandığı için Konya Hastahanesi ne gönderdiğimiz karargâh subaylarından İzmirli genç teğmen

Yıldırım Kemal’i karşımda buluverdim. Her vakit arkadaşlarına neşe saçan bu sevimli, kabına sığmaz vatansever genç subay karşımda gençliğinin verdiği o heyecanlı haliyle selâm verdikten sonra: “Taarruz haberini alır almaz hastahaneden çıktım ve trene atlayıp geldim. Emrinizdeyim.”

Bu hali takdir ve sevgi ile karşıladım.

“Eski vazifenize devama başlayınız.”

Yıldırım Kemal benim bu sözümden sonra bir an durdu ve gene o güzel heycanı ile: “Kılıcımı sallayarak İzmir’e önde girmek isterim. Beni en ilerideki bir alaya göndermenizi rica ediyorum.”

Sevimli genci kırmak istemedim, önce ikinci Tümene gönderildi oradan da ikinci alay da vazifelendirildi. Aradan iki saat geçtikten sonra şehadet haberi geldi.

Bu vatansever subayın arkasından gözlerim dolu dolu oldu. İzmir e girdiğimiz zaman da babasının subaylarımızdan O nu sorduğunu unutmak mümkün değildir. Ve Küçükköy İstasyonuna Onun adını vermekle hem babasını hem de arkadaşlarını teselli etmiş oluyorduk. (Fahrettin Altay, 10 Yıl Savaş ve Sonrası 1912-1922 Görüp Geçirdiklerim, İnsel Yayınları, İstanbul, 1970, s. 335-336.)

İZMER’E GİRİLDİĞİ GÜN

Süvari Kolordusu Komutanı Fahrettin Altay Paşa, İzmir’e girdiği günün duygularını anılarında şöyle anlatır: “Sabaha karşı süvarilerimiz Akdeniz havasını almaya ve kendilerini İzmir kapılarında görmeye başlamışlardı. Yüksek sesle memleket havalan ve zafer şarkıları söylüyorlar, sesleri sabahın temiz rüzgârlarına karışıyor, atların kişnemeleri ve nal sesleri de bu ahengi tamamlıyordu. Mustafa Kemal’in hedef olarak gösterdiği Akdeniz’e bir an önce kavuşmak için süratle geçen bu yolculuğun zevki anlatılamaz.” (Fahrettin Altay, s.347.)

‘KILICA KUVVET’

Fahrettin Paşa, 6 Eylül 1922 günü İzmir’in dağlarında yaşanan bir olayı da şöyle anlatır: “Bu sırada 14. Tümenden şu raporu aldım: “İhtiyat cephane de sarf edilmiştir. Yeni cephane nereden alınacaktır?”

Raporu okuduktan sonra altına şanları yazıp geri gönderdim: “Kılıca kuvvet!” (Age, s.348.)

“Hayvanlarımıza yem olarak kuru üzüm bulabiliyorduk. Bazı askerlerimiz adım atmaya mecali kalmayan bineklerini önlerine katmışlar ve değnekle yürütmeye çalışıyorlardı.” (Age, s.349.)

 

KUTU

 

‘Kuvayı Milliye ruhu olmasaydı

İstiklâl Harbi kazanılamazdı’

Kurtuluş Savaşı’nı 15 arkadaşıyla birlikte Ankara’ya geçerek yaşayan gazeteci, yazar, tarihçi Enver Behnan Şapolyo, bir süre Kağnı Kolları Komutanı olarak cepheye cephane taşıma görevini yerine getirir. Daha sonra da hocalık ve Ankara’nın ünlü gazetelerinde muhabirlik ve yöneticilik yapar. Şapolyo o günlerin ruhunu şöyle anlatır:

“Kuvayı Milliye yaratıcı ruhu doğduğu zaman fertler pek cesurdur. Kahramanlıklar yaratır. Her hareket cemiyet içindir. (Fert yok, cemiyet var) esası kabul edilmektedir. Bu devirde, hiçbir fert şahsi servete düşkün değildir. Yarınki ferdi hayatı için ne arsa alır, ne para toplar, ne çiftlik ve ne de bir apartman yaptırmayı düşünür. Milletin saadeti için feragati nefisle çalışır. Hatta varını yoğunu millet hizmetine bağışlar. Kuvayı Milliye ruhuna sahip olanlar, hiçbir şahsi menfaat gözetmeden, yalnız vicdanlarından aldığı emirle millet hizmetine kendini veren insanlardır.

Millî Mücadeleye atılanlar hep gönüllülerdir. Onları hiçbir makam, hiçbir amir bu vazifeye sevk etmemiştir. Kimsenin kimseden haberi olmadan bir mefkûre etrafında toplanmışlardır. Kuvayı Milliye cephelerinde, en acı günlerde çalışanların, bugün hiçbir şahsi servetleri yoktur. Biz, bugün onların adlarını bile bilmiyoruz. Esasen onları ne nam ve ne de servet için bu davaya atılmışlardır. Yalnız, onlar milletin kadirşinaslığından sevilmeyi ve hürmet edilmeyi beklemektedirler. Çünkü onlar o kadar büyük bir davayı başarmışlardır ki, hiçbir maddi servet onları tatmin edemez. Yalnız hayırla yad edilmeyi gönülleri ister!

Millî Mücadele devrinde, bir tek karaborsacı yoktu. Hep bana diyen, doymak bilmezlere rast gelinmedi. Hiçbir madde darlığı da yoktu. Çünkü Kuvayı Milliye ruhu devam ediyordu. Feragat-ı nefse sahip olan bu ruh, yaratıcı, yapıcı ve kurtarıcı oldu. Bu ruh, büyüklüğüdür ki, önce düşmanları vatanın harimi ismetinde boğdu, sonra da bugünkü kuvvetli modern Türkiye'yi doğurdu. Şayet Türk milletinde Kuvayı Milliye ruhu doğmamış olsaydı İstiklâl Harbi kat'iyen kazanılamazdı. Teknik kuvvetten ziyade bir millete milli ahlak lazımdır. İşte o milli ahlak da Kuvayı Milliye ruhudur. Biz o devirde, bu ruhun cereyanına kendimizi kaptırmıştık.” (Enver Behnan Şapolyo, Mustafa Kemal Paşa ve Milli Mücadelenin İç Alemi, İnkılap ve Aka Kitapevleri, İstanbul, 1967, s.79-80.)

 

KUTU

TÜRK ORDUSUNUN KAYIPLARI

Büyük Taarruz’da 2 bin 318 şehit verdik

Türk ordusunun mevcudu 199 bin idi. Büyük Zafer’de Genelkurmay kayıtlarına göre 2 bin 318 şehit, 9 bin 360 yaralı, 101 esir ve bin 697 kayıp olmak üzere toplam 13 bin 476 kişi zayiat verdik. Büyük Taarruz'da Türk ordusunun zayiat oranı yüzde 6,3, Yunan ordusunun zayiat oranı ise yüzde 65’tir. Yani 10 misli…

Yunan ordusu ise ‘imha’ savaşında 218.000 mevcudunun 120-130 bin kişisini ölü, yaralı ve esir olarak bıraktı. Bazı kaynaklar ölü sayısını 70 bin, esir sayısını 20-30 bin arası, yaralı sayısını ise 40 bin olarak belirtiyor. Aradaki kalan fark ise ülkesine çeşitli vasıtalarla kaçtı.

İstiklal Harbi süresince toplam şehit sayımız 9 bin 167, yaralı sayısı ise 31 bin 173 olmuştur. Bin 112 de esir verilmiştir.

Kurtuluş Savaşı süresi içerisinde askerlik şubeleri kayıtlarınca tutulan defterlerdeki asker kaybımız toplamda yaklaşık 36 bin 919 kişidir. Bu dönemde hastalıklar en önemli sorunlardan birisini oluşturmuştur. Salgın halini alan başlıca hastalıklar, humma, sıtma, kızamık, kabakulak, yılancık, dizanteri, İskorbüt, frengi, çiçek ve tetanostur.

1920 yılında toplam hastalığa yakalanan bin 235 askerimizden 287’si, 1921 yılında 17 bin 166 askerimizden 1409’u, 1922 yılında 28 bin 480 askerimizden bin 708’i ve 1923 yılında da 7 bin 404 askerimizden 3 bin 122’si hayatını kaybetmiştir.

İstiklal Harbinde orduda 957 tabip, 224 eczacı, 26 diş doktoru görev yapmıştır. (Metin Kopar, İstiklal Harbi Sıhhi Raporu (1920-1923), Adıyaman Üniversitesi, 2017.)

RUM SINDIĞI SAVAŞI

Atatürk’ün bu savaştaki planı, Yunan ordusunu bir daha toparlanamaz ve bir süre sonra karşımıza çıkamaz hale getirerek, kesin sonuç almaktı. Bunu da 5 günlük usta baskın taarruzla gerçekleştirdi. Önce ağır bir darbe indirerek şaşkına çevirdi. Kuşattı, arkaya dolanarak kaçış yollarını kapattı ve imha etti… 10 günlük takiple de İzmir’de denize döktü. Yunan ordusu tam manasıyla bozguna uğradı. Bu baskın öyle bir korku saldı ki, adalarda yaşayan Rumlar, Türk ordusu buraya bile gelecek diye şaşkına uğradı.

Bu şaşkınlığı ve perişanlığı Başkumandan Mustafa Kemal Paşa, 4 Ekim 1922 günü TBMM’de yaptığı uzun değerlendirmede şöyle vurgular:

“Neticede, arkadaşlar, Yunan ordusunun vicdanında ve fikrinde hasıl olan bu korku ve panik bütün Yunan milletine intikal etmişti. (Kahrolsun, sesleri.) O kadar ki, Adalarda bulunan Yunanlılar, Türk ordusu geliyor, diye firara teşebbüs ediyordu. (Gülüşmeler.) Arada deniz olduğunu unutuyorlardı. (Gülüşmeler.) Ve firar edemediğinden ve firar edemeyeceğini anladığından dolayı çıldıranlar vardı. Dolayısıyla, bu meydan muharebesi hakikaten düşmanlarımız için çok kahredici ve korku ve panik sebebidir.

Bu muharebenin neticesi Yunanlıların ve Rumların kalbini sındırmıştır. Dolayısıyla, bu muharebeye "Rum Sındığı" Meydan Muharebesi demek, çok yerinde olur.” (ATABE, c.13, 371.)

 

KUTU

 

ERZURUMLU HACI NAFİZ’İN TARİHİ TELGRAFI

‘Düşmana ilk bombayı atana 200 lira vereceğim’

Malum, Kastamonu’nun İnebolu ilçesi ile Ankara arasında yoğun bir silah ve malzeme akışı vardı. Çoğu da Rusya’dan geliyordu. O günlerde İnebolu’nun yaşadığı olağanüstülüklerden biri de ordumuzun ilk savaş tayyaresinin İnebolu’dan Anadolu’ya geçişiydi. Erzurumlu Nafiz Bey’in (Nafiz Kotan 1885-1946, Milli Mücadele yıllarında ordunun birçok ihtiyacını görmüş çok önemli bir isimdir. Nafiz Bey orduya 3 uçak alıp hibe etmiştir.) kardeşi Necip Bey İtalyanlardan bir uçak satın alır ve bu uçak da İnebolu’ya getirilir. Uçak buradan Bolu’ya götürülür ve ilk uçuşlarını da burada yapar. Uçağın İnebolu’ya getirildiği gün İnebolu’dan Mustafa Kemal Paşa’ya şu telgraf çekilir:

“İnebolu, 30 Ocak 1921.

Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine;

İstanbul’dan satın aldığım ve buraya getirmeye muvaffak olduğum tayyare uçarak bugün geldi. Orduya namıma teberru ediyorum. Kabulünü istirham ile düşman üzerine ilk bombayı atacak zata iki yüz lira nakdi mükafat takdim edeceğim. Milletimizin istikbalinin selamete visalini ve muvaffakiyetini Cenab-ı Hak’tan temenni eder, hürmetle ellerinizden öperim.

Erzurumlu Hacı Ahmedzade Nafiz.”

 

 WhatsApp Image 2023-09-09 at 12.26.06WhatsApp Image 2023-09-09 at 12.26.07WhatsApp Image 2023-09-09 at 12.26.05WhatsApp Image 2023-09-09 at 12.26.06 (1)