Mustafa Kemal Paşa: ‘Biz milli mücadelede muvaffak olduk mu, niçin muvaffak olduk? Milli mücadeleyi yapan, doğrudan doğruya milletin kendisidir, milletin evlatlarıdır. Millet analarıyla, babalarıyla, hemşireleriyle mücadeleyi kendisine mefkûre kabul etti. Biliyorsunuz ki, asırlarca vuku bulan mücadeleler ve bunların neticeleri olarak da yüksek tarihi zaferler vardır’

Mütarekeden sonra geldiği İstanbul’da 6 ay içinde işgale karşı direnmek için milli hükümet kurmaya çalışan Mustafa Kemal Paşa, bunu başaramayınca kendisini Anadolu’ya atmaya çalıştı. Bu sırada verilen Müfettişlik görevini kabul ederek 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a çıktı. 15 Mayıs günü de İzmir işgal edilmiş ve Anadolu’yu derinden sarsmıştı. Anadolu halkı işgale karşı Müdafaa-i Hukuk ve Kuvayı Milliyelerde örgütlenmeye başlamıştı. Kemal Paşa bu örgütleri birleştirmeye ve Milli Orduyu yeniden canlandırmaya çalıştı.

Kemal Paşa’nın bu günlerde güvendiği en önemli dayanak halkın içindeki bağımsızlık aşkı ve direnme ruhuydu. İşte bu azim ve kararlılığı gören Paşa, öncülerle buluştu ve kongrelerle bunu adım adım hayata geçirdi. 23 Nisan 1920 günü de Ankara’da büyük karargâhı kurdu. Paşa bugünlerde “Milletin geleceğini yine milletin azim ve kararlılığı kurtaracaktır” diyordu.

İşte o ruhu ve kararlılığı anlamak bugünler için önemli. Yol gösterici. Bu yıl Kuvayı Milliye ruhunu, bu ruhu yaratanlardan aktarmak istiyoruz.

KUVAYI MİLLİYECİNİN

MİLLİ RUH TARİFİ

Aydın Kuvayı Milliyet Kumandanı Yörük Ali Efe'nin yaveri Milis Yüzbaşı Şükrü Oğuz Alpkaya, zorlu günlerdeki olayları ve havayı yaşayan bir subay olarak, Kuvayı Milliye ruhunu şu ifadelerle anlatır:

"Biz Kuva-yı Milliyeciler işe başlarken milletin ruhunda saklı cevheri ortaya çıkarmaya çalışırken, Bab-ı Ali'nin çürümüş ruhu ve Avrupa'nın kibir ve gururla körleşen kalbi ve onların telkini altında kalmış, çürük imanlı kişiler bu manzara  karşısında bize:

- Deliler!.. Bu yaplıklarınız delilik, delilik!

Diye bağırıyorlardı.

Biz onu bilinçlendirmek azminde idik ve bilinçlendirdik, deliliğimize hükmedenlere akıllılığımızı kabul ettirdik.

Kuvvet elinde düşkünlüğe, aşağılanmaya ve miskinliğe alışanlar bu hareketin, ancak kendileri için cinnet sayılacağına onları inandırdık.

Bu gibi mahlukları, milletleri yaşatan onlara şeref veren tarihin müjdecisi, insanlığın öncüsü yapan esrarengiz kuvvetin bu kutsal delilikten ibaret olduğunu, ne idrak ve ne de takdir edecek alaşımda olmadıklarına kendilerini itiraf ettirdik.

Bu inkılabın mahiyetini başlangıç ve gidiş yolunu hakkıyla anlatmak ve hakkıyla takdir edebilmek için Anadolu Milli Mücadelesi'nin kızgın ve buhranlı zamanlarında; Anadolu'da bulunmak Kuva-yı Milliyeciler arasında yaşayarak halkla temas etmek gerekliydi.

Yalnız bu bahtiyarlığa kavuşanlar ancak, bu inkılabın nereden gelip nereye gittiğini anlayabilirler.

Anadolu İstiklâl Savaşı'nın ilk yürüyüş noktası şudur:

"Yurt uğruna kanını, canını, malını feda eden şehitlerin bıraktığı yetimlerle, asırlardır kanıyla suladığı topraklarının düşman ayakları altında çiğnenmesini görmeye tahammül edemeyişim."

Yörük Ali Efe'nin hal tercümesinde işaret ettiğimiz önemli noktalarından biri de şuydu:

"Türk tarihine kadar uzanan cavır ayağına tahammül edemedi."

O tarihin birçok acı ve tatlı taraflarını görmüş tecrübe etmiştir.

Galibiyetler yenilgiler onun için eski bildiği şeylerdir.

Talihin iyiliğine fazla kıymet vermediği gibi, sakatlığından da fazla üzüntü duymazdı. Hele I. Dünya Savaşı'ndan yenilmiş çıktıysa da, şan ve şerefini muhafaza ettiğini de anlamıştı. Lakin Mütareke'den sonra halkına reva görülen hakaretleri, ağır izzet-i nefis darbelerini çekemedi. Ermeni'nin, Rum'un, İngiliz'in Fransız'ın ve Amerika'nın baskıları onu çıldırttı. Bütün bir ulus kadınından erkeğine, ihtiyarından, gencine kadar tek bir insan olarak taştı ve kaynaştı.

Türk inkılâbının ruhi amili de şudur: "Namussuz, şerefsiz aşağılanarak ve esaret altında yaşamaktansa; namuslu, şerefli ve hür olarak ölmek."

Anadolu'yu baştan başa yakan ateşin ve İstiklâl Savaşı'nın mihrakını, bilmiyorsunuz. O da şuydu; Yalnız yedi devlete karşı değil, yedi kat yere, yedi kat göğe, talih ve kadere karşı bile isyan etmek. Hiçbir ocak tütmezken al sancağı söndürmemek.

İşte o günün gençliği bu iman ve milliyetçilik anlayışını bu şekilde kavramış ve "Ya Hürriyet, Ya Ölüm!" azmiyle ortaya atılmıştı.

Biz Kuva-yı Milliyeciler delilikle itham olunmuştuk. Evet biz de o kutsal deliliği kabullenmiştik.

O günkü bu "kutsal delilik" olmasaydı, acaba bugünkü bilinçli saadetin derecesi kuvvesine kavuşabilir miydik? Bu hatıranın son cümleleri olarak memleket gençliğine şu sözleri ithaf etmek isterim;

Milliyetçi Türk Gençliği!

Milli davaların köksüz ve idealsiz bir takım sözden ibaret nazariyelerle hal edilemeyeceğini bilmelisin. Bir milleti bağımsız ve şerefle ayakta tutabilmenin temel şartları; Kendisini herhangi düşünceye bağlanmadan bu davaya verebilmektedir.

Milli davaya kendisini vermiş olan insan, başarı için bir tek silah aramalıdır: "Arkasından yürüdüğü ideal."

Hiçbir zaman unutmamak gerektir ki, neslimize düşen ödev bu mübarek yurdu kanlarının pahasına ve büyük fedakârlıklar pahasına kazanan ve cumhuriyetimizi kuranlara karşı daima saygı ve tazim duygusu taşımak. Olduğu gibi gelecek kuşaklara derin ve sonsuz ıstıraplardan sonra hür bir vatan bıraktığımız, bu vatanı savunmak ve bu vatanın yaşatılması, yükseltilmesi görevinin kendilerine borç olduğunu anlatmak ve milli kahramanları tanıtmaktadır." (Şükrü Oğuz Alpkaya, Derleyen: Halil Oral, Yörük Ali Efe, Demkar Yayınevi, İstanbul, 2009, s.452-454.)

MUSTAFA KEMAL’E GÖRE MİLLİ RUH

Mustafa Kemal Paşa da 13 Ekim 1925 günü İzmir'de Kız Muallim Mektebi talebeleriyle yaptığı sohbette Kuvayı Milliye ruhunu şöyle anlatır: "Biz milli mücadelede muvaffak olduk mu, niçin muvaffak olduk? Milli mücadeleyi yapan, doğrudan doğruya milletin kendisidir, milletin evlatlarıdır. Millet analarıyla, babalarıyla, hemşireleriyle mücadeleyi kendisine mefkûre kabul etti. Biliyorsunuz ki, asırlarca vuku bulan mücadeleler ve bunların neticeleri olarak da yüksek tarihi zaferler vardır. Fakat o zaferlerin etkenleri kendi mefkûreleri olarak değil şunun bunun hırsı peşinde kul köle olarak bulunmuşlardır. Halbuki milli mücadelede şahsi hırs değil, milli mefkûre, milli izzet-i nefis hakiki saik olmuştur." (Atatürk'ün Bütün Eserleri, C.18, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2006, s.69.)

Mustafa Kemal Paşa, 13 Ekim 1925 günü İzmir Belediyesi'nin verdiği ziyafette de şunları söyler:

"Arkadaşlar, mazinin en büyük felaketlerini hazırlayan, mazide, ama çok derin mazilerde dahi Türk milletini benliğinden çıkaran bir teşkilat vardı ki, ona devlet ve hükümet teşkilatı derlerdi. Millet, hükümet teşkilatının görünüşte esiri idi. Bu onun görünürdeki manzarası idi. Halbuki Türk, esaret kabul etmeyen bir millettir; Türk milleti esir olmamıştır. Yalnız hükümet başka bir vaziyette kalmış, millet de hükümete yabancı ve ondan ayrı bir vaziyette kalmıştır. İşte onun için çok felaketler oldu.

Fakat bunların maddi tecellileri devlet ve hükümet teşkilatı üzerinde oldu. Mahvolan devletler idi; o devlet ölmüştür. Fakat Türk milleti, görüyorsunuz ki, daha taze, daha kuvvetli, daha şerefli olarak yaşamaya devam etmektedir. Bugünkü hükümetimiz, devlet teşkilatımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet teşkilatı ve hükümettir ki, onun ismi Cumhuriyet'tir. Artık hükümet ile millet arasında mazideki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millettir ve millet hükümettir.

Artık hükümet ve hükümet mensupları, kendilerinin milletten gayrı olmadıklarını ve milletin efendi olduğunu tamamen anlamışlardır. Hepimizin efendisi olan milletin ilerlemesini, yükselmesini ve ona hizmet eden devlet memurları için muvaffakiyet temenni ediyorum." (Atatürk'ün Bütün Eserleri, C.18, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2006, s.65-66.)

İTTİHATÇININ İZLENİMİ

İttihat ve Terakki’nin gazetesi Tanin’in başyazarı Muhittin Birgen de İstanbul’un işgalinden sonra kendisini Ankara’ya atar. Geçtiği yerlerdeki halkın direnme ruhu onu da derinden etkiler. İlk kez Anadolu halkını yakından tanır ve kendisi de bu ruha dahil olur. Birgen, Kandıra’dan İpsiz Recep’in desteğiyle İnebolu’ya gelir. Şu önemli tespiti yapar: “İnebolu'ya ayak bastığım günün hatıralarını ve duygularını hiç unutmam: Bence, Yeni Türkiye, İnebolu'dan başlıyordu. Oraya kadar karışık bir âlemden, meydanda çalışamayan bir Kuvayı Milliye teşkilatı içinden geçmiştik; müstakil ve tek sahipli bir Türk memleketinin havasını Ereğli'de de teneffüs edememiştik!”

“Halk Mustafa Kemal Paşa'nın etrafında toplanarak onların başlarına bela olmuşlardı. Ali Kemal, "Bu İttihatçılık" diyordu; "bir nevi hastalıktır. Bunları tamamen temizlemedikçe memleketi ellerinden kurtarmak kabil değildir!" Onlara göre onlarla beraber olmayan, onlarla beraber memleketi bir İngiliz müstemlekesi yapmaya razı bulunmayan herkes İttihatçı idi. Halbuki, hakikatte Türkiye' de büsbütün yeni bir hareket vardı: Milliyet hareketi, bir hareketi kuvvetlendiren unsurlar, içinde İttihatçıların ekseriyeti teşkil ettikleri muhakkak olmakla beraber, İttihatçı olmayan büyük bir kütle de beraberdi.” (Muhittin Birgen, İttihat ve Terakki’de On Sene, C.2, Kitap Yayınları, İstanbul, 2006.)

24 may 1918

96bf048e-c5f3-4208-b077-38311fd00d36a43fa17e-cedf-4b12-9fc9-abeff2d1b84e88d62164-b1ed-41f0-b203-40e4fcd1ae92e2e7db9e-6a61-464e-9851-0a97f28adbdcbb53009b-6168-4b4a-a0ba-44f09f727d6f