Bugün Nobel Bilim ödülünü alan Aziz SANCAR hakkında yazmak istiyorum. Bu ülkeden, Güneydoğu’dan, Mardin’den, Savur adlı güzel bir ilçeden doğan bir pınarın batıya, Amerika kıtasına akarak engin denizlere ve ardından da dünyaya açılması öyküsüne dokunmak istiyorum kendimce…

                Kendime sadece kuş seslerini duyabileceğim, mümkünse araba sesinden uzak, ulu ağaç altında bir yerler bulmalıyım güzel güzel yazmak için… Kampüste sakin bir köşe arıyorum. Yüksek ağaçların altı kalabalık, bağırış çağırış, kafelerde anlamsız, ezberlenmiş şarkılar çalıp duruyor. Yerler kirli, olmuyor… Yolların üzeri dolmuşlar, otobüsler, egzoz kokusu yine olmuyor…

Issız ve huzurlu bir köşe arıyorum. Dolanıp duruyorum uzunca. Sırtımı demir ve beton yığınlarına, yüzümü dağlara çeviriyorum. Biraz olsun güzellik var; biraz olsun sessizlik ve huzur var, büyük ulu ağaçlar olmasa da etrafta…

                Yazmaya koyuluyorum, “yaratmak ve üretmek için dinginliğe ve huzura; kavgasız ve işbirliği yapan insan grubuna ihtiyacımız var ve esin bulmak için de doğanın güzelliklerine“ diye.

                Savur’u düşünüyorum. Şimdi artık Aziz Sancar’la anılacak olan küçükken dört yapraklı yonca bulduğum Savur Çayı kenarındaki bu ilçe, güzellikleri ile hatırlanırdı eskiden. Kavak ve ceviz ağaçları, çeşit çeşit meyve ağaçlarıyla dolu bahçelere yazları göç edilip tahtlar kurulurmuş. Geceleri her aile kendi bahçesindeki tahtında uyur; Dicle nehri ve gece bülbülleri eşliğinde tatlı hayallere dalarmış. Kim bilir belki de Aziz Sancar, böyle bir bahçede, kardeşleriyle beraber uzandığı beyaz perdeli tahtında, günün birinde bir bilim adamı olup, doğanın sırlarını gün ışığına kavuşturmayı hayal ederek uykuya dalıyor; gündüzleri bahçelerde oynuyor, çılgınca akan çayda yüzüp doğayla baş etmeyi öğreniyor, ulu ağaçların cevizlerinden besleniyordu. Doğa, Aziz Sancar’ın hem bedenini, hem de beynin donatıyordu besbelli.

                Sonraları bu bölgeler terör adı verilen kavgalarla anılmaya başlandı uzun yıllar. Artık insanlar bahçelerinde korkudan uyumamaya, ceviz ağaçlarının meyvelerini toplamamaya, çayın temiz sularında yüzmemeye başladı. Kuş sesleri yerine, silah sesleri hâkim oldu ortalığa… Kürt, Türk, Arap, Süryani yalan dolanlarla politikacılarla birbirine düşürülmeye, en büyük güçlü biziz diye bağırıp çağırmaya, birbirinden şüphelenmeye başladı… Kuşlarla beraber insanlar ve Aziz Sancar göç etti coşkulu suların bezediği bu diyardan uzaklara. Okullar, aydınlık, bilgi ve bilgelik yerine; korku tohumları saçıldı topraklara, kan ile sulandı bu tohumlar, yeşerdi…

                Aziz Sancar gibi kaçabilenlere, insanın gürültüsüne değil yaratıcılığına, inancına, çalışma ve üretme gücüne inananlar açtılar kapılarını… Hangi ırktan, hangi memleketten geldiğini, kimin akrabası veya hemşerisi; hangi parti veya tarikattan olduğunu sormadılar... Güvendiler onun yapabildiklerine ve ürettiklerine.  Gördüler bir insanın isterse neler başarabileceğini, ilerlemenin evrensel değerlerle birlikte bilimle ve kara cahil olmayan inançla mümkün olabileceğini.

                Biz de saygıyla kutluyor ve örnek gösteriyoruz çocuklarımıza, yöneticilerimize ve insanımıza; kavgasız, huzurlu ve akılcı bir ortamda insanımızın neler neler başarabileceğini…