Geçtiğimiz hafta sonu Muğla’nın çamla kaplı bilge dağları arasında gizlenmiş güzellikleri keşfe çıktık. Yörüklerin ve neşeli kuşların sahiplendiği cennetten güzel bir dağ köyüne gittik. Tertemiz, misafirperver, yüzü keçilerle beraber güneşin parlattığı insanlarla sohbet, keyifli ve derindi.  80 yıllık yaprakları gökyüzü ile kucaklaşan bir dut ağacının altındaki kırmızı çatılı,  kireç badanalı, eski evin köy ocağında, 83 yaşındaki Fatma nine, anneleri dünyadan göçmüş, Eda ve Seda’nın ellerinden hazırlanmış, böreklerin piştiği ocağı seyrederken içeriye teyze oğlu Ahmet girdi. Tek ayağı aksıyordu. Batman’da askerlik yaparken, bir çatışmada dizine kurşun yemiş, kalçası parçalanmıştı.  Hepimiz oklava ile hamuru maharetle açan Fatma Nine’nin ellerini seyrediyorduk. Gazi Ahmet çatışmada ölen arkadaşının  yüzünü unutmadığını ve ancak ellerinin titremesini güçlükle kesen iki hapla idare edebildiğini  anlattı.    ‘Peki, çatıştığınız teröristleri hiç gördün mü? ‘diye sordum. Birkaç tanesini ölü olarak gördüğünü ve rüyalarının o yüzlerle kesildiğini anlattı. Kir pas içinde ve korku dolu yüzler, ölümle donup kalmıştı.  Hele bir de dağa terörist başı olarak çıkmış ve çatışmada ölmüş kayıp Samsun’lu, üniversiteli güzel kızı anlatırken hepimizin tüyleri ürpermişti. ‘Üstelik Kürt de değil,  ne işi var Batma’nın dağlarında?’ dedim.  ‘Kendi insanına karşı...’ Belki de âşık olup, sevgilisinin peşinden çıkmıştı dağlara... Kim bilir neden oralardaydı.

Ah deli gençlik dedim içimden, yücelttiğin değerleri ne güzel de kullanır politika! Nasıl da harcar senin güzelliğini, yurt sevgini, kahramanlık ve önemsenme isteğini kendi çıkarları için... Nasıl da güzelsiniz aslında, ey gençler;  neden sorgulamazsınız acaba; gerçekte kime ve neye hizmet ettiğinizi; güzelliğe ve yaşama mı; yoksa acılara ve ölüme mi?

Doğaya bakın, kurtlar, kuşlar, çiçekler, ağaçlar barış içinde, birbirine saygılı... Bir ağaç bile dalını uzatmaz diğerinin üstüne... O kadar çok toprak var ki işlenecek... Yeter ki kavga olmasın, üretmek olsun, sevgi olsun, yüreğimizi coşturan...

Gözlerimiz dolarken Ahmet’e ‘sakın içinde nefret olmasın; sen de o diyarlarda doğabilir ve bir terörist olarak dağlara sürüklenebilirdin’ dedim. Haklı olduğuna inandırılsaydın, belki sen de aynısını yapardın.  Hepimiz insanız, hepimiz inancımızla yaşarız önce.  Yeter ki inancımızın hangi yüce ve evrensel değerlere hizmet ettiğini sorgulayalım...  Yeter ki bir ananın çocuklarına baktığı gözle, insanlara ve çocuklarımıza bakalım.

Fatma Ana’nın yüreğinde hepimizin sığabileceği kadar genişlik var. Anadolu’muzda hepimizi doyuracak kadar bereket var... Yeter ki sevelim, sevilelim, bu toprak da, dünya da kimseye kalmaz...

- - - - - - -