Bilim insan aklının yaşamı kolaylaştırma çabası; doğaya ve keşfetmeye yönelmiş çocuksu bir merak ile başladı. Evrile evrile büyüdü. Dogmaların, korkuların, tabuların karşısına dim dik dikildi. Özgürlüklere yeniliklere yol açtı. İnsanlık diktatörlere, krallara değil; Tesla veya Einstein gibi kaşiflere hayranlık duymaya başladı. Politikacıların geleneksel olarak insanı kontrol etme yöntemleri bundan sonra değişmeye başladı. Bilimin adı tabulaşmaya; para kazanmak, insanlığı kontrol etmek, zaman zaman köleleştirmeye hizmet etmeye bile yöneldi.  Bilim markalaştı. Tıpkı süpermarketlerin mahalle bakkallarını yutması gibi; amatörce, keşfetmeye çalışan meraklı beyinler şirketlerce, bilim tekellerince yutulmaya başlandı. Ticarileşmiş bilimsel kongrelerin birçoğunda içinde sadece kuru bilgi barındıran; insanın duygu, merak ve yaşamı kolaylaştırma çabasına hizmet etmeyen, yaratıcılıktan uzak, akademik yükselmeler veya ego savaşlarının ürünü; ne işe yaradığı belli olmayan yığınlarca bilgi ortaya sunuldu. Gülümsemeyi, bilimi sevdirmeyi, insan sevgisini unutmuş kibirli akademisyenler ortalıkta dolaşmaya başladı.

            Dışlayıcı, kategorize edici, küçük düşürücü, en çok ben bilirimci beyinler insan egolarını şişirdikçe şişirdi. Üniversitelerde, bilim mekânlarında bile hiyerarşi kurallarının işlediği küçük krallıklar kuruldu. Bu ortamlardaki bilim adamı taklidi yapan kimi akademisyenler yaşamın varlığını kendi içimizde ve tüm yaratıkların içinde derin bir biçimde hissetmek olan sevgiyi unutup kibirli egolarına sarıldılar. Hiyerarşiyi genç insanlara dayatıp bilimi kendi iktidar alanları gibi kullandılar.

            Bilimin ışığı, büyük burunlu, kibirli yarı politikacı, yarı akademisyen insanların bulunduğu ortamlarda zayıfladı. Özgürlük ve dolayısı ile yaratıcılık böyle ortamlarda yok oldu. Üretken olamayan bilim mekânları, ego bencillik ve iktidar savaşları ile zayıflayıp fiilen yok oldu.

            Hoşgörü, özgürlük, katıksız, bir merak ve sevgiyle yoğrulmuş bir ortamda bilim en çok büyüyüp serpilebilir. Böyle bir ortamda yetişmiş bilim adamı alçakgönüllü olur; gençleri yüreklendirir; önünü açar; kategorize edip yargılamaz. Tıpkı güneş ışığının seçici olmaması gibi bir insanı seçip diğerlerini dışlamaz. Dışlayıcı sevgi, gerçek sevgi değil; ego sevgisidir. Sevgisiz bilim de özgürleşmeye değil; köleleştirmeye, kontrol etmeye, yok etmeye ve acılara hizmet eder.

Yunus Emre'nin dediği gibi, ‘Ilim ilim bilmektir ilim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsen ya nice okumaktır’.