Ses duvarları aşıp, kapıları devirip geniş meydanlara yayılıyor. Güneşin altında gezinip duran rüzgâr, çimler ve yeni dikilen fidanlarla oyun oynayıp insanların yanağını ve saçını okşayarak taşıdığı ses taneciklerini kulaklardan içeri boşaltıyor. Rüzgârın veya sesin etkisiyle kenardaki havuzun suyu titreyip duruyor. Bir tarafta insanları toplayıp duran büyük alışveriş merkezinin pürüzsüz duvarlarına kocaman bir küp şeklinde siyah bir elek asılmış, meydana iri ses taneleri yolluyor. Ses taneleri öylesine iri ve saldırgan ki, meydanı doldurup masaların üstüne zıplıyor. Gözler ses tanelerinin arasından birbirlerine uzanacak delikler arıyorlar. Bağıran duygusuz bir melodi, kulakların deliklerini tıkıyor. Kelimeler kulaklardan içeri akamıyor. İnsanlar ses tanelerini sinek kovalar gibi kovalamaya çalışsalar da yok edemiyorlar. Tek başına kitap okuyan biri, müziğin kaynağını bulamayıp sinirlenerek kalkıyor. Diğer insanlar kayıtsızca devam ediyorlar oturmalarına ve konuşmalarına.

Ülkemizde ses en çok müzik ve satış için kullanılıyor. Arada bir de gün içinde tekrar tekrar aynı şeyi anlatan haberleri iletmek için. Aydınlar ve bilim insanları, bir yerlerde yazdıkları veya etrafındakilere anlattıkları için sorumluluklarını yerine getirdiklerini düşünüyorlar. Oysa ülkemizdeki insanların pek azı bu yazılanları okuyor; birçoğu alışkın olmadığından, diğerleri de ekmek parası kazanma telaşıyla zaman veya kitap bulamamaktan.

Oysa sese, mesela radyolara okumayla barışık olmasalar da her insanın kulağı açık! O kulaklardan içeriye duygu dolu melodiler,  anlamlı sözler, yararlı bilgiler, şaşırtıcı hikayeler gönderip düşündürmek, beyinleri uyandırmak mümkün. Ses daha yaratıcı, bilgili, bilimle barışık nesiller yaratmak için kullanılabilir. Bu amaçla kolay ve ucuz bir iletişim yöntemi olan sihirli kutu radyo, bir ayakkabı tamircisinin dükkânına, bir fabrikaya, evinden çıkamayan veya kitap okuyamayan bir kadının mutfağına, canı sıkılan küçük bir çocuğun dünyasına veya herkesin cebindeki telefona girebilir, ruhuna, aklına dokunabilir, dünyasını değiştirebilir. Hem de televizyon gibi esir almadan, üretkenliği baltalamadan.  Amacına uygun kullanılırsa radyo, kütüphane veya okul olabilir. Öğrencilerle, aydınlarla halkın buluştuğu küçük bir ses sahnesine dönüşebilir. Üniversiteler veya eğitici gönüllüleri, öğrencileriyle kol kola,  etkileşim içinde oldukları şehir halklarını da eğiterek de geliştirebilirler. Bu anlamda özellikle yeterince kaliteli radyo yayıncılığının yapılmadığı küçük illerde yerleşik üniversitelere ve öğretim üyelerine büyük rol düşüyor. Akdeniz Üniversitesi ve ODTÜ gibi üniversiteler bu yolda başarılı örnekler oluşturuyor. Ancak 2000 kadar radyo veya televizyonun yer aldığı ülkemizde yine de üniversite radyolarının sayısı oldukça sınırlı. Belediyeler, üniversiteler veya sosyal örgütler; vakıflar, ortalığı bol bol reklam dağıtan küçük patronlara bırakmış durumda. 

Peki, ama neden hala biz durmadan insanlarımızın okumadığından, bilimden uzak olduğundan dert yanıyoruz? Neden daha çok eğitmeyi ve eğlendirmeyi bir arada yapan radyolar kurmuyoruz? Neden bir ayakkabı tamircisine onun anlayacağı veya seveceği dilden düşünce veya bilim programları hazırlamıyoruz? Bizi tutan ne?