Taş ocağı ile hançerlenmiş ormanlar, zeytinlenmiş dağlar ve tren rayları eşliğinde arabamla ilerliyorum. Yurt manzaralarını içime çekerken, güneşle bakışırken kulağıma radyodan gelen ağıt türküleri çalınıyor… Şehit asker, polis, genç çocuk haberleri anlatılıyor durmadan uzaklardan; orman yangınını çağrıştırır duman koyusu, duman kokusu yayılıyor ortalığa. Hüzünleniyorum, tıpkı geçen sene bu yol kıyısında gördüğüm orman yangınındaki gibi hissediyorum; isyan ediyorum, neden kavga ediyoruz. Neden politikacılar yangına körükle gidiyor, tanımadığımız, bilmediğimiz insanlara öfkelenip savaş ve kavga naraları atıyoruz? Savaş denen kirli ve kanlı gömleği giymeye mi hazırlanıyoruz? Politikacılar genç delikanlıların taze beyinlerini zehirliyor öfkeyle, dağlara kaçırıyor öldürtmek için… Radyoda “havasına, suyuna, bütün alem hayran benim yurduma” şarkısı çalıyor. Düşünüyorum: Âlem hayran da, biz ne kadar hayranız bu yurda? Ne kadar kıymetini biliyoruz bu yurdun?

Hüznü ve yoğun duyguları kovalamak için kanal değiştiriyorum.

Hollanda’dan bahsediliyor şimdi. Türkiye’nin 40’da biri büyüklüğünde 17 milyon nüfuslu ülke… Shell, Philips gibi dev dünya markalarını yaratan, çiçekçilikten yatçılığa dünyaya ünü yayılan, Avrupa’nın en büyük limanını kuran, dünya denizlerine yayılan bu ülkenin insanları eğitimli, özgür, yaratıcı ve kavgasız oldukları için bir inekten bile yılda 5 ton süt elde ediyor. Bizim ortalama süt verimimiz ise FAO (Birleşmiş Milletler Tarım Teşkilatı) verilerine gör 633 kg. Belli ki bilgi bizim ülkemizdeki gibi sınav geçip yarışmak için değil, üretimi artırmak, ülkeyi ve yaşamı güzelleştirmek için harcanıyor Hollanda da.

Bizdeki gazetelere, televizyonlara, politikacılara kulak veriyorum. Bol bol insanı ötekileştiren, politika dedikodusu yapan, öfke tohumları saçan bağıran çağıran ve böylece lafla gemi yürüten insanlar ortalığa hakim. Bolca kuru gürültü üretiyorlar, kuru gürültü ormanları, yeşili çocuklarımızı, gençlerimizi kurutuyor. Kavga çıraları serpiliyor ormanlarımıza ve ateşe verilmek isteniyor dağlarımız, ormanlarımız güzelliklerimiz, ülkemiz…

Neden insanlar kavga eder diye soruyorum kendi kendime… İçimden bir ses diyor ki: “ Bencillik, kıstırılmışlık, aç gözlülük ve diğer insanları kontrol etmek, köleleştirmek tutkusu”  İnsanoğlu’nun bu çirkin ve ilkel yüzü, aklın kibriyle, entrikalarla birlikte her türlü değer yargısını kullanıyor; dini, memleket sevgisini, gençlik ateşini, ataların mirasını…

Ah diyorum, ah, hiçbir değer yargısı ve inanç başka bir canlıya, doğaya, dünyaya zarar vermek için kullanılamaz. Hiçbir insanın, kişinin kurumun başkasını öldürmeye, işkence edip aç bırakmaya hakkı yoktur. İnsanlar toplu önyargılarla mahkûm edilemez.  Bunu savunan her türlü inanç, değer yanlıştır, yalandır. Uygar dünya bu gerçeği kabullendiği için acılardan uzaklaşmıştır. Hiçbirimiz doğduğumuz yeri, aileyi seçemeyiz. Dolayısıyle sadece bu nedenle kimseyi yüceltemez veya alçaltamayız. Hiçbir ırk saf değildir, insanımız birbirine karışmış ve çeşitlenmiştir. Çeşitlilik doğanın ve ülkemin güzelliğidir.

Bu gerçeklere ne kadar inanıyoruz? Ormanda ateş yakmanın yasak olduğunun ne kadar farkındayız?

yeldah1.jpg