Orta okul ve lise yıllarında bazen arkadaşlarımızla hangi çağda yaşamak isterdin sorusunu sorardık birbirimize. Kimimiz Fatih, kimimiz Mete Han, kimimiz Hazreti Peygamber dönemi derdik.

Bunlar çocukluğumuzun ve ilk gençliğimizin ayakları yere basmaz güzel özlemleriydi. Zihnimiz ve ruhumuza hafifçe dokunup giden bir oyundu.

Şimdilerde ise bu özlem, akademisyen, sendika, siyaset ve medya çevrelerinde de konuşulmaya başlandı.

Sloganlar güzel…

“ Geçmiş ile köprüler kurulacak…Ecdadımızı okuyup anlayabileceğiz… Kopan bağlarımızı sımsıkı yapacağız…Anıtları, kitabeleri ve de mezar taşlarını okuyabileceğiz”… Gayet güzel. Kulağa hoş geliyor.

Ve bir de;

Hani hiç bilmiyoruz ya;

Mimar Sinan’ı öğreneceğiz, Evliya Çelebi’yi, Fatih’i, Kanuni’yi, Ahmet Yesevi’yi, Farabi’yi, Gazali’yi de…Ne bileyim hepsini işte…

Hani Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Arap Alfabesini kullandığımız için Kur’an-ı Kerim’i su gibi içmiş, en ince ayrıntısına kadar tadına, ruhuna, hikmetine varmıştık ya…

Arap alfabesi ile yazıp okuduğumuz için Arapçayı da yine sular seller gibi biliyorduk. Dolayısıyla da Kur’an-ı Kerim’i… Bundan sonra yine öyle olacak mış…

Keramet Arapçadaymış…

Doğru ya şimdi bir bakalım Arap ülkelerine…Ne Güzel Arapça konuşup, Arapça okuyup, Arapça yazıyorlar. Ve ne güzel anlıyorlar Kur’an-ı Kerim’i değil mi?…Barış içinde gül gibi yaşayıp gidiyorlar.. Ülkelerinin içi bir yaz günü sabahın ilk saatlerindeki denizin durgun hali gibi… Sakin ve huzurlu… Ve insanlar mutlu.

Her şey Alfabe değişikliği ile başlamış meğersem.

Bir günde bütün millet cahil kalmış. Tıp, mühendislik, makine sanayi, eczacılık, uzay bilimi, matematik gibi özellikle pozitif bilimlerde bilim adamlarımız akşamdan sabaha bütün bilgilerini unutmuşlar. Sadece okuyup yazdıkları alfabe değil, beyinleri ruhları ve tüm duyu organları da değişmiş.

Yunus Emre, Mevlana, İbni Arabi, Abdülkadir Geylani,Hacı Bektaş, Şahı Nakşibent, İmam Azam,İmam Şafi gibi ariflerimiz ve alimlerimizin yolundan gelenler, alfabe değişikliği ile birlikte gönüllerindeki Allah ve insan sevgisini unutuvermişler.

Havada rövanş kokusu var…

Rövanş…Çoğunlukla spor karşılaşmalarında olan bir şey…Yenilen için bir fırsat…

Tarih ile rövanş almak…Geçmiş ile rövanş almak ise…Bir nevi kan davası…Oysa Hz. Peygamber Veda Hutbesinde özellikle yasaklamıştı.

Cumhuriyet mi, Osmanlı mı?... Ne saçma bir soru ve tercih…

Osmanlı; Tarihimizde önemli bir devir. Beş bin yıllık Türk, Bin üç yüz yıllık Türk-İslam tarihinde altı yüz yıllık bir kesit.

Osmanlı ;

Ertuğrul Gazi’den Vahdettin’e kadar gelen, Mimar Sinanların, Katip Çelebilerin, Hazerfenlerin, Molla Güranilerin, Akşemseddinlerin

Hattın, ebrunun, çininin,divan şiirinin…Bakinin, fuzulinin, şair Nedimin…,

Bir çağ kapayıp bir çağ açmanın…

Lale devrinin, tanzimatın,meşrutiyetin…

ihtişamın, Düyunu Umuminin…,

Fransuva’yı mektupla kurtarmanın, sonra İngiliz ve Ruslar tarafından kurtarılmanın…,

leyleğin kanadını sarmanın, diğer yandan beşikteki şehzadenin canını almanın…

Velhasıl bir dönem ihtişamın, bir dönem acziyetin, bir dönem bilimin, bir dönem hurafenin devri…İyisiyle kötüsüyle atamız, tarihimiz…

Ama geçti gitti…

Cumhuriyet ;

Devrini tamamlamış Osmanlı topraklarında, işgalcilere karşı giriştiğimiz dört yıllık kurtuluş savaşı sürecinde, kanımızla canımızla anamızın ak sütü gibi hak ettiğimiz devletimiz.

Her ikisini bir biriyle karşılaştırmak yanlıştır. Dedemiz ve biz gibi. Dede aramızdan ayrıldı gitti. Hatıralarıyla anacağız…Ama bu günü de bu gün gibi yaşayacağız . Bizim için en iyi ve güzeli bu gün.

Şu an ülkemizde okuma yazma oranı yüzde doksanlarda. Osmanlı, Selçuklu, Karahanlı ve Göktürk eserleri günümüz Türkçesine çevrilmiş ve çevrilmekte. Bu eserlere meraklıları, konunun uzmanları ve araştırmacılar tarafından kolayca ulaşılabilmektedir.

Mezar taşları, kitabeler, el yazması eserler ayrı bir bilim dalı ve uzmanlık isteyen bir şeydir. Kaldı ki bu eserler de günümüz Türkçesine çevrilmiş ve çevrilmektedir.

Yani geçmiş ile aramızda kopan bir bağ varsa eğer bu sadece Alfabeye bağlı bir durum değildir. En çok tembelliğimiz ile ilgili bir durumdur. Okuma ve araştırma alışkanlığımızın olmaması ile ilgili bir durumdur. Milletimizi senelerdir bir lokma ekmek parasına ve gelecek endişesine mahkum etme ile ilgili bir durumdur. Senelerce zaruri ihtiyaçlarını düşünmek zorunda bırakılan bir toplumun ne tarihle işi olur, ne kültürle ne de sanatla…

Bu gün geçmişi anlayamıyoruz tarzı yaklaşımlar geçmişi anlama gayretinden çok maalesef siyasi nitelikliymiş gibi görünüyor.

Geçmişi bal gibi anlarız. Konusuna hakim bilim adamları ve sanatçılar yetiştirir, onların çevirileri ve geçmiş zamanların ruhunu yansıtan eserleriyle yaşıyormuş gibi anlayabiliririz.

SONUÇ OLARAK;

Devlet, millet, kültür ve toplumsal alanlarda rövanş mantığında olmak ne korkunç bir düşünce.

Eğer bir şeyle aramıza köprü kuracaksak, hatta bırak köprüyü, tamamen bütünleşeceksek, bunu ülkemizde yaşayan dili, dini, mezhebi ve siyasi görüşü ne olursa olsun bütün bir halkımızla birlikte, hiç ayırım yapmadan ortak noktalarımızı çoğaltıp, saygı, sevgi ve adalet noktasında oluşturmalıyız.

Geçmişle bağımızı kurslar, sergiler, sosyal ve kültürel etkinliklerle devam ettirebiliriz. Ki zaten bu durum halen böyledir. Sanat ve sanatçıya destek vererek Osmanlı, Selçuklu, Karahanlı, Göktürk gibi dönemlerimize ait kültürü yeni kuşaklara aktarabiliriz. Bu durumdan her kes memnun olacaktır.

Birbirimizle aramıza uçurumlar kazıp derinleştirmeyelim.

Dayatma, inat ve restleşme ile güzel olmayacaktır…

Sevgiyle ve sağlıcakla kalın…

Sosyal medyada bu konuyla ilgili düşüncelerinizi #aydınpost etiketiyle paylaşın, yayınlayalım! 

facebook.png twitter.png

appstoreee.jpg     googleplay.jpg