"Kalkın buradan uyuyamazsınız" dedi gar polisi. Biri kız, diğeri erkek iki genç sersem bir şekilde kalktılar yerlerinden. Etrafa şaşkın, şaşkın bakındılar. Uyurlarken ne de sakin ve de mutlular diye düşünmüştüm. Birbirlerinin omuzunu yastık yapmışlardı.

Yanlarına gittim. Gözaltlarında morluklar oluşmuştu. Çok pahalı giysileri olmasa da, tertemiz iki gençti. "Neden uyandırdı polis sizi" diye sordum, çünkü polisin açıklamasını net bir şekilde duyamamıştım. "Bilmiyoruz" dedi genç çocuk.  Fazla burnumu sokup, rahatsız etmemek için gelip yerime oturdum.

Henüz bir yarım saat geçmemişti ki, yanıma geldiler. Çay içecek bir yer arayacaklarını, istersem onlara eşlik edebileceğimi söylediler. "Birazdan gideriz, oturun biraz, dışarısı bu saatte soğuk, uykudan yeni kalktınız" dedim. Oturdular. Arkadaşlarını ziyarete gelmişlerdi Eskişehir'e. Başka bir şehirde, sigorta bölümünde okuduklarını, 8 aydır süren aşklarını anlattılar.

Henüz ikisi de '95 doğumlular, ama ayakları yere basan iki gençti. Uyuşturucu kullanıp, kullanmadıklarını sordum. "Hayır, biz sigara bile içmiyoruz, paramız yetmez" dediler. Konuştukça anladım ki, gözaltı morlukları 2 gündür süren uykusuzluklarından kaynaklanmıştı. Eskişehir'deki arkadaşı önce evine davet etmiş, geldiklerinde ise telefona bile çıkmamıştı. Üzüldüm. Hâlbuki bizim kültürümüzde misafirin anlamı büyüktür.

Beraber garın karşısındaki kafeteryaya geçtik. Tost ve çay söyledim. Çok şirin, çok mütevazı, çok çalışkan, çok aklı başındaydı her ikisi de.

"Haftalık 50 Lira gönderiyor ailem" dedi genç kız. Yanındaki genç çocuk da onayladı. "Evet, ben de 50 Lira alıyorum ailemden."  Nasıl geçindiklerini sorduğumda, geri kalan ihtiyaçlarını çalışarak biriktirdiklerini söylediler. Genç çocuk yaşadığı şehirde oto tamircisinde, genç kız ise kendi evinin yakınındaki butiklerde çalışıyormuş tatillerde. "Okulumuzun olduğu şehirde iş bulmak çok zor. Çok kapalı bir yer. Buradaki gibi kafeteryalar yok.  O yüzden çok ekonomik yaşamamız gerekiyor, mezun olup hemen kendi acentamızı kurmak istiyoruz" dediler.

Gün ışıdı, tren saatimiz geldi, çantamı taşımama yardım etti genç çocuk. Ayrı peronlara geçerken vedalaştık. "Yolunuz açık olsun" diye seslendim arkalarından.

Her ikisi de, "biz de GEZİ'yi yaşattık buralarda. GEZİ yalnız değildi" demişti. Çok mutlu oldum. Baba, ana parasıyla Porsuk Çayı'nın yanında, sabah akşam oturup, sigara içerek gevezelik eden bir çok gençten farklıydılar. Ailelerine olan düşkünlüklerini anlatıp durdukça, hele ki gencin ilk amacının bir an evvel okulu bitirip ev temizliğine giden annesini çalışmaktan kurtarmak olduğunu söylediğinde gözlerim doldu.

Hayal dünyasında yaşamayıp, ayakları yere basan gençleri seviyorum. Havadan gelen paralara hiç alışmamışlar. Aldıkları harçlıktan bile utanıyorlar.

Ne diyim, kocaman HELAL OLSUN, onlara ve onun gibi olan tüm gençlere. Umarım, en kısa zamanda böyle gençlere layık olan hükümeti kuracak devlet adamlarını görürüz.

Ve GEZİ' yi yaşatmaya devam ederiz.