M.Ö 5.yüz yıldan sayarsak 2500 yıllık yazılı Türk Tarihinin yaklaşık bin yılı adına Anadolu dediğimiz dünyanın bu en güzel coğrafyasında geçer. Ve inşallah aynı bu topraklarda kıyamete kadar da devam edecektir.

Eski Yunanlıların ‘’Anatolia’’ (Güneşin doğduğu yer) dedikleri, Doğu ile Batının köprüsü konumundaki bu topraklar Medeniyetler Beşiği diye anılır.

Son yıllarda Şanlı Urfa’da yapılan arkeolojik kazılarla tarihi M.Ö 10 binlere kadar giden dünyanın en eski tapınağı Göbekli Tepe’de ortaya çıkartılırken, tarih kitaplarının neolitik devir ile ilgili bölümü yeniden yazılacaktır.

Konya-Çatal Höyük, Diyarbakır-Çay Önü ve Çorum-Alaca Höyük yine bu toprakların ve dünyanın en ilk yerleşim yerlerindendir.

Yazılı tarihten itibaren de Hatti, Hitit, Firig, Lidya, iyon ve Urartu Medeniyetleri  bu coğrafyanın toprağına suyuna izlerini bırakır giderler.

İran merkezli Pers İmparatoru ise bir zaman çok gururludur. Herkesin hakim olmaya çalıştığı bu topraklar uzun zamandır onlarındır çünkü.

Fakat sonra bir Büyük İskender çıkar Perslerin gururunu darmadağın eder. Friglerin efsane  Gordion Düğümünü parmaklarıyla çözeyim diye uğraşmaz da kılıcıyla keser atar ve Anadolu coğrafyasında Üç yüz yıl devam edecek olan Doğu ile Batı’nın sentezi  Hellenistik dönem böyle başlar.

Nice mevsimler, nice iklimler geçer böyle…

Romalılar ve Bizanslılar derken tarih 26 Ağustos 1071 olmuştur. Günlerden Cumadır.

Yüzlerce yıldır göç halinde kalıcı bir yurt arayışında olan Türkler, daha önce defalarca akınlar yaptıkları ve “evet işte budur, burasıdır…” dedikleri  Anadolu kapılarındadırlar.

Bizans imparatoru tehlikenin büyüklüğünü görmüş ve yaklaşık 200 bin askerle Malazgirt’e gelmiştir bile.

Biri Anadolu’yu alacağım, diğeri de mümkün değil vermem diyen iki ordu Malazgirt Ovasında bu nedenle karşı karşıya gelirler.

Zafer Türklerin olur. İmparator esir alınmıştır. Ve artık Anadolu’nun kapıları Türklere açılmıştır. Şu yaşadığımız bin yıl ve inşallah daha da bu vatanda kıyamete kadar yaşayacağımız sonsuz zaman başlamıştır.

Yedi sekiz yıl içinde İzmir’e kadar olan Anadolu topraklarının büyük bir bölümü feth edilir.

Her şey güzeldir ama bir sorun ortaya çıkmıştır bu tarihlerde.

Hasan Sabbah’tır bu…

Onun liderliğinde tarihin ilk terör örgütü diyebileceğimiz, Haşhaşiler ve ya Batıniler de diye adlandırılan bir örgüt ortaya çıkmıştır.

İslam adı altında, İslam düşüncesinin temel prensiplerine karşı olan bu örgüt Selçuklu Devletini hedef alır. Militanlarını saraya Sultanın en yakınına kadar sokar. Alp Arslan, Mekikşah, Vezir Nizamülmülk ve pek çok devlet adamını suikastlarla şehit ederler. Bu gün İran topraklarında kalan Ulaşılması zor Alamut Kalesi’nde barınan örgüt yaklaşık 200 yıl Selçuklu Devletinin başına dert olur. Ta ki 1250’li yıllarda Moğollar tarafından Alamut Kalesi yıkılıp ortadan kaldırılıncaya kadar…

Gel zaman git zaman Selçuklu Devleti’de zayıflar ve yıkılır gider. Ardından 600 küsür yıl, üç kıta yedi denizde hüküm sürecek Osmanlı Devleti kurulur.

İlk temel taşını Ertuğrul Gazinin koyduğu, sonra Osmanların, Orhanların ve Murat Hüdavendigarların yükselttiği bu medeniyet, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethedip Bizans İmparatorluğuna son vermesiyle altın çağını yaşamaya başlar.

Bir zaman sonra da Batılıların Muhteşem Süleyman diyeceği Kanuni devri ile zirveye ulaşır.

Muhteşem Süleyman’ın saltanatının sonlarına doğru ise Osmanlı güneşi artık ikindi vaktini aşmıştır. Ama medeniyet öyle güçlü ve sağlamdır ki bir zaman fark edilmez güneşin batmaya doğru gittiği. Fark edildiğinde ise artık çok geç olmuştur.

Böyle ağır ağır düşe kalka 20.yüz yıla kadar gelinir. Batılılar ise bir yandan Rönesans-Reform denilen bilim sanat,sosyal ve dini anlayışlarındaki gelişmelerle, bir yandan da  sömürgecilik ve yağma ile zirveye çoktan ulaşmışlardır.

Tarihin ilk büyük kapsamlı savaşı başlar sonra. Birinci Dünya Savaşı’dır bu. Osmanlı yedi cephede kahramanca mücadele etse de emperyalist sömürgeci Batı karşısında tutunamaz ve yenilir.

Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması ile elimizde kalan canımızdan kıymetli, son toprak parçamız Anadolu işgal edilmeye başlanır.

Mevcut Osmanlı Hükümetleri bu işgaller karşısında istisnaların dışında teslimiyetçidir. Bir şey yapmaz, yapamaz, bazen de işgallere karşı mücadele edenlere de engel olunur.

İşte tam burada özgürlüğüne, bağımsızlığına, vatanına ve kutsal değerlerine aşık bu millet tıpkı efsanedeki Zümrüt-ü Anka gibi küllerinden yeniden doğmaya başlar. Tarih 19 Mayıs 1919’dur.

Bu küllerinden varoluşu başlatan ise Milletin bağrından çıkmış sarı saçlı mavi gözlü yiğit Mustafa Kemal Atatürk’tür.

İçte ve dıştaki engellemelere ve isyanlara rağmen toplantılar, kongreler, mitingler derken Kuvayı Milliye ve sonrasında kurulan TBMM Ordusu ile tarifi kelimelerle imkansız savaşlar ve zorluklar aşılarak 26 Ağustos 1922’ye gelinir.

26 Ağustos 1922. Günlerden bu kez cumartesi.

İngiliz destekli Yunan Ordusu Sakarya Savaşı’nda büyük bir şamar yemiştir. Artık amacı elinde kalan işgal ettiği topraklarda tutunmaktır. Sakarya Nehrinin Batısına çekilmiştir.

Türk Ordusu ise Yunan Ordusunu yok edip katliamlarla dolu Üç buçuk yıllık Yunan işgaline son vermek istemektedir.

26 Ağustos 1922. Sabaha karşı. 

Türk Ordusu için hücum borusunu çalınır.

 Ama ne hücum… Dünyanın bütün dağlarını ard arda sıralasanız önüne, yine de  Mehmetçiği durduramayacak bir sestir bu.  Şimşek gibi atılır Yunanın üstüne. 30 Ağustos’a kadar Dumlupınar önüne savaşa savaşa gelinir. Ve artık son darbe vurulmalıdır. Bu iş de 30 Ağustos 1922’de Atatürk’ün bizzat yönettiği Başkomutanlık Zaferi ile tamamlanır.

Yunan Başkomutanı Trikopis esirler arasındadır.

Atatürk, silah arkadaşları, Mehmetçik ve millet gururludur. Onurludur. Sevinçlidir.

26 Ağustos 1071’de kapıları bize açılan Anadolu’nun, 951 yıl sonra yine bir 26 Ağustos’ta sonsuza kadar bize ait olduğu kanla, canla ve gözyaşı ile tescil ettirilmiştir.

Böyledir dostlar…

Söz uzadı gitti kusuruma bakmayın artık.

26 Ağustoslarımız ve 30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun.

Birlik, beraberlik, sevgi, barış, dostluk ve sağlıcakla kalın…