Yıl 375

 Orta Asya’dan kopup gelen Türkler Hazar Gölü ile Karadeniz arasında kalan bölge ve biraz da üst taraflarına doğru Doğu Avrupa’ya yerleşirler.

Hırçın, savaşçı ve kalabalıktırlar.

Bölgenin yerli halklarından olan Vizigotlar, Ostrogotlar, Alanlar ve Vandallar önlerinde duramazlar.

Birbirlerini iterekten Roma İmparatorluğunun iç kesimlerine her yerine dağılırlar. Britanya ve Kuzey Afrika’ya kadar giderler.

Dünya tarihinin en önemli olaylarından biri olan Kavimler Göçü böylece yüzlerce yıl içinde gerçekleşir.

Yerli kavimleri yerlerinden yurtlarından eden Türkler, Doğu Avrupa’da ‘’Tanrının Kamçısı’’ lakaplı Attila’nın da hükümdarlarından olduğu, Avrupa Hun İmparatorluğunu kurarlar.

Huzurun ve güvenliğin kalmadığı Roma’da devlet halkının güvenliğini sağlayamayınca soylu zenginler canlarını ve topraklarını korumak için paralı asker tutarak varlıklarını hem korur hem de güçlendirirler.

 Buhran zamanlarını fırsata çevirmiş olurlar. Artık merkezi otorite yok gibidir. Feodalite denilen derebeylik rejiminin temelleri atılmıştır.

 Roma İmparatorluğu ise barbar diye isimlendirdikleri kavimlerin göçünün yükünü kaldıramaz. Darmadağın olur. Parçalanır. Doğu ve Batı Roma diye.

 

Yıl 2011

Esad ve muhalifler olmak üzere, Suriye’de iç savaş başlar.

Dünya üzerindeki etkin devletler kendi menfaatleri için işe karışırlar. Fakat temkinlidirler. Yanlış ata oynamak istemezler. Zaten oynasalar da kıvırmakta ve taraf değiştirmekte mahirdirler.

Türkiye için ise Esad bir anda Esed olur. Net bir şekilde muhaliflerden yana taraf olunur.

Olan da ondan sonra olur.

Esad’dan ve rakip muhalif gruplardan kaçan Suriyeliler Türkiye’ye sığınmaya başlarlar.

İç savaşın ilk yılında Türkiye’ye sığınanların sayı 70 binlere ulaşır. Türkiye 100 bin rakamının kritik eşik olduğunu bildirir. Bir taraftan da açık kapı politikasına devam eder.

Yıl 2016

Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün açıkladığı rakamlara göre ülkemize sığınan kayıtlı Suriyeli sığınmacı sayısı 2 milyon 255 bin. Kayıtsızlarla birlikte 3 milyonun üstünde bir sığınmacı olduğu tahmin ediliyor.

Bunların sadece yüzde 10’u kamplarda kalmakta. Kalan milyonlar sınır şehirlerimiz ve İstanbul başta olmak üzere ülkemize dağılmış durumda.

Saldım çayıra yani.

Vatandaş ne yaparsa yapsın.

Nasılsa karar vericilerin hiç biri ortaya çıkan zorluklarla karşılaşmayacak. Hiç biri tacize, kap kaça, gaspa uğramayacak. Suriyeli işçi ucuz diye işinden çıkartılmayacak. Kira parasını ödemekte zorlanmayacaktır.

Kilis’in merkez nüfus 84 bin. Kayıtlı Suriyeli sayısı 98 bin. Yani Kilisliler kendi öz şehirlerinde azınlık durumuna düşmüşler. Gaziantep, Şanlıurfa ve Hatay için de aynı akıbet pek uzak değildir.

Devlet Suriyelilere “geçici koruma statüsü” vermiştir.

Yani Suriyeli sığınmacıların ülkelerindeki savaş bitinceye kadar barınma, sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçları devletimiz tarafından karşılanıyor.

Normal şartlar altında savaş bittiğinde ülkelerine geri dönmeleri lazım.

 Ama yapılan araştırmalara göre Suriyelilerin Yüzde 70’i ülkelerine dönmek istemezken, yüze 20’si ise kararsızdır.

Suriye’deki savaşın da yakın bir zamanda bitmeyeceğini düşünürsek gerisini siz düşünün artık.

 

Suriyeli sığınmacıların sosyo-ekonomik ve eğitim durumları ise hiç sormayın.

Kendi dillerinde okuma yazma oranı erkeklerde yüzde 10, kadınlarda daha da düşük.

Çok eşlilik kültürü hala çok canlı. Oturma kalkma, yaşama ve dünyaya bakışları Türk toplumuna hiç uymamakta.

Her ne kadar dinimiz aynı olsa da kültür olarak çok farklıyız. Bizim özellikle Güney Doğu bölgemizde var olup da, yıllardır eğitimle milim milim iğneyle kuyu kazarmış gibi yıkmaya çalıştığımız çok eşlilik, kan davası, kabile ve aşiret yapısı gibi yaşam tarzı, gelen Suriyelilerin büyük bir çoğunluğunda mevcut.

Yolumuz başa dönecek yani.

***

Aydın’daki Suriyeli sığınmacı sayısı 2014 rakamlarına göre bin civarında, tabi şu an ki rakamı bilemiyoruz. Sonra ne olur onu da bilemiyoruz. Bakarsınız bir köşesine 50 bin kişilik bir sığınmacı kampı konduruverirler.

Son günlerde Kırmızı ışıklarda, bulvarda, neredeyse Aydın’ın tüm mahallelerinde üç beş kuruş yardım isteyen Suriyeliye çok rastlanır oldu.

Geçenlerde 20 yaşlarında bir delikanlı selam verip Bayırbucak Türkmenlerindenim bir ekmek parası dedi. Daha bir saat geçmeden birinin kucağında çocuk iki kadın aynı şekilde yardım istedi. Hastane civarında bir yere oturmuş çay içiyoruz, yine bir Suriyeli sığınmacı Kürtçe Kurmançe biliyor musunuz anlamında bir seslenişle aynı şekilde…

Sonra mendil satan kadınlar, çocuklar…

İnsan üzülüyor tabi ki… Yardım etmek istiyorsun… Bizim de başımıza gelebilirdi diyorsun. İnsandır diyorsun. Müslüman kardeşimdir diyorsun. Komşumuzdur diyorsun. Diyorsun da diyorsun…

Ama nereye kadar?

Bizim de bir haddimiz kapasitemiz var. 3 milyon rakamı Türkiye için çok büyük bir rakam. Hem maddi olarak, hem toplumsal olarak tolere edemeyeceğimiz bir nüfus.

Evet sevgili dostlar.

 

Tarih tekerrür eder mi?

Dileriz ki etmez.

Ama tarihten ders alınmazsa, olayların nereye varacağı ön görülmezse, günü birlik politikaların peşinden koşturulursa, duygusal davranılırsa, kişi ve parti menfaati millet menfaatinin üstünde tutulursa, bal gibi tekerrür eder.

 

Durum onu gösteriyor ki Ortadoğu’da işler daha uzun yıllar böyle devam edecek. Daha çok göç alacak gibi duruyoruz.

 

 Kavimler Göçünün bir benzerini yaşamayız inşallah…

 

Sağlıcakla…