İçişleri Bakanlığı"nın Dink"i korumadığı için suçlu bulunmasının ardından Avukat Fethiye Çetin Taraf"a konuştu: Devlet, cinayetin ortasında duruyor.

Hrant Dink cinayeti, Türkiye"nin AK Parti"ye yönelik darbe planlarının yapıldığı tarihlerde, ülkeyi kaosa sürüklemek amacıyla Danıştay baskını, Rahip Santoro cinayeti ile Malatya Zirve katliamının tam ortasında yer alan çok önemli bir kırılma noktası, adeta bir milat. Bu cinayet, Dink"in etkin ve ezber bozan Ermeni aydını kimliği ile de Türkiye"nin İttihatçılardan aynen devraldığı derin devleti en tepeden ve tüm ayrıntılarıyla görüyor. Tam da bu nedenle cinayetin hem öncesi, hem de sonrası, devletin içinde yuvalanmış suç odaklarınca karanlıkta tutulmaya gayret ediliyor. Burada hem “Ermeni”ye karşı aşkın nefreti paylaşan görevlilerin gönüllü ihmalleri, hem de doğrudan cinayeti işleyen örgütün içinde yer alan görevliler söz konusu. Siyasi irade ise kendi döneminde işlenmiş ve aslında faili hem meçhul, hem de meşhur olan bu cinayetin üzerine gerektiği gibi gitmiyor. Halbuki, Türkiye"nin tel tel dökülen, adaleti sağlamak yerine ideoloji bekçiliği yapan yargının içindeki cesur ve namuslu yargı mensuplarının tek ihtiyacı, siyasilerin önlerini açması. Ama bunun yerine, Dink cinayetinde mesuliyeti bulunan 28 görevliye soruşturma açılması üzerine İçişleri Bakanı Beşir Atalay vakit kaybetmeden “Soruşturma yok, inceleme var” diyerek devletin mesajını savcılara iletiyor. O İçişleri Bakanı ki, kurumu İstanbul 10. İdare Mahkemesi"nce Dink"in öldürülmesine imkanı ve bilgisi olduğu halde engel olmadığı ve onu korumadığı için mahkum etmiş.

İşte, bu yüzyılın davasında gelinen son noktayı, AİHM mahkumiyetini, açılan yeni soruşturmayı ve davanın son durumunu Dink Ailesi avukatı Avukat Fethiye Çetin"le konuştuk.

Başbakan Erdoğan geçenlerde bizzat Dink cinayetinin ardındaki komuta merkezinin ortaya çıkartılamadığını ifade etti. Ancak bunun olabilmesi için mahkemenin Pelitli şeytan üçgeninden dışarı çıkması lazım. Nedir buna engel olan? Mahkeme neden ihmal ve kastı olan yetkilileri davaya dahil edemiyor?

Aslında elimizdeki bilgi ve kanıtların çok azı dahi bunun olabilmesi için yeterli. Bilindiği gibi cinayet soruşturmasını yürüten İstanbul Savcılığı iddianameyi hazırlayıp Mahkeme"ye sundu ancak soruşturma dosyasını açık tuttuğunu ve soruşturmanın devam ettiğini bildirdi. Bu şu demek; yargılanan örgüt bu sanıklardan ibaret değil, elde edilen yeni kanıtlarla iddianameye yeni suç ve suçlular eklenebilir. Ancak gerek davada, gerekse idari inceleme ve soruşturmalarda çok sayıda yeni bilgi ve bulgu elde edildiği halde bırakın yeni davaları, iddianamenin sınırlarını aşmak dahi mümkün olmadı. İdari soruşturmalar konusuna gelince bakın size İstanbul Bölge İdare Mahkemesi"nin tavrını anlatayım. Bu incelemeler sırasında İstanbul Emniyet görevlilerinin sorumluluklarına ilişkin 3 ön inceleme raporu hazırlandı, 2 bilirkişi raporu ve bunlara ilaveten yüzlerce belge, tanıklık ve ifadeler ortaya çıktı.

Müfettişler bunlara dayanarak önce sekiz görevli hakkında soruşturma açılmasını istediler. İstanbul Valisi Muammer Güler, Celalettin Cerrah ve Ahmet İlhan Güler"i dosyadan ayırdı ve geri kalanlara izin verdi. Ancak İstanbul Bölge İdare Mahkemesi gerekçesiz bir kararla bunca delili göz ardı etti ve hiçbir emniyet görevlisi için soruşturma izni vermedi.

Bildiğim kadarıyla iç hukuk yolları böylelikle tıkanmış oldu. Siz ne yaptınız bunun üzerine?

AİHM"e gittik. Ana dava bir yandan devam ederken davanın önemli bir parçasında AİHM safahatı başladı ki, bu hem önemli hem de benzersiz bir durumdur. Tam bu esnada yaptığımız çalışmalar neticesinde çok önemli bir yeni delil ortaya çıktı. Bildiğiniz üzere Trabzon"dan İstanbul"a gelen istihbarat yazısında Yasin Hayal"in İstanbul"da ses getirecek bir eylem yapacağı, hedefinin Hrant Dink olacağı, bu amaçla İstanbul"a gelip gittiği ve Ümraniye"deki abisinin fırınında kaldığı bilgisi vardı. İstanbul Emniyeti, mahkemeye bu istihbaratın değerlendirdiklerini, iki polis memurunun bu adrese gittiği ancak bu adreste böyle bir fırın olmadığını rapor ettiklerini bildirmişti. Oysa, elimizdeki belgeye göre bu iki polis memuru aynı gün sabah saat 09"dan gece 24.00"e adar Fatih"te başka bir takipte oldukları anlaşıldı.

Yani Emniyet mahkemeyi yanıltmış ve sahte evrak düzenlemişti. Sonra ne oldu?

Tam o esnada AİHM Türkiye"yi beş başvuruyu birleştirdiği davada dört kez mahkûm etti. Dink"in korunmadığını, cinayetin önlenmediğini ve cinayetten sonraki dava sürecinde özellikle devlet yetkililerinin etkin soruşturulmadığını kayda geçerek yaşam hakkı, ifade özgürlüğü ve etkin başvuru konusunda ihlal tesbit etti. Bu arada, müfettişler ise biraz önce değindiğim bu yeni delile dayanarak ayrıntılı bir inceleme yaptı ve bu kez dokuz görevli hakkında soruşturma talep ettiler. Vali Güler yine Cerrah"ı ve İlhan Güler"i ayırdı ve geri kalanına izin verdi. Biz bu karara Celalettin Cerrah, Ahmet İlhan Güler yönünden itiraz ettik. Hatta Fatih Cumhuriyet Savcısı da Ahmet İlhan Güler için de soruşturma izni verilsin diye itiraz etti. Ancak, önceki kararı, AİHM tarafından İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesine aykırı bulunan İstanbul Bölge Mahkemesinin hakimleri, sanki AİHM kararı yokmuş ve yeni bir delil de elde edilmemiş gibi hiçbir görevli hakkında soruşturmaya izin vermedi.

Peki AİHM kararlarının Türkiye içinde bir yaptırımı yok mu? Sembolik mi alınıyor o kararlar?

Olur mu öyle şey! Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin yetkisini kabul ettiğinden sözleşme uyarınca mahkemenin kararlarını uygulamak zorundadır.

Haberin devamı bugünkü Taraf Gazetesi'nde...