Abdullah Öcalan, kendisiyle İmralı’da devlet adına görüştüğünü ileri sürdüğü yetkililerle (eğer giderlerse) bugün son kez görüşecek... Kandil, bu görüşmeden çıkacak sonuca göre, eylemsizlik sürecini ya bitirecek, ya da erteleyecek. Öcalan’ın önceki avukat görüşmelerinde söylemlerine bakılırsa, bugünden itibaren çatışma ortamı yeniden başlayabilecek. Çünkü Öcalan, hükümetten Kürt Sorunu’nun çözümü için talep edilen somut adımların atılmasını zayıf bir ihtimal olarak gördüğünü belirten görüşler dile getirmişti.

Ancak gelinen nokta, İmralı ve örgütü eylemsizliği seçmeye itecek gibi görünüyor. O nedenle kritik gün bugün değil!..

Kritik günün neden bugün olmadığına döneceğiz, ama önce seçimler... 

 

Bu coğrafyada daha seçim startı verilmeden hangi siyasi partilerin at koşturacağı gün gibi aşikârdı. Eğer öngörülerimizin bize biraz da olsa yardımcı olduğuna inanıyorsak bunu tartışmak bile yanlış olur... Hem 2007 genel seçimleri, hem de son yerel seçimler gösterdi ki Doğu ve ve Güneydoğu, iki partiden sorulur: BDP ve AK Parti!..

Siyaset arenasında, kısa bir dönem dışında neredeyse hiç bir araya gelmeyen bu iki siyasi partinin Bölge ile ilgili tek hesapları vardı; Coğrafya’nın birinci partisi olmak... Öyle ki Diyarbakır’dan daha önce 4 bağımsız milletvekili çıkaran, bu seçimde de önüne 6 milletvekili hedefini koyan BDP, bütün yoğunluğunu “oy patlaması” üzerine yaptı. Tek amaç, 12 Haziran akşamı, “Temsiliyet Tartışmaları”na son noktayı koymaktı. Temsiliyet tartışmalarına girmeden önce, her iki partinin bundan önceki 2007 genel seçimleri ile en son 12 Haziran 2011 genel seçimlerinde aldıkları oy oranlarını ve milletvekili sayılarını hatırlatalım, kararı da kamuoyuna bırakalım.

2007 Genel Seçimleri:

Bağımsızlar:

Milletvekili sayısı:4

Oy miktarı: 219 bin 779

AK Parti:

Milletvekili sayısı: 6

Oy miktarı: 191 bin 214

2011 Genel Seçimleri:

Bağımsızlar:

Milletvekili sayısı: 6

Oy miktarı: 397 bin 429

AK Parti:

Milletvekili sayısı: 5

Oy miktarı:217 bin 728

Rakamlar ortada. Tabii, yüzde onluk seçim barajının BDP açısından dezavantaj olma fonksiyonunu da unutmamak gerekir. Diyarbakır’ın son nüfus sayımıyla birlikte bir milletvekilliği daha kazandığını da hatırlatalım bu arada: On olan milletvekilliği sayısı 11’e çıkmıştı. Bir başka deyişle bu iki siyasi partinin milletvekili çıkarma sayısı açısından berabere kalma olasılığı yoktu.

Genel değerlendirmeler, BDP’nin amacına ulaştığı yönündedir. Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blok’u, adaylarını açıkladığında önüne 30-40 milletvekili aralığını koymuştu. Ama BDP açısından Diyarbakır’da galip gelmenin başka bir anlamı vardı. Bu nedenledir ki en çok milletvekilliği çıkarma sayısını BDP Diyarbakır’da başarmayı planlamıştı. Çıkarılan 36 milletvekili BDP’nin hedefini tutturduğunu gösteriyor. Seçilenler arasında neredeyse her kesimi ve etnisiteyi temsil eden isimlerin olması olumlu bir gelişme olarak algılanıyor. Yeni Meclis’te Kürt siyasi hareketinin önemli temsilcileri Hatip Dicle, Leyla Zana (17 yıl önce yaka-paça çıkarıldıkları Meclis’e yeniden geri dönüyorlar); şiddeti lügatınden çıkaran KADEP Genel Başkanı ve Ecevit’in Eski Bayındırlık Bakanı Şerafettin Elçi; dindar kimliğiyle bilinen Yazar Altan Tan; Süryani kökenli Erol Dora ve Sırrı Süreyya Önder, Ertuğrul Kürkçü, Levent Tüzel gibi solcular da olacak. Hatta neredeyse Deniz Gezmişleri, Mahir Çayanları Meclis’te anımsatacak eski arkadaşları olan Ertuğrul Kürkçü’nün ayrı bir yeri bulunmaktadır. Leyla Zana’nın Meclis’teki yemin törenine atıfta bulunarak, “Geçmişi unutmamak, ama geçmişe de takılmamak lazım” söylemi gelecekle ilgili bazı ipuçları da veriyor. En azından ilk dönemlerde bir uyum söz konusu olacak. Bu durum kamuoyunda BDP’nin güçlü bir muhalefet sergileyeceği algısını yaratıyor. Ancak, aynı Blok’un ne kadar bağımsız olacağı da merak konusu... Çünkü geçmişte yapılan “BDP inisiyatif almıyor, topu İmralı’ya atıyor” eleştirilerini de unutmamak gerekiyor. Bu eleştirisel durum en küçük krizde BDP’li vekillerin önüne gelecektir.

PEKİ YA AK PARTİ?
AK Parti, seçimlere radikal bir liste değişimiyle girdi. Öyle ki Diyarbakır’da, mevcut milletvekillerinden sadece Tarım Bakanı Mehdi Eker, listenin ilk sırasında kendisine yer buldu. Diğer adaylar ise kamuoyunun bilmediği, tanımadığı isimlerdi. Büyük tepkiler oldu... Bu durum “AK Parti Kürt sorunu konusunda masadan çekildi” olarak algılandı. Başbakan, sadece Kürt meselesiyle yakından ilgilenen isimleri değil, aynı zamanda birçok ilde büyük aile ve aşiretlere de kapıları kapattı. Çok partili dönemden bu yana Doğu ve Güneydoğu’da bir ilk yaşanıyordu. Diyarbakır ikinci sıra adayı ve eski TSO Başkanı Galip Ensarioğlu’nun bundan istisna tutulduğu bu süreçte, Hakkari, Şırnak ve bazı iller dışında, başta Şanlıurfa olmak üzere bir çok ilde aşiret ve büyük nüfuzlu ailelere rağbet gösterilmedi. Bu gelişme, geçmiş yıllarda paket veya blok oylarıyla merkez sağ ve sol partilerin emrinde olan bölgenin ileri gelenleri arasında âdeta şok etkisi yarattı.

Neredeyse her ilde, muhalefet sesleri yükseldi. Ama listelerden geri adım atılmadı. AK Parti bununla da yetinmedi, ağır toplarını birçok kentte aday listelerin başına koydu. “İthal aday” eleştirileri dikkate alınmadan yola devam edildi. Bütün bu yaşananlara en çok da aşiretçilik yapısının güçlü olduğu Şanlıurfa tepki verdi.

Geçmişte "ceket muhabbeti"yle gündeme gelen kentte bazı aşiret üyeleri bağımsız adaylığa soyundu. BDP’nin desteklediği iki aday dışında Ahmet Ersin Bucak, Zülfikar İzol, Mahmut Cevheri ve Zeynel Fatih Şıhanlıoğlu gibi büyük aşiretlerin üyeleri de Şanlıurfa’da bağımsız aday oldular. Ancak seçmen BDP destekli adaylar dışındaki bağımsızlara vize vermedi.

Bu, AK Parti’nin zaferi midir, yoksa aşiretlerin yenilgisi midir, en doğru yanıtı zaman verecektir. Ancak görünen o ki, AK Parti’nin artık aşiretlerden çok bireyi ön planda tutan bir seçmen profili var...

Doğu ve Güneydoğu, bu seçimlerde birçok ilki de yaşadı. “Sivas’ın ötesi” söylemi, uzun bir süre kullanılamayacak şekilde rafa kaldırıldı. CHP 9 yıl, MHP 15 yıl sonra Diyarbakır’da boy gösterdi. Karşılıklı iyi niyet temennileri sunulsa da, bunun sandığa yansıması, bir hayli zaman alacağa benziyor. CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun kucaklayıcı söylemleri, MHP liderinin İstasyon Meydanı’ndaki “kardeşlik vurgusu” bu seçimin kazanımlarıydı. Kaybeden ise meydanlardaki siyasi üslubun zaman zaman düşen düzeyi oldu.

Bir hatırlatma yapmakta yarar var; geçmişte BDP geleneğinden gelen partiler devlet baskısından, bugün ise AK Parti BDP baskısından şikayetçi. Bu da ilginç bir ayrıntı.

Yazımızın başındaki kritik günün bugün olmadığı meselesine gelirsek...

Birincisi; herkes biliyor ki 15 Haziran tarihini referans alırsak, 12 Haziran seçimlerinin hemen ardındaki üç günde değil AK Parti Hükümeti, hiç bir hükümet bir şey yapamaz.

İkincisi; artık Meclis’te çok daha güçlü bir BDP var. Baraj sorununa rağmen seçimlerden böylesine güçlü çıkan bir BDP’ye hem İmralı, hem de Kandil bir süre daha kredi tanıyacaktır. Dolayısıyla Öcalan’ın ilk avukat görüşmesinde, eylemsizlikle ilgili yeni bir takvim açıklaması beklenecek. Bu süre, hem BDP’nin hem de hükümetin elini rahatlatacaktır. Aksi durumda, seçim süresince gergin olan AK Parti-BDP ilişkileri, yeni Meclis’te daha da gerilecektir. Tahminler bu riski, şu aşamada her iki partinin de alamayacağı yönündedir.

Dolayısıyla, “yeni anayasa” tartışmalarının yaşanacağı bu süreçte, Bölge seçmeninin mesajını hem BDP, hem de hükümet iyi okumalıdır. Çünkü seçmen, her iki partiye hem “yetki” hem de “bir araya gelin” mesajı verdi. Bundan sonrası siyasilere kalmış. Çünkü Bölge insanı artık, “yarınını net görmek istiyor.”

Bir de hâlâ anlayamadığımız bir durum var; hem AK Parti, hem de BDP her fırsatta Kürt sorununu çözmek adına yola çıktıklarını vurguluyorlar. Ama nedense, hiç bir zaman da bir araya gelmiyorlar. Sahi, eğer bu iki siyasi parti, bu sorunun çözümü için yola çıkmışsa, bu konuda yan yana olmaları gerekmiyor mu?

Geçmişte olmadı bu! Bakarsınız bu dönem yan yana gelirler. Zor ama imkânsız değil. Belki o zaman “hayaldi, gerçek oldu” diyebiliriz. Ve belki de o zaman ülkemizde Kürt sorunu açısından “kritik gün” diyeceğimiz bir gün’ümüz olmayacaktır!