Kainatın tek sahibi vardır ve bu kainatta her ne var ise O'nundur.

İnsanların bunu bilmeden bu dünyaya ait yaptıkları sahiplenmelerin hiç bir kıymeti harbiyesi yoktur.

Bu sahiplenme bilmeden dahi olsa Tevhidi görüşe aykırıdır.

Bu şekilde davranış biçimi içinde gizli "Şirk" barındırmaktadır.

"Şirk" Allah'a inanmamak değil, tam aksine iman ettikten sonra O'na bir biçimde ortak koşmaktır.

Gündelik hayatımızda bunun pek çok örneğini görmemiz mümkündür.

Bu öyle hal almaktadır ki; Allah'ın tercihinde özgür bıraktığı kulunu sırf evladımız, eşimiz veya yakınımız diye biçim vermeye çalışmak olarak tecelli etmektedir.

Bu çabamız tebliğ ve hatırlatmanın dışında bir hale dönüşmektedir.

Bu alemde yaratıp sahiplendiği her şeyi koruyup kollayan ve gözeten yegane varlık O'dur.

O'nun dışında sahiplenme eylemine kalkışanların hepsinin sahiplendiklerinden bir menfaatleri vardır.

Yalnız O sahiplendiklerinden kendi adına bir pay beklemez.

O'na kulluk insan için İzzettir, onurdur ve özgürlüktür.

O'ndan gayrisine itaat ise zillettir, alçalmadır, esarettir.

Hayata bakışımızda bu birleme , tevhid, bütüncül yaklaşımı tesis etmediğimizde, kendi indi aklımıza, bizi kuşatan gelenek, örf duvarlarına, şahsi menfaatlerimize ve bizi ama rızık, ama can, ama başka sebeplerle kuşatarak Allah’tan uzaklaştırmaları kaçınılmazdır.

İnsan olarak yeryüzünde bizim dediğimiz yegane şey bu dünya hayatında yapıp ettiklerimizdir.

Yani günah ve sevaplarımızdır, amellerimizdir.

Bunun dışındaki mal, mülk, evlat, eş vs her ne varsa hepsinin gerçek manada sahibi biz değiliz. Mülkümüz, evlatlarımız, eşimiz imtihanımız için bize verilen nimetlerdendir.

Hatta kendi benliğimizi inşa ettiğimiz vücudumuz bile biz ait değildir.

Bu saydıklarımız üzerinde hiçbir zaman mutlak kudret sahibi değiliz.

Çok sağlıklı bir anımızda vücudumuzda baş gösteren bir rahatsızlık ,hastalık bir anda bizi alaşağı etmektedir.Ve biz doktor doktor,hastane hastane koştursak da çözüm bulamamaktayız.

Yine benim dediğiniz evlat , ana, baba vs gibi sahiplendiklerimizin de bir anda elimizden kayıp gitmesine mani olmayız.

Bazen evlatlarımızın bir birey olduğunu unutur onlara doğruyu tavsiyenin ötesinde kendi doğrularımızı imana zorlarız.

Onların birey olduğunu ve kendi hesabını kendinin vereceğini unuturuz.

Kimbilir beklide çevrenin bizden bunu beklediğini düşünür, çocuklarımızdan dolayı bizi kınamasından korkarız da ondan böyle yaparız.

Öyle evlatlar da vardır ki anne ve babasını biçimlendirmek ister.

Bizim birbirimize rol tayin etmeye ve o rolü oynamaya talep etmeye ne hakkımız var.

Yine, üç kuruşluk dünya malı için miras başında kavga etmeğe değer mi?

Bu cihan ne zenginler görmüş, ama bir anda o zenginler  mal ve mülkünü kaybetmiştir.

Tekrar edecek olursak, yeryüzündeki yürüyüşümüz esnasında bizim kullanımımıza verilen bütün imkanlar imtihan aracı olarak verilmiş nimetlerdir.

Biz bu nimetlerin gerçek sahibi değiliz.

Durum bu olduğu halde insanoğlu neyine hırslanırda çevresinde paylaşma yerine,

sahip olma hırsına kapılır.

Bu hırs ve tamah uğruna helal- haram çizgisini tanımaz.

Gönül yıkar, düşmanlıklar üretiriz.

,

Sosyal medyada bu konuyla ilgili düşüncelerinizi #aydınkonuşuyor etiketiyle paylaşın, yayınlayalım! 

facebook.png twitter.png

habericiuygulamalar.jpg