Gazeteci Sibel Oral, 2006 yılında yayımlanan “Beni Beklerken”den sonra ikinci romanı “Zayi”de acılarla ziyan olan hayatları anlattı.

12 Eylül’le edebiyat üzerinden bir yüzleşme, bir hesaplaşma “Zayi”... Oral, “Edebiyat gerçeği daha net gösterir. Edebiyat korkmaz. Cesurdur, cesaretlidir, umrunda da değildir” diyor.

** Roman kahramanlarından birinin ismi ironik olarak “Adalet” konmuş.
Aslında çıkış noktam “Adalet” değildi. Sonradan gelişti. Bir baktım tüm kahramanlarda eksik olan şey adalet. Adalet de öyle geldi. Manzaraya bakınca adaletin olmadığını gördüm ve bir şekilde oluştu. Metin ve kahramanlar kendi kendini doğurdu yani. Böylece “Adalet” geldi ve gitti.. Romanı yazarken giden “Adalet”in dönmesini çok bekledim, istedim. O nedenle romanın birkaç farklı versiyonu var. Adalet’i getirdiğim yerler de oldu. “Getirdiğim” diyorum çünkü o gelmedi, ben zorla onu getirdim ve oraya koydum. Ama o versiyon olmadı. Emanet duruyordu. Anladım ki “Adalet” gelirse yalan olacak, “Zayi” kendini çürütecekti.

KAHRAMANIN YAZGISI

** Romanın tanrısı olmak nasıl bir duygu. Karaktere can verip almak...
İlk önce kendimi çok güçlü hissediyorum çünkü her şey benim elimde, parmaklarımın uçlarında. Ama bir yerden sonra -demin dedim ya, metin kendi kendini buluyor ve doğuruyoro kadar çaresiz zamanlarım oluyor ki yazarken. Ben değil, sanki kahramanlarım beni yönetiyormuş gibi oluyor. Romanı yazarken ilk başta güçlü oluyorum ama sonra ben de içine karışıyorum metnin.

** Bir noktadan sonra kahramanların yazgısı yazarın elinde olmuyor yani, olması gerektiği gibi gelişiyor her şey, öyle mi?
Çok doğru tanımladın. Aynen öyle.

** Kitapta kendine mesele ettiğin konular da var. Mesela karakterlerden biri travesti. Sözde namus cinayetine kurban edilen travesti Sofie.
Romandaki karakterlerin her biri ayrı bir öyküydü, hikâyeydi aslında. Bu benim ikinci romanım ama ben hep öykü kitabı yazmak istiyorum.

**Kalbin ve kalemin öyküden yana.
Evet kesinlikle. Ama bir şey oldu ve bunların hepsi bu romana toplandı. Sofie de bir öykünün kahramanıydı. Ben gerçekten Sofie’yi tanıdım. Benim komşumdu. Onun neler yaşadığını, adalet karşısında neler yaşadığını da gördüm.

**Öyle bir hikâye anlatmışsın ki. Kimin tarafından baksan, o haklı...
Evet. Mesela Rızvan efendi aslında ispiyoncu. Ama onun tarafından baktığında o da haklı, çünkü oğlunu koruması gerekiyor. Olaylara her taraftan bakmaya çalışıyorum. Keşke toplumumuzda da olaylara her taraftan bakılabilse.

"YAZARIN MAHREMİNE SAYGI DUYUYORUM"

** Bir taraftan kitap eki hazırlıyor, diğer taraftan da yazıyorsun. Edebiyat söyleşileri de yapıyorsun. Yazarı tanımak mı, tanımamak mı diye sorsam?

(Gülüyor) Bazen tanımak, bazen de tanımamak. İlk söyleşilerde çok heyecanlıydım. Çocukluğumdan beri okuyup bildiğim bir yazarın karşısına geçip sorular sormak çok heyecan vericiydi. Hayal kırıklığı yaşadığım zamanlar oldu ama şunu öğrendim: Çok insani bakabiliyorum artık her şeye. Bir şekilde hayat, edebiyat bana bunu öğretti. “O da öyle bir insan” diyebiliyorum.

** Edebiyat mı törpüledi yani?
Evet. Biraz da öyle. Çok okumak, edebiyat, insanı daha merhametli, daha vicdanlı yapıyor. Bazen de delirtip kafasını karıştırıyor.

"YAZMANIN NTADI RESİMDEN DAHA ÇOK HOŞUMA GİTTİ"

** Yüzleşmeler ve ödeşmeler var romanda. Edebiyat üzerinden bu tür hesaplaşmalar daha mı kolay ve rahatlatıcı?
Bu, bütün sanat disiplinleri üzerinden yapılabilir bana göre. Ama edebiyat sözle var olduğu için, edebiyat üstünden yapmak benim için daha önemli. Yakın tarihte yaşananlar da öyledir. Edebiyat gerçeği daha net gösterir ve edebiyat korkmaz. Cesurdur, cesaretlidir, umrunda da değildir. Her ne kadar naif görünse de, aslında sert yazarsan çok da serttir. Sert yazılıyor mu diye sorarsan, son 10 yılda evet sert yazılıyor.

**Bir taraftan da çocukluğundan beri resim yapıyorsun. Anlatmak istediğin zaman herhalde sanata sarılanlardansın...
Benim için yazı daha kurtarıcı. Resimle benim aramda tuhaf bir ilişki var. Çocukluğumda başlamıştı. İlk romana başlayana kadar sürekli resim yapıyordum. Evin bir köşesi atölye gibiydi. Romana başlayınca resmi bıraktım. Çünkü resim bana yetmedi. Ne yaparsam yapayım, kendimi tuval karşısında ne kadar parçalarsam parçalayayım olmadı. Sesim çıkmadı yaptıklarımda. Bütün resimlerimi, tablolarımı attım. Çünkü bir kere romanın tadına, yazının tadına baktım ve tadı çok hoşuma gitti.

HT GAZETE/ ÜMRAN AVCI