Ayhan Çarkın. Eski bir özel harekâtçı. Susurluk"ta bir mercedesin kamyona çarpmasıyla ilk kez adı duyuldu. Devlet adına cinayet işleyen derin devletin tetikçisi olarak yargılandı. Ceza alınca memurluktan atıldı. Cezaevinden çıktıktan sonra Kumkapı sahilde bir baraka içerisinde, sahilde yürüyüş yapanlara çay satarak geçimini sürdürmeye başladı. Newroz"a, ailesiyle birlikte katılması ve ardından çıktığı programlarda Susurluk dönemiyle ilgili çarpıcı açıklamalarla yeniden Türkiye"nin gündemine geldi. Dün İstanbul Emniyet Müdürlüğü"ne bağlı Organize Şubesi ekiplerince gözaltına alınan Ayhan Çarkın, son röportajını Taraf "la yaptı. İşte “kullanıldım” diyen Çarkın"ın açıklamaları...

Önce Diyarbakır günlerinizden başlayalım. Orada ne zaman görev yaptınız?

1986-1990 yıllarında. Özel harekâtın ilk giden grubuyduk. Sonra ikinci grup geldi. İbrahim Şahin"in grubu. Onlar özel harekâtı bozdular. Diyarbakır"da görev yaptığım dönemde, kamuflajla evime gidiyordum. Lojmanımız yoktu. Kirada oturuyorduk. Halkın içerisinde. Bize hiç tepki yoktu.

Diyarbakır"da neler yaşandı da, devlete tepki duymayan halk, daha sonra devletten korkar oldu?

Biz jandarmanın uygulamalarına o dönem karşı çıkıyorduk. Köylere giriyorlardı, infazlar. Özel harekâtçı olarak jandarmanın yaptığı uygulamaları yapmıyorduk. Halka çok işkence yapıldı. Diyarbakır Cezaevi"nde bok yedirdiler halka.

Hepsini asker mi yaptı? Polis bu işlerin içerisinde yok muydu?

Diyarbakır Cezaevi"nin hemen yanındaydı şubelerimiz. Cezaevi, yanında siyasi şube, istihbarat vardı. Hanefi Avcı istihbarattaydı. İstihbarat dediğin işkence yapıyordu. Siyasi şubedeydi. Cezaevi duvarıyla yan yanaydı şubesi. Onun yanında da bizim şube vardı. Cezaevi koridorundan adamlar içeri alınıyor, işkence yapılıyordu. Necdet Menzir o dönem orada müdürdü. Cezaevinden gelen çığlıkları şimdi duyuyorum ben. Kahkaha atıyorlardı.

İtirafçı müessesi de Avcı"nın döneminde başladı sanırım...

İtirafçıları kullanan, onlara operasyon yaptıran da bunlar. Kendi işlerini temizlettiler itirafçılara... Hizbullah diyorlar. Ne Hizbullah"ı, hepsini bunlar yaptı. Dönemimizde Hizbullah falan yoktu. Ne olduysa 1990"dan sonra oldu. Ben de 1990"da İstanbul"a geldim. Operasyon timindeydik. 13 kişiydik. Bütün örgütlerin operasyonuna biz giderdik. Bize adresleri gösteriyorlardı. Operasyon yapıyorduk.

İlk yaptığınız operasyonu hatırlıyor musunuz?

Unutmadım ki. İlk olay TİKKO operasyonuydu. Kemal Yazar. Yaralı ele geçirdik. Ben vurdum. Dursun Karataş Cezaevi"nden firar ettirildi, ondan sonra başladı her şey.

Bahçelievler çatışmasında da siz vardınız sanırım...

Evet. O çatışma 3,5 saat sürdü. Hatta iki tane kadın vardı. Onları aldık. Ben orada üç tane de polis vurdum. Çünkü orada iki çocuk vardı. İçerdekilerle konuştuk. Bir şey yapmayacağız çocuğu ve kadını bırakın diye. Bana inandılar. Çocukları bıraktılar. O arada bizimkiler ateş etmeye kalktılar. Kollarından vurdum.

Dev-Sol"un başına geçeceği söylenen Sinan Kukul ve Sabahat Karataş"ın infazı da derin devletin örgüte yön verme operasyonu muydu?

Sinan Kukul başına geçecekti, ondan öldürüldü. Bunu kime soracaklar. Fikret Işıkkaralar. Bu işleri en iyi bilen o. Dev-Sol masasının başındaydı.

Peki Bedri Yağan operasyonu. Çatışma demişlerdi ama "Mösyö" kitabımda adli tıp raporlarını yayımladım. Kafalarına sıkılarak öldürüldükleri ortaya çıktı.

Bedri Yağan operasyonunda ben başka yerdeydim. Olay yerine gittiğimde bitmişti herşey. Hatta iki tane çocuk vardı. Sağ kurtulmuşlardı çatışmadan. İçeri dahi girmedim. İki çocuğu dışarıda alan kişi benim. O olay infazdı.

Dursun Karataş nasıl kurtuldu?

Karataş o operasyonlardan anlaşarak kurtuldu. Sonra ona polisleri taratma işlerini yaptırdılar. O dönemin bütün polis istihbarat ve MİT yetkililerinin alınması sorgulanması lazım.

Devlet mi polisleri tarattı?

Kağıthane"de beş polis öldürüldü.

Haberin devamı bugünkü Taraf Gazetesi'nde...