Dedesi Atatürk'ün sınıf arkadaşı ve cephelerde savaşan bir subay olan Olcay, "Cumhuriyet de, İslamiyet de kimsenin tekelinde değil. Cumhuriyetçi olmak dinden uzaklaşmaya neden değil. Bu ayrışma son derece gereksiz. 'Ömer Baba kime hizmet ediyor?' diye arkadaşlar soruyor. Allah'a hizmet ediyorum." diyor.


Cumhuriyet de, İslamiyet de kimsenin tekelinde değil

Şu an 'Nefesin ve nefsin doydu mu?' isimli bir konseptle sahnedesiniz. Nedir bunun içeriği?


Çok lirik, insan ruhuna hitap eden bir konsept bu. Oğlumun yaptığı özgün müzikler var, ebru sanatı ile göz zevkine hitap ediyoruz. Ben de Mesnevi'den rubailer, Yunus Emre ve Şeyh Galip şiirleri, Bektaşi dizeleri seslendiriyorum. Araya benim şiirlerden de koydum. Yalnız herkesten özür diliyorum, benim yazdıklarımın onların yanında ne kadar değeri var ki?


Peki doyuyor mu nefes ve nefis?

Doyması lazım. Nefis açtır, doymaz ama doyurduğun zaman tadını almaya başlarsın yaşamın. Neden ve niçin yaşadığını anlarsın.


Bunlardan ne zaman tat almaya başladınız?

Gençliğimden beri nefsimi doyurmaya çalışıyordum ama bilinçli olarak 20 sene olmuştur.


Sizi etkileyen bir olay mı oldu?

Bir değil, birtakım olaylar etkiledi. Önemli olan bakmak değil, görmektir. Tabii bu arada saygı ve rahmetle andığım hocalarım oldu. Hâlâ yaşayanlardan birisi Kütahya'daki Mehmet Dumlu hocadır. Rahmetli Haluk Nurbaki hoca vardı Ankara'da, ondan çok şey öğrendim. İnsan her şeyi biliyorum diye ortaya çıkmamalı, her an, her saniye öğreneceği yeni şeyler var.


45 yıldır sahnedesiniz, ama insanlar sizi Kurtlar Vadisi'ndeki 'Ömer Baba' rolüyle daha çok tanıdı. Bunda televizyonun gücü mü yoksa Ömer Baba karakterine duyulan ihtiyaç mı etkili?

Tiyatro oynadığım dönemde de aslında tanınıyordum, her oyunda 400 kişi olsa, 100 oyunda 40 bin kişi eder. Ama insanlar evlerinde oturmayı tercih ediyor, tiyatroya gitmek yerine. Deli Yürek'te ve TRT'nin dizilerinde de oynadım. Toplum birtakım şeylere ihtiyaç duyuyor, çünkü boşluk hissediyor. Özellikle gençlik, 'Ne nedir?' sorusunu sürekli soruyor ama yanlış cevaplar alıyorlar. Doğru yönde anlatan birisini gördükleri zaman da sarılıyorlar.


Dizilerde, doğru bir dinî karakter neden yok?

Bu politik bir şey de olabilir ama beni aşıyor. İnsanlara ahlaki değerleri, edebi vermek gerekir. Bunu öğretirsek rahata erecek olan bu ülkedir.


Üstlendiğiniz misyona

karşı çıkan yok mu?


Arkadaşlarım karşı çıkıyor. 'Ne yapıyorsun? Kime hizmet ediyorsun?' diyorlar. Bu lafları gülümseyerek karşılıyorum. Ben neye hizmet ediyorum? Allah'a, beni Yaratan'a hizmet ediyorum. Onun yarattıklarına birtakım doğru mesajlar verilmesi gerektiğini biliyorum. Ben megafonum, aracıyım. Din adamı değilim, oyuncuyum.


Bunu söylerken rol yapmıyorsunuz değil mi?

Şu anda rol yapmıyorum. Son derece samimiyim. Ama televizyonda rol yapıyorum.


Kanaltürk'te Ramazan ayında bir diziniz yayınlanacak. Oradaki rolünüz ne olacak?

15 gün iftardan sonra yayınlanacak bir program. Eşi vefat etmiş, emekli bir öğretmeni canlandırıyorum. Bir torunu var ve onunla beraber eşinin 'gönül bahçem' dediği yerlerde dolaşıyor, gönlüne düşenleri yazıyor. İnsanlarla sohbetler ediyor, dertleriyle ilgileniyor. Ama bu bir Cumhuriyet öğretmeni; gözlüğü, takım elbisesi, dolma kalemi, bastonu ve fötr şapkasıyla... Yakasında bir Türk bayrağı rozeti de var. Ben burada bir şey anlatmaya çalıştım. Cumhuriyet de, İslamiyet de kimsenin tekelinde değil! Çünkü toplumda 'Ben Cumhuriyetçiyim, sen dincisin, ben dinciyim sen Cumhuriyetçisin!' diye bir çatışma var. Son derece gereksiz. İrade ve özgürlük kişiye mahsustur, kimse karışamaz. Biri birine sevgi ve saygı duyarsa o da sana duyar.


'Şimdi kime hizmet ediyorsun?' diyecekler?

Yine Allah'a hizmet ediyorum. Çünkü edep, sevgi anlatıyorum. Görene her yerden mesaj var.


Niye görmezlikten geliyor insanlar?

Çünkü gönül gözü açılmamış gözler var. Bunları tukaka olarak görüyorlar. Oysa ruhlarını güzelleştirseler? Karşındakinin zevk alma kabiliyeti yoksa istediğin kadar konuş.


Yani Hz. Mevlânâ'nın 'Sen ne kadar bilirsen bil, senin bildiğin karşındakinin anlayabildiği kadardır.' sözüne geliyoruz.


Evet o kadar!


Çocukluğunuzun Ramazan'ları nasıldı?

Ankara'da geçirdim çocukluğumu. Dedemler ve ninemlerle çok yakın otururduk. Kestaneler pişer, mısırlar patlatılır, büyüklerimizi dinlerdik. Karşı komşumuzun bir kamyoneti vardı, kamyonete bütün mahalledeki çocuklar doluşur, teravih namazı kılmaya giderdik. (Gülüşmeler) Bizim için eğlenceydi. Camide çorabı delik birini görür, başlardık kıkırdaşmaya. Çok atıldık camiden. (Gülüşmeler) Çaktırmadan dayanamayıp da oruç bozduğumuz çok oldu.


Aileniz nasıldı?

Ailem mutaassıp değildi ama çok dindardı. Oruçlar tutulurdu. Dedem Atatürk'ün sınıf arkadaşıydı. Çanakkale, Trablusgarp, Yemen ve İstiklal Savaşı'nda subay olarak yer almış insanlardan birisiydi. Şimdiki Hacettepe Hastanesi'nin olduğu yer idi doğduğum ev, iki katlı ahşap bir konaktı. Orada bir odada halalarım filan oturup yağlıboya resimler yapardı. Evde çok güzel Türk sanat müziği icra edilirdi. Rahmetli dedemin bazı arkadaşları vardı, bu ülkeyi kurmakta emeği geçmiş, emekli paşalar filan... Dinî ve millî bayramlarda birbirlerini ararlardı. Bu beni çok duygulandırırdı. Şimdi bir telefonla bile arayamıyoruz. Tatil köylerine kaçıyoruz. Bir bayramda en az 40-50 yeri gezerdik. Bunu bilerek tatile teşmil etmeye çalışanlar var.


Cumhuriyetçi gelenekten gelen aileniz içinde Ramazan algısı nasıldı?

Cumhuriyetçi olmak dinden uzaklaşmaya neden değildir. Bu dizideki oynayacağım karakterde de bunu gösteriyorum. İkisi de ayrı bir yaşam biçimidir ama ikisini birbirinden ayıramayız. Ama bugün bazılarının sesi fazla çıkıyor ve buna yardım edenler var. Niye provoke ediyorsunuz kardeşim, niye körükle gidiyorsunuz?


Şeker bayramı mı denirdi Ramazan Bayramı'na?

Hayır, Ramazan Bayramı denirdi. Şeker bayramı ibaresi herhalde şeker sanayiinin çizdiği bir şey. (Gülüşmeler) İşi ucuzlatan bir espridir o.


Evde nasıl bir hazırlık yapılırdı?

Dolmalar sarılır, börekler açılır, tatlılar yapılırdı. El öpünce mendil ve kitap verirlerdi.


Sizin tiyatro tanışıklığınız nasıl oldu?

Liseye kadar çok iyi geldim ama lisede tökezledim. Devlet Tiyatrosu çocuk bölümüne girdim 1964'te. Lise sonda kalan iki dersimi beş yıl sonra, askerden geldikten sonra verdim. Tiyatro bir mikroptur, içinize girerse çıkmaz. Tiyatro sınıfında Kenan Işık, Kerem Yılmazer, Savaş Tamer vardı. Önce liseyi bitirmedim diye 13. olarak kazanmama rağmen tiyatroya giremedim. Sonra lise bittikten sonra 2.likle kazandım, kaydımı yapmaya gittim, 'Yaşın büyük.' dediler. Şöyle bir madde varmış: 'Bu yaşta yaratıcı çizgi durur.' Ya benim durmamış ki, ikincilikle kazandım işte. Ankara'ya gittim, 'Alamayız.' dediler. Sinirle çıktım, üst katta yurt dışı öğrenim genel müdürlüğünü gördüm. Oradan Almanya'ya gittim, tiyatro dekoratörlüğü okudum. Kayseri'de şehir tiyatrosunu kurdum. Eşimle de orada tanıştım, kader böyleymiş demek ki!


Siz çocuk tiyatrosu da yapıyorsunuz...

En zevk alarak yaptığım iş çocuk tiyatrosu. Türkiye'yi kapsayan bir çocuk tiyatrosu projem var, destek bulursam yapacağım. Bizim en büyük gıdamız alkış. Cenazelerin alkışlanması yanlış. Ama bir tiyatro sanatçısı öldükten sonra, sahnede son bir alkış gerekir, camide değil.


Sizi en çok hayıflandıran ne oldu?

Kayseri Şehir Tiyatrosu'nda iken bir ney sahnesi vardı. Bizim kuaför arkadaşımız 'Ben neyzenim.' dedi. Ama her ney ile aynı parçayı üflüyordu. Benim de o sırada ağzımdan 'Ben de üflemeyi isterdim.' diye bir laf çıktı. Ertesi gün iki tane pimaş borudan ney getirdi, koyduk bir kenara. Çok yoğunum ama 52 saat uyumadan sahneye çıktığımı bilirim. Yoğun bir günümde kapıyı açıp 'Hocam üfleyelim.' dedi. Artık her gördüğü yerde 'Hocam üfleyelim.' diyordu. Ben de sinirle bir gün iki boruyu kırdım. Ve ney üfleyemedim. Bence bana verilen bir cezadır. Neyi küstürdüm, o da bana küstü.



Siz nasıl yaşıyorsunuz Ramazan'ı?

Ben maalesef oruç tutamıyorum, kalp ve şeker hastalığım var. İlla ki oruç yemekten içmekten kesilmek değil, onun dışındakileri yapmaya çalışıyorum. İnsanın nefsine hakim olamadığı yerlerde kendimi oldurmaya çalışıyorum.


Sanat camiası, toplumda Ramazan'ın uğramadığı yerler olarak algılanır, öyle midir sizce de?

Eskiden Ramazan'a saygı daha çoktu. Öyle arkadaşlarım vardı ki, 11 ay içki içer, o ay içmezlerdi. Televole diye bir kültür çıktı ya ortaya, bu bizim camiamızı mahvetti. Kabahat de gizlidir, ibadet de. Dini görevlerini yerine getiren çok kişi vardır ve bu çoğunluktadır. Münferittir, medya tarafından sürekli onlar gösteriliyor. Onlar sanıyorlar ki böyle daha çok ilgi çekiyor ve reyting alıyorlar. Ama değil! Biz de böyle insanlar değiliz.





Kurtlar Vadisi'ndeki Ömer Baba'dan size kalan ne oldu?

Söylediğim bazı sözleri araştırmaya başladım. Bu cümle nedir, niye söylenmiş? Bir tek kelimenin bile peşine düştüğüm oldu. Bana insanlar büyük bir iştahla gelip sorular soruyorlar. Ama benim onlara böyle cevap vermeye icazetim yok. Ben 'oldum' diye ortaya çıkarsam dışarıda oynamaya başlamış olurum, ben sahnede oynuyorum.


Kendinizi Ömer Baba'nın yerine koyuyor musunuz?

Ne Ömer Baba ne de şimdiki Hikmet Öğretmen yerine kendimi koyamam. Öyle olmak için daha çok fırın ekmek yemek lazım. Yaşamla rol kesme arasında çok büyük fark var. 'Ben bunu biliyorum.' diye işkembe-i kübradan atmak olmaz. Toplumda gerçekten dinlenebilecek, çok şey öğrenebilecek insanlar var. Aramayanlar ancak bu dünyaya niye geldiğini bilmeyenlerdir, sınavı bilenler arar.