Filmin başrol oyuncusu Gaye Gürsel ile hem filmi hem de ağıtların, acıların içerisinde oyunculuğunun nasıl dönüştüğünü konuştuk.

Aslında işletme eğitimi almışsın, oyunculuk nasıl girdi hayatına?

Üniversitede okurken oldu, aslında hayatta tesadüflere inanmam ama şans eseri bir arkadaşım bir yere CV bırakacaktı, oraya gittik cast ajansı çıktı, beni aldılar ve başladım, sonrasında reklam filmleri oldu, bir ara kamera arkasında da çalıştım, bir şekilde hayat önüme hep bunları çıkardı.

Daha sonra bir yıl Vancouver’da yaşadım, dönünce Müjdat Gezen’de oyunculuk kurslarına yazıldım, sonra bir arkadaşım Abdullah Oğuz’un ajansındaydı, tanıştırdılar ben de geçtim ve ‘Haziran Gecesi’ne başladım. Her ne kadar tesadüflere inanmasam da hayatta tesadüfler beni böyle bir yola getirdi ve ben de o yoldan ilerlemeye çalışıyorum.

Özcan Alper bu rol için uzun süre uygun bir yüz aradı, projeye nasıl dahil oldun?

Açıkçası cast ajansı aracılığıyla oldu, beni görüşmeye davet ettiler gittim, ufak bir karakter analizi, birkaç sahne vardı, Özcan ve Aslı karşımda oturuyorlardı ve bir deneme çekimi yaptık. Ertesi gün Özcan fotoğraflarımı çekmek istedi ve oldu. Ne kadar aradılar nasıl bir süreç gelişti ben de tam bilmiyorum, Özcan filmle ilgili birçok konuda titiz davranan bir adam zaten.

Özcan Alper’le çalışmayı tarif eder misin biraz…

Her projenin kendine göre avantajları vardır muhakkak ama bu projede bir şeyleri anlatmak, iletmek önemliydi, bir şeylerin aracısı olmak güzel bir şey, öyle bir film olduğu için mutluyum. Özcan’a insan olarak da çok saygı duyuyorum zaten. Bir mesele var ve o meseleye kayıtsız kalmıyor ve kendince yapabileceği şekilde bir şeyler yapmaya çalışıyor, tanıdıkça da gördüm bunu, saygı duyup istediğin bir projede olmak gerçekten keyifli bir süreç. Özcan bir yönetmen olarak da çok titiz, istediğini almak isteyen bir yönetmen.

Zorlanmadık, sadece bazen sette fiziksel koşullar açısından daha zor geçen günler oldu ama genel olarak Özcan’la çalışmak benim için güzel bir deneyimdi.

‘Gelecek Uzun Sürer’ diyalog odaklı değil daha ziyade görüntülerle derdini anlatmaya çalışan bir film, bu tür filmler oyuncunun sırtına fazladan bir yük bindirir, ilk sinema filminde bu şekilde çalışmak yorucu oldu mu?

Ben hep hissetmeye çalıştım, rolü ancak hissederek aktarabileceğimi düşündüm, bir noktadan sonra ne kadar tatmin edici olduğunu izleyiciye sormak lazım ama zaman zaman iliklerime kadar hissederek oynadığımı düşünüyorum. Duyguları anlamaya ve bendeki o duyguları uyandırmaya çalıştım hep. Zorlu bir setti, ekstra bir şey yapma ihtiyacı duymadım sadece hissedip, hissettiğimi bırakmaya çalıştım.

Özel bir hazırlanma sürecin oldu mu, ağıtlara, kayıplara dair…

Karakterle ilgili çok çalışmalar yaptık. Özcan’la çalışmanın en şanslı tarafı ön hazırlığa önem veren, zaman ayıran bir yönetmen olması. Önce filmde gözükmemesine rağmen, Artvin’e, Rize’ye gittik kulağım dile alışsın, havasını koklayayım diye, çünkü Sumru Hemşinli, çok film izledim, kitap okudum. Özcan elime bir liste verirdi, ben kitaplarımı alır eve okumaya giderdim. Ağıt dinledim çok, günlerce dinleyince ruhunuzu ele geçiriyor, odamda müzik dinlerken karakteri düşünüp ağlamaya başladığım zamanlar oldu.

Durukan’la da (filmdeki Ahmet karakteri) çalıştık. Ben bir defter tuttum, Sumru’dan Harun’a mektuplar yazdım ve karaktere anı yaratmış oldum böylelikle, o çok yardımcı oldu bana, ağlayarak yazdığım zamanları hatırlıyorum, aslında içimizde her duygu var, ben onları kulağından tutup dışarı çıkarmaya çalıştım.

Kayıp insanların yakınlarıyla ilk kez sette karşılaştım, zaten Sumru da ilk kez sette karşılaşıyordu, önceden görüşmemiştim ama Diyarbakır’da Özcan’ın arkadaşlarının evlerine gittik, yemekler yedik, birçok hikâye dinlemiştim zaten.

Ahmet’in önümüzdeki 25 yılı düşlediği bir monolog sahnesi var ama Sumru’yu duymuyoruz, Sumru nasıl düşlerdi?

Sumru’nun o sırada tuttuğu bir yas var, kendi kayıpları, yaşayamadığı aşkı var, etrafta gördüğü insanların acıları var, Sumru birebir daha da içine girebilir. Harun bu amaç uğruna hayatını ortaya koymuş Sumru da artık barış ister, birlik ister, insanların eşit bir ortamda olmasını ister, o gece, Ahmet’in anlattığı gece umudu daha düşük gibi görünebilir ama o da bu yolda ilerleyecektir, Sumru da barış dolu bir dünyanın hayalini kurar.

Karşınızda kaç yıl geçmesine rağmen acısı dimdik ayakta duran insanlar var. Yaşamamışsınız ama
acılarını paylaşıyorsunuz.

Toronto’daki galada çok güzel tepkiler aldık. Türkiye’ye özgü bir durum diye kaygı duyduk ama çok güzel geri dönüşler oldu. Salonlar doluydu.

Yönetmen Özcan Alper’i daha önceden tanımıyordum. Ama ‘Sonbahar’ın yönetmeni’ dediklerinde ‘gerçekten mi’ diyerek
sevinmiştim.