Ufuk YayınlarıRisale-i Nur Külliyatı'nda bir ilke imza attı. Bediüzzaman’ın ünlü eseri Lem’alar’ı günümüz Türkçe’siyle sadeleştirdi. Geniş kesimlerin beğenisini toplayan sadeleştirme çalışmasına bazı kesimlerden de eleştiri geldi. Ufuk Yayınları Genel Müdürü Bülent Kaynaroğlu, neden bu çalışmaya ihtiyaç duyulduğunu anlattı. Eleştirilere de tek tek cevap verdi.

Risale-i Nur, yıllardır orjinal haliyle birçok yayınevi tarafından basılıyor. Neden risalelerin ana eserlerinden biri olan Lem'alar kitabını, sadeleştirilmiş halde basma gereği duydunuz?

Ticari hayatta, ürünlerinin hitap ettiği özel alanı keşfeden insanlar başarılı oluyor. Evet, Risale-i Nur bugün çok satıyor ama bu bir çevrede gerçekleşiyor. Onun hiç ulaşmadığı dünya kadar insan var ve biz bu kesimleri hedefleyerek adım attık. Günümüzde internet ve televizyonla yetişen bir nesil var. Bunlar, bırakın risalenin yazıldığı zamandaki dili şimdiki Türkçeden bile daha farklı bir terminolojiye sahip. Aynı zamanda yurt dışında doğup büyüyen bir nesil var. Yetiştikleri ülkenin kültür baskısı altındalar ve dillerini korumada zorlanıyorlar. Konuştuğunuzda anlaşamadığınızı çok net görüyorsunuz. Her yıl artan bir talep daha var; insanlar artık Türkçeyi öğrenmek için daha arzulular. Bütün bu insanlara Risale'i Nur'un anlatacağı çok şey olduğunu düşündük. Bundan dolayı onların anlayabileceği bir tarzda getirmek istedik. 

ANAHTAR KAVRAMLAR KORUNDU 

Sadeleştirme işlemi nasıl ve kimler tarafından gerçekleştirildi ve nelere dikkat edildi? 


Risale-i Nur mesajının günümüz Türkçe’si ile en açık biçimde anlaşılmasını esas aldık. Asıl metnin dokusunun da bozulmamasına önem gösterildi. Kelimelerin bugünkü karşılıkları seçildi. Risalelerde çok uzun cümleler var. Bunlar da bölünerek yeniden cümle yapısı kuruldu. Yani Risale-i Nur’ un ruhu ve anahtar kavramları aynen korundu. Metni hazırlayanlar, Adnan Kayıhan ve M. İlhan Atılgan. Ancak sonra ki aşamada yetkin çok insanın katkısı oldu. Son okumayı da yine konuya hakim hocalarımıza yaptırdık.

Bazı kelimelerin anlamlarının sayfa altında olan birçok eser basıldı...

Birçok yayınevi, bazı kelimelerin anlamı sayfanın altında olacak şekilde bastı. Hatta kelimenin anlamı parantez içeri sinde yazılarak da bazı risaleler çıkartıldı. Fakat bu, okumada ki akıcılığı yavaşlatıyor. Bir sayfa da bilinmeyen kelimeler sınırlı kalsa bunun faydası var. Ancak aynı sayfa da onlarca kelime anlaşılmayınca konu değişiyor; insanlar bir süre sonra aşağı ya bakmaktan sıkılabiliyor. Bizim düz ve temiz bir metin hazırlamaktaki hedefimiz, bunu problem olmaktan çıkarmak. 

RİSALE-İ NUR’UN YERİNE KOYMUYORUZ 

Gayeniz genç nesil ile bu eserleri buluşturmak mı?


Türkçe de gittikçe yaygınlaşıyor. Risaleleri yeni öğrenenlerin de biraz daha kolay okuyup, bu eserle erken tanışmalarını istiyoruz. Aslında Risale-i Nur’ a bir basamak teşkil etsin istiyoruz. Yoksa biz bunu Risale-i Nur’ un yerine koymuyoruz. Bunun özellikle belirtiyoruz. Bildiğiniz gibi tercüme eser okuyan insanlarda, beğeni meydana geldikten sonra bu eseri aslından okuma iştiya kı canlanıyor. Bu eserle de biz aynı iştiya kın uyanacağını tahmin ediyoruz. Bu, Risale-i Nur’ u ilk defa ve ye ni okuya cak ki şilere hitap edecek bir kitap. Daha genç nesle bunu iletmek, ulaştırmak istiyoruz. 

LÜGATLER METNİN İÇİNE ALINDI 

Farklı dillere çevrilmesi konusu eleştirilmezken Türkçe sadeleştirilmesi konusunda neden tepki aldınız?


Tepki aldığı mız doğru; ancak aldığımız tepkilerin büyük çoğunluğu müspet. İyi ki yaptınız şeklinde çok mesaj alıyoruz. Sizinde ifade ettiğiniz gibi bu çalışmayı yaparken cesaret aldığı mız en temel konulardan biri de aslında Risalelerin başka dillere tercüme ediliyor olmasıydı. İslami terminolojiyi anlatma konusunda ye tersiz birçok dile çevrildi eserler. Bu durumda muhte vanın olduğu gibi yansıtılamadığı bir gerçek. Ancak yabancıların da Risaleler’den haberdar olabilmesi için bunda maslahat var ve belki de bunun için herkes tercüme işini teşvik ediyor. Halbuki ortada orijinal metin de yok; Risaleler ilhama mazhar olsa da demek ki metinde kudsiyet söz konusu değil. Anlaşılan bu mazhariyet muhtevayla ilgili. İşte ay nı maslahatı biz, kendi insanımız için de işletelim istedik. Şunu da ilave edeyim ki biz, temel ıstılahları hiç değiştirmedik. Sa dece anlaşılmayacağını tahmin ettiğimiz, alttaki lügate bakma ihtiyacı hissedilen kelimeleri bugünkü karşılıklarıyla değiştirdik. Yani alttaki lügatçeleri metnin içine alıp bir bütünlük sağlamış olduk. Tam karşılığını bulamadığı mız kelimeleri ise olduğu gibi bıraktık. Uzun cümleleri bölmek suretiyle daha anlaşılır kısa cümlelere çevirdik. Noktalama işaretleriyle metnin anlaşılmasını hedefledik. Bu titizliğe rağmen ya pılan işe gösterilen tepkiyi, Risaleler ve onun Müellifi ne olan muhabbete bağlıyor ve anlayışla karşılıyoruz.

Hayr-ı kesir için birilerinin adım atması gerekiyordu 

Bülent Kaynaroğlu kimdir? Neden Ufuk Yayınları ve Risaleleri niçin sadeleştirdiniz? 

Yıllardır yayıncılığın içinde bir insanım ve hep yayınlarla iç içe bir hayat yaşadım. Düne kadar kurulu bir düzende çalışıyordum. Ancak bir noktaya geldikten sonra insan, tecrübesini müstakil devam ettirmeyi düşünebiliyor. Ben de aynısını yaptım ve birkaç arkadaşla birlikte kendi mekanımızı oluşturduk. Günümüzde sıfırdan bir yayınevi kurup marka haline getirmek oldukça zor. Büyük harcamalar gerektiriyor. Onun için ben, durağan bir dönem geçiren Ufuk Yayınları'na talip oldum. Olumlu baktıklarını gördüğümde çok sevindim ve o gün bugün Ufuk'la beraberim. Şahıs olarak çalışma arkadaşlarımla birlikte benim yapmaya çalıştığımı farklı ekollerin yapamayacağı belliydi. Hayr-ı kesir için birilerinin adım atması gerekiyordu ve o adımı biz attık.

İşte orijinal metinler ve sadeleştirilmiş karşılıkları 

*Ehl-i hakkın ihtilâfı hakikatsızlıktan gelmediği gibi, ehl-i gafletin ittifakı dahi hakikatdarlıktan değildir... Belki ehl-i dünyanın ve ehl-i siyasetin ve ehl-i mekteb gibi hayat-ı içtimaiyenin tabakatına dair birer muayyen vazife ile ve has bir hizmet ile meşgul taifelerin, cemaatlerin ve cem’iyetlerin vazifeleri taayyün edip ayrılmış. Ve o vezaif mukabilindeki alacakları maişet noktasındaki maddî ücret ve hubb-u câh ve şan ü şeref noktasında teveccüh-ü nâsdan alacakları mânevî ücret taayyün etmiş, ayrılmış. Müzahâme ve münakaşayı ve rekabeti intac edecek derecede bir iştirak yok. Onun için, bunlar ne kadar fena bir meslekte de gitseler, birbiriyle ittifak edebilirler. 

*Hak yolundakiler arasında meydana gelen ayrılıklar davalarının asılsız olmasından kaynaklanmadığı gibi, gaflet ehlinin birlik içinde bulunması da yollarının hakikat oluşundan değildir. Sadece dünyayı gaye edinenlerin, siyasetle uğraşanların ya da tahsilli kesim gibi toplum hayatındaki farklı tabakalarda belli birer vazife ve hususi birer hizmetle meşgul olan toplulukların, cemaatlerin ve cemiyetlerin vazifeleri belirlenip birbirinden ayrılmıştır. O vazifeler karşılığında geçimleri için alacakları maddî ücret ile makam-mevki, şan-şeref noktasında insanların gösterdiği alâkadan elde edecekleri manevî ücret belirlenmiştir. Onların birbirlerine sıkıntı verecek, münakaşayı ve rekabeti doğuracak kadar bir ortaklıkları yoktur. Bu sebeple, her ne kadar fena bir yolda da gitseler birbirleriyle anlaşabilirler. 

*Bu marazın çare-i yegânesi: Nefsini ittiham etmek ve nefsine değil, daima karşısındaki meslekdaşına tarafdar olmak... Fenn-i Adâb ve ilm-i Münazara’nın uleması mâbeynindeki hakperestlik ve insaf düsturu olan şu: “Eğer bir mes’elenin münazarasında kendi sözünün haklı çıktığına tarafdar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır.” 

*Bu hastalığın tek çaresi, nefsini itham etmek ve nefsinden değil, daima karşısındaki dava arkadaşından taraf olmaktır. Alimlere göre adap ve münazara ilminde hakperestlik ve insaf düsturu şudur: “Bir mesele münazara edilirken kendi sözünün haklılığını savunup haklı çıktığına sevinen, karşısındakinin haksızlığına ve yanıldığına memnun olan, insafsızdır.” 

23 yılda kaleme alınan külliyat: Risale-i Nur 

Risale-i Nur, Bediüzzaman Said Nursi’nin yazdığı bir Kur’an tefsiridir. Kuran hakikatlerini müsbet ilim anlayışına uygun bir tarzda izah eden külliyat, içinde Sözler, Mektubat, Lem’alar ve Şualar’ın da bulunduğu 14 cilt kitaptan oluşur. Türkçe bir Kur’an tefsiri olan risaleler, Bediüzzaman’ın sürgüne gönderildiği Barla, Kastamonu ve Emirdağ ile Eskişehir, Denizli ve Afyon hapishanelerinde 23 yıl boyunca kaleme alındı. Risale-i Nur, Kur’an’ın baştan sona tüm ayetlerini değil, özellikle iman hakikatlerine ilişkin bin civarında ayetini izah eder. Okuyucularda, açıklanan bu ayetlerin ışığında, diğer ayetleri de yorumlayabilecek bir altyapı oluşturur.

Haber: Serbest ÖZDEN/ BUGÜN GAZETESİ