14-25 Mayıs 2019 arasında Cannes'da Altın Palmiye için yarışan “A Hidden Life”,18'inde yapılan dünya prömiyeri sonrası izleyenleri ikiye böldü. Peki ama bunun sebebi tam olarak ne?

AMERİKAN KLASİK SİNEMASININ AVRUPA ESİNTİLİ USTASI

Terrence Malick, Amerikan sinemasının en 'Avrupalı' yönetmeni olabilir. Bu kimlik de Cannes ve Berlin'de en büyük ödülleri getirdi ona. Açıkçası “Cennet Günleri” (“Days of Heaven”, 1978) ve “Kanlı Toprak” (“Badlands”, 1973) 'Yeni Hollywood'un ruhuna yakışan

bir iz bırakma şansı tanımıştı ona.

Oscar adayı “İnce Kırmızı Hat” (“The Thin Red Line”, 1998) klasik bir ana karakteri olmadan yol alan 'anti-militarist savaş filmi' fikri üzerine kurulu melankolik bir başyapıttı. “Yeni Dünya” (“The New World”, 2005) benzer tonda bir ustalık barındırıyordu. 2011'de ise akıllara durgunluk veren “Hayat Ağacı” (“The Tree of Life”), 'paralel evren bilimkurgusu' olarak evrim teorisini 'hipnotik bir başyapıt'la inceliyordu.

'RADEGUND' İSMİ AMERİKALILARA UYGUN BİR DÖNÜŞÜMDEN GEÇTİ

Yönetmenin adı uzun süre 'Radegund' olarak anılan ve bazı majör festivalleri öyle deneyip reddedilen 9. uzun metrajı, “A Hidden Life”a yani “Gizli Bir Yaşam”a çevrildi. Hedef daha evrensel olmaktı muhtemelen. Yapısal olarak ise 'anti-savaş atmosferi' “Hayat Ağacı” ile

“Cennet Günleri” arası bir modele meylediyor. 1939 yılında Avusturya'da bir tarlada, Radegund'da başlayan hikaye, dindar bir çiftçinin Nazilerin altında 2. Dünya Savaşı'na girmeyi reddetmesi üzerine gidiyor. Bu durum Alman toplumunun arka planında saklanan kökten dinciliğe ve faşizme isyanı devreye sokuyor aslında.

Malick, kariyerinde sürekli farklı görüntü yönetmenleriyle farklı modeller yaratmıştır, 70'lerde 1.85:1'deki doğallığına akıl sır erdirmek zordu, 90'ların sonunda 2.35:1'e geçerek 'destansılık'la oynama olanağı bulmuştu, 2010'larda ise Lubezki destekli “Hayat Ağacı” modeli devamında başka kollara sıçradı, ama bir yerden sonra ele alacak konu bulamadı. “Voyage of Time” (2016), “Knight of Cups” (2015) ve “Song to Song” (2017) kimsenin ciddiye almadığı eserler oldular.

HİTLER'E KARŞI VİCDANİ RETE GÖRSEL ARAYIŞ

Burada Jörg Widmer-James Newton Howard ikilisiyle yine hipnozla ve destansılıkla bağlantı kuran bir görsel-işitsel yapı var. August Diehl'ın yakınından ayrılmayan kamera, onun ölçeklerini bilinçli kaçırabiliyor. Aynı zamanda da geniş ölçekli objektifler ve balık gözü objektiflerle yaşadığı ruh halini inceleyebiliyor. Bu durum soyut, ruhsal ve tinsel evreni devreye sokuyor büyük oranda. Tarla arka planında sürekli hipnoza sokma arzusu var. “A Hidden Life”, tam ekran formatında aralara iliştirilen 8 veya 16mm arşiv görüntüleriyle de savaş atmosferini yansıtabiliyor. Belki de Trier'nin “Avrupa”sı (“Europa”, 1991) ile Hirschbiegel'in “Çöküş”ünü (“Downfall”, 2004) birleştiriyor izlenimi yaratıyor. Açıkçası Nazilerin faşizmini sinemacılar ele almıştır, ama bunlardan hiçbiri buradaki kadar 'anti- militarist bir karakter hikayesi'ne dönüşmemişti.

'Vicdani retçi' Franz Jägerstätter'in bu eylemi Hitler'e karşı gerçekleştirmesi 'dini ve siyasi tabulara isyan' olarak etkiliyor. Bize de onun Katolik Kilisesi tarafından damgalanmasını Tarkovsky ile akraba mistik bir evrenle deneyimlemek kalıyor.

AVUSTURYALI KARAKTERLER NİYE İNGİLİZCE KONUŞUYOR?

Malick, görsel ve işitsel açıdan işine iyi çalışmış. Ustalığını gösterdiği kareler, çarpıcı bir sinema dili sunuyor. Ama filmin içseslerle, konuşmalarla genelde 'İngilizce' ilerlemesi açıklanamaz bir tercih. Oyuncuların çoğunluğu Alman veya Avusturyalıyken, hepsinin birbiriyle zorlama olarak hafif aksanlı İngilizce konuşmaları nasıl açıklanabilir? Hapse giren ana karaktere yapılanların bu sayede daha sağduyulu olmasıyla mı? Yönetmenin bir Tanrı gözü koyma arzusu her zaman vardır. Ama onun ötesinde de emperyalizm destekleyicisi bir tavır olmuş bu. Bu kadar ciddi bir hikaye böylesi bir 'politik doğrucu' ya da 'Amerikancı' yaklaşımla sömürülmeyi hak ediyor mu?Ortada bir irade hikayesi varken bunu Amerikalıların mücadelesi olarak konumlandırmak Avusturyalılara saygısızlık değil midir?

Bir tarafta pastoral ve natüralist görüntüler “Cennet Günleri” kıvamında bir sıkışmışlık yaratabilirken, diğer tarafta ana dil kullanılmaması batıyor göze... Sanki karakterlerin ağızlarında başka bir şey dönerken zoraki bağlanmış ses bandı hissedilebiliyor. Neredeyse senkron sorunu bertaraf edilmiş. Hikaye dışı sesler ise hikaye içi seslere baskın çıkıyor! “Radegund” ismiyle Almanca çekilip kurgulandığı bilinen filmin bu noktaya gelmesi ve herkesin kalbini kazanması bir yapımcı başarısıdır.



KURGUDA GELİŞME BÖLÜMÜ KISALTILABİLİRMİŞ

Ama dost acı söyler üç kurgucuya rağmen filmin kurgusu çok hantal. İlk 70 dakika ile son 30- 40 dakika işlese de aradaki 1 saati izlemezsek “A Hidden Life”ın kaybeden bir şeyi olmayacak gibi. Bu da bir yerden sonra tekrarlarla 'kamerayı kaydır baba kaydır nereye kadar!' dedirtiyor. Ki “Knight of Cups” (2016) da bu düşünceyle izlenip unutulup gitmişti. Başyapıt fabrikası Malick, burada her açıdan problemli bir filme imza atmış. Kendi sinemasal yetkinliğini uçuruma sürüklemiş.

Eğer Almanca konuşan bir karakteri izliyorsak onu samimi bir şekilde ana dilinde takip etmeliymiş. Bu haliyle ve değişen evrensel ismiyle 'Radegund'un filmi' ne kadar ahlaklı tartışılır. En azından bize yansıdığı kadarıyla –belgesel “Voyage of Time”ı saymazsak- Malick'in kariyerinin en altına yerleşiyor “A Hidden Life”. Diyaloglarıyla da kör kör parmağım gözüne duruyor ve Katolik Kilisesi'yle ilişkiyi 'peygambere gelen vahiy' olarak incelemenin doğru olup olmadığını tartışmaya açıyor. Amerikalılara uygun bir 'irade' ve 'Nazilere isyan' öyküsü ancak bu kadar karşı çıkılamaz hale getirilebilirdi... Hem zorlama İngilizce konuşmalar, hem de bir mesih yaratma çabasıyla…