Yargıtay, karısının Multiple Skleroz (MS) hastalığı nedeniyle kocanın açtığı davada, boşanmaya hükmeden yerel mahkeme kararını bozdu. Yüksek Mahkeme, MS hastalığının, kadının evlilik birliğinden doğan görevlerini yerine getirmesine engel olmadığına, hastalığın başlı başına boşanma nedeni sayılamayacağına hükmetti.

Eşinin MS hastalığını evlenmeden önce kendisinden sakladığını iddia eden koca, boşanmak için dava açarak, maddi ve manevi tazminat talep etti.
Dava dilekçesinde, karısının sebep yokken evde huzursuzluk çıkardığını, ruhsal sıkıntılarının yanı sıra halsizlik, baş ağrısı, baş dönmesi gibi fiziksel rahatsızlıklarının olduğunu, MS hastalığını gizlemek için gösterdiği çabanın evlilik birliğini daha da çekilmez hale getirdiğini iddia eden koca, bu hastalığın sonunun tekerlekli sandalyeye kadar gittiğini ve kesin tedavisinin olmadığını öne sürdü. Dilekçede, karısının evlenmeden önce hastalığını ve hastalığının sonuçlarını kendisinden gizlediğini, önceden bilmesi halinde böyle bir kadınla evlenmeyi kabul etmeyeceğini belirten koca, eşinin ilerleyen yıllarda tamamen bakıma muhtaç hale geleceğini ve bu şartlar altında evlenip evlenmeyeceği sorulmadan hataya düşürüldüğünü de savundu.
Kocasına karşı dava açan Ayfer Y. de eşinin iddialarının gerçek olmadığını, kayınvalidesiyle birlikte yaşamak zorunda kaldığını, evlenmeye mani bir rahatsızlığı bulunmadığını, sebepsiz yere boşanmak isteyen kocasının kendisini döverek evden attığını iddia ederek, manevi tazminat istedi.

Yerel mahkeme: “Hastalık cinsel yaşamı etkiler”

Davayı görüşen Ankara 7. Aile Mahkemesi, karşılıklı açılan iki davayı birleştirerek, eşlerin boşanmasına karar verdi, karşılıklı tazminat istemlerini ise reddetti.
Yerel mahkemenin gerekçesinde, kadına ait Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Sağlık Kurulu'nun raporunun incelendiği, raporda kadının bu hastalığının, “eşlerden birinin akıl hastası olması ve bu yüzden ortak hayatın diğer eş tarafından çekilmez hale gelmesi halinde boşanma davası açılabileceğine” ilişkin Medeni Kanun'un 165. maddesindeki “ortak hayatı diğer eş için çekilmez hale getirmediği, hastalığın vasi tayini gerektirmediği” sonucuna varıldığı belirtildi.
Gerekçede, yapılan araştırmada MS hastalığının genç erişkinlerde görülen santral sinir sistemi hastalığı olduğu, sinirlerin görevini tam olarak yapamadığı, atakların 24 saat ile 1 ay arasında devam ettiği, hastalığın bulaşıcı olmadığı, genetik yatkınlık bulunduğu sonucuna varıldığı belirtildi.
Gebeliğin hastalığın aktivitesini azalttığı, gebelik sırasında hiç atak geçirilmediği, ancak doğumdan sonraki 6 ay içerisinde yeni bir atağın ortaya çıkması riskinin yüksek olduğu, kullanılan ilaçların çocuk üzerinde etkili olabileceği, bu nedenle gebelik sırasında tedaviye ara verilmesi gerektiği ve hastalığın cinsel yaşamı etkilediğinin anlaşıldığı kaydedildi.
Tanık beyanları, hastane raporları birlikte değerlendirildiğinde, kadının evlenmeden önce MS hastası olup, hastanede yatarak tedavi gördüğü ve hastalığının sürekli olduğu belirtilen kararda, hastalığın Medeni Kanun'un 165. maddesinde belirtilen akıl hastalığı değil, sinirsel bir rahatsızlık olduğuna işaret edildi.
Hastalığın doğumda risk taşıdığı bu durumun kadın tarafından saklandığı vurgulanan yerel mahkeme kararında, “Evlilik sırasında tartışmaların yoğunlaştığı, tüm tanıkların davalının sinirsel bir yapıya sahip olduğunu bildirmeleri karşısında davalının hastalıktaki mevcut ataklar sırasında tartışmaların yoğunlaştığı, mahkememizce de davalının bu duruma katlanmasının beklenemeyeceği anlaşıldığından boşanma davası kabul edilmiştir” ifadeleri kullanıldı.

Yargıtay resmi sağlık kurulu raporunu esas aldı

Kararın temyiz edilmesi üzerine dosyayı görüşen Yargıtay 2. Hukuk Dairesi ise mahkeme kararını oy birliğiyle bozdu.
Dairenin kararında, kadında tespit edilen hastalığın, kadının evlilik birliğinden doğan görevlerini yerine getirmesine engel olmadığı ve evlilik birliğini diğer taraf için çekilmez hale getirmediğinin resmi sağlık kurulu raporuyla tespit edildiği vurgulanarak, MS hastalığının başlı başına boşanma sebebi olmadığı belirtildi.
Kararda, Türk Medeni Kanunu'nun 166. maddesinin 1. ve 2. fıkraları uyarınca, boşanma kararı verilebilmesi için evlilik birliğinin temelinden sarsılması gerektiği belirtilerek, dinlenen tanıkların sözlerinin temelinden sarsılma durumunu ortaya çıkarmadığı, bazı tanıkların beyanlarının da inandırıcı olmadığı kaydedildi.
Daire kararında, “Davanın reddi gerekirken delillerin takdirinde hataya düşülerek, yetersiz gerekçeyle boşanmaya karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır” tespitinde bulunuldu.
Yerel mahkeme, kadının hastalığını gizleyerek, güven ilkesine aykırı davrandığı, tüm anlatımlar karşısında tarafların evlilik birliğini sürdürmelerinin kendilerinden beklenmeyeceği ve evliliğin devamında hukuki ve sosyal yarar kalmadığı gerekçesiyle ilk kararında direndi.
Direnme kararı üzerine dava dosyası Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nda görüşüldü.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, yerel mahkemenin direnme kararını bozdu.