Programda Işık'ın sorularını yanıtlayan Alasya; oyunculuk yaşamını, Devekuşu Kabare dönemlerini, Metin Akpınar'la ikili olduğu yıllarda yaşadığı zorlukları anlattı ve günümüz komedyenlerini eleştirdi. İşte Alasya'nın cümleleriyle ekrana yansıyanlar...

* Ben gerçekten de çok şanslı bir adamım. Yaşamımın her anında değil ama sanatımın her anında şanslıyım. Tiyatroda da sinemada da şanslı oldum.

* Çok büyük ustalarla çalıştım. Mesela bu mesleğe Yıldırım Önal'la başladım ve ondan çok şey öğrendim... Bir efsane, sıradışı bir adam... Sonra Ulvi Uraz gibi bir büyük ustayla devam ettim. Bunlar her yeni yetmenin, her amatörün, her bu işe yeni başlayanın yakalayabileceği şeyler değil tabii! Sinemaya da Ertem Eğilmez gibi bir anıt adamla başladım. Tüm bunların büyük avantajları oldu. Ardından Atıf Yılmaz'lar, Osman Seden'ler falan geldi.

ŞANS ÖNEMLİ!
* Tiyatrodaki ve sinemadaki başarının sadece yetenekle doğru orantılı olduğunu sanmıyorum. Tekerleği ilk döndüren ivme olarak elbette yeteneğin payı var ama ikinci sırada! Çalışacaksın, okuyacaksın, uğraşacaksın, dünyayı gözleyeceksin, hammaddeni sağlam biriktireceksin, hepsinin ötesinde şanslı olacaksın! Bu meslekte şansın çok önemli payı olduğunu düşünüyorum.

* Biz Metin'le (Akpınar) ilk başlarda uzun süre iş bulamadık ama inat ettik. "Biz kendi tiyatromuzu kuracağız, kimsenin yanında çalışmayacağız!" dedik. Böyle bir ukalalık yaptık. Ama sonra istediğimiz gibi bir tiyatro kuramadık. Aslında kurduk ama battı! Elimiz kolumuz bağlı oturuyorduk. Hatta ben iyi resim yaparım, bir ara tahta kaşıkları boyayıp turistik eşya satan yerlere filan dağıtmıştık. Ama onlar da satmadı! Ne halt edeceğimizi bilemezken, İstiklal Caddesi'nde Haldun Taner'le karşılaştık. "Kabare tiyatrosu yapalım mı?" diye sordu bize... Her şey böyle başladı.

* 1967-1987 yılları arasında çok stabil giden günlerimiz de oldu, olumsuzlukların çok tırmandığı dönemler de... Mesela 12 Eylül döneminde bize çok komik karşı çıkmalar oldu. O günlerde elimizdeki metinler önce onaydan geçiyordu. İzmir'e gittik, vilayet dediğin şeyin başında da o zaman bir deniz albayı vardı. Beni çağırdılar. "Biz metne baktık, bazı yerleri sansürledik" dediler. Net hatırlamıyorum, sadece örnek vermek için söylüyorum, 95 sayfalık metinden geriye 17 sayfa kalmıştı. Seksen sayfasını silmişler. "O zaman iptal edelim" dedim. Ama bu sefer de biletler günler öncesinden satılmış, on beş günlük yer tükenmiş. Tabii biletleri alanların paralarını geri vermek zorunda kaldık. Bereket paralar duruyordu.

ZEKİ ALASYA'DAN MEMNUNUM
* Metin ile aynı parayı kazanmadık, ben daha fazla kazandım. Çünkü yönetmenlikten de para aldım, diğer yaptığım işlerden de... Ama Metin finansını doğru yönetti. Çünkü onun için para amaçtı. Onun aklında bazı rakamlar, kafasına koyduğu bazı hedefler vardı. O hedefleri geçtikçe de başka hedefler koydu. Benim için ise para bir araçtı. Hiç sevmediğim bir şeydi ve öyle de kaldı. Ama dipdiri ayaktayım. Çok samimi olarak söylüyorum; reenkarnasyon gerçek olsa ve "Dünyaya yine gelsen ne olmak isterdin?" diye sorsalar; "Yine bu olmak isterdim" derim. Ben halimden memnunum, bu Zeki Alasya'dan memnunum. Sanıyorum insanlar da bu Zeki Alasya'dan memnun!

* Metin'le olan beraberliğimizi 1997 yılında noktaladık. Çünkü çok farklı şeyler düşünüyorduk. Öyle olunca da birbirimize saygımızı yitirmek istemedik ve noktaladık... Yalnız bir şey söylemek istiyorum; Metin Akpınar, Cumhuriyet döneminin en iyi oyuncularından biridir. Böyle bir oyuncuyla birlikte olduğun zaman, çok onur duyuyorsun ve yaptığın bütün işleri severek yapıyorsun. "Yeniden başlasam aynı tavizleri verir miyim, aynı imkanları tanır mıyım?" diye soruyorum kendi kendime... Bu kadar büyük bir oyuncuya, yine o tavizleri veririm.

SÜLEYMAN DEMİREL'E YAPMADIĞIMIZI BIRAKMADIK!
* Ucuz kahramanlık peşinde olmadık hiç! Çünkü eğer bir ressamsan ya da şairsen, bir gün hapse düşsen bile yine yazarsın. Ama tiyatro yapıyorsak mutlaka dışarıda olmak zorundaydık. Aptalcasına bir kahramanlıkla içeri düşmemek, özgür kalmaya devam etmek zorundaydık. O yüzden yaşananları hiç kişiselleştirmedik. İnsanları kişi olarak rencide etmedik. Onları kurum olarak ve iktidarda oldukları süre içinde eleştirdik. İtiraf etmek zorundayım; egemen güç bugünden daha hoşgörülü, sağduyulu, daha affediciydi.

* Süleyman Demirel'e 1967'den itibaren yapmadığımızı bırakmadık! Demirel'in ilk taklitlerini ben yaptım. Hatta çok alay ederek yaptım. Bir gün yalakalardan birisi bizi yerden yere vuruyormuş. Demirel o kişiye "Onlar bu ülkede güldürü dünyasının imparatorları. Onlar hakkında laf dinlemek istemiyorum" demiş...

ELEŞTİRİYORUM ÇÜNKÜ ONLARDAN BEKLENTİLERİM ÇOK FARKLI!
* Zaman zaman Cem Yılmaz ve Şahan Gökbakar'ı eleştiriyorum. Bunlar kumaşı iyi olan adamlar. Bazı insanların yeteneği yoktur ve onlardan çok fazla şey beklemezsin. Ama Cem ve Şahan öyle değil. Şahan ne yapıyor? 'Recep İvedik'.... İlk filmi para kazanıyor, ikincisini yapıyor, o da kazanıyor... Peki bu böyle devam edip duracak mı? Ben 'Recep İvedik'e karşıyım, hep karşı olmaya da devam edeceğim. Yılmaz Güney'e bir gün "Bir zamanlar çok kötü, sıradan filmler yaptınız" demişler. Cevabı şu olmuş; "Gelecek için planlarım vardı, kafamda iyi projeler vardı ama önce tanınmam gerekiyordu." Sonra ne oldu? Yılmaz, Cannes'da ödül kazandı ve Yılmaz Güney oldu. Bu arkadaşların böyle bir amacı var mı acaba? Hiç sanmıyorum. Cem Yılmaz'ın filminin kalitesine, içeriğine lafım yok aslında... G.O.R.A. adlı fantastik bir film yaptı, sonra tersine çevirdi ve A.R.O.G.'u yaptı. Yeter, bitsin artık değil mi? Öyle güzel filmler, öyle güzel konular var ki ülkemizde çekilebilecek... Küçücük bir gülümseme oluşturacak ufacık bir gözyaşı akıtabilecek ufak tefek, öyle hoş konular var ki... İkisi de çok yetenekli, ikisinden de başka beklentilerim var. Onları o yüzden eleştiriyorum.
Sabah