Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’ne göre obezitenin tanımı ‘’vücutta sağlığı bozacak düzeyde aşırı yağ dokunun artışı’’ olarak tanımlanmaktadır. Şu an Dünyada 10 ölümcül kronik hastalıktan biri kabul edilen obezite ne yazık ki yanlış beslenme, sedanter yaşam tarzı ve ekran bağımlılığı gibi nedenlerle git gide artmaktadır. Ülkemizde son verilere göre 5 erkekten biri, 5 kadından ise 2’si obeziteden yakınmaktadır. Genç yetişkinlik döneminde ise hafif şişman sınıflaması git gide artış eğilimindedir. Maalesef obezite rakamları ilerde en büyük halk sağlığı problemleri arasında yer alabileceği için, şu an toplum obeziteden korunma konusunda bilinçlendirilmelidir. Peki ‘’Yağ dokunun temel hücreleri nasıl oluşuyor da bizlere hastalık yükü olarak geri dönüyor? ‘’gelin bunlara yakından bakalım.
YAĞ HÜCRELERİNİN OLUŞUMU
Öncelikle bir insanın vücut kompozisyonu yağ ve yağsız kütle (kas, sıvı, kemik vb. diğer dokular) olmak üzere ikiye ayrılır. Yağ hücreleri de vücutta beyaz ve kahverengi yağ hücreleri olarak ikiye ayrılır. Beyaz yağ hücreleri erişkinlikte daha çok görülen depo trigliserit yağ olarak genelde karın çevremize yerleşir. Beyaz yağ dokusunun artması şişmanlık olarak tanımlanır. Kahverengi yağ hücreleri ise genellikle çocuklarda daha sık bulunur, vücudun ısısının ayarlanmasında görev alır. Karın yağ dokusu en tehlikeli yağ tipidir çünkü bu yağ hücreleri kana inflamatuar belirteçler ve çeşitli hormonlar salmaktadır. Yani eskiden sadece yağları, depo enerji kaynağı olarak görürken şimdilerde ise aslında sessizce beklemedikleri ve hatta kana birtakım maddeler saldıkları yeni yeni keşfedilmeye başlanmıştır. Aynı zamanda diyabet, koroner kalp hastalıkları, bazı kanser türleri, inme ve erken ölümlerle ilişkilendirilmektedir. Kadın ve erkek için yağ oluşum mekanizması hemen hemen benzer olsa da kadınlarda yağ yapımında görev alan a-2 adrenerjik alıcılar fazladır.
Vücudumuzda 40’dan fazla gen obezite ile ilişkili olduğu bildirilmiştir. Ayrıca araştırmalar normal anne-babanın çocuklarının şişman olma durumu %8-9 iken, anne-babadan birinin şişman olması olasılığı %40’a, her ikisinin de şişman oluşu %80’e kadar çıkarmaktadır. Tabi bu sonuçların üzerinde genetik olduğu kadar da ailenin beslenme alışkanlıkları da etkindir. Günlük alınan enerjinin harcanan enerjiden az olması sonucunda, vücudumuz arta kalan fazla enerjiyi yağa çevirerek ne yazık ki depolamaya geçiyor. Yağ oluşumu ne kadar yapım süreci olarak değerlendirilse de git gide artması sonucu şişmanlık denilen sorun olarak karşımıza çıkıyor.
Salgın hastalık gibi artan obezite karşısında yapılacak ilk adım buna neden olabilecek klinik bulgular hekim tarafından değerlendirildikten sonra sağlıklı bir beslenme programı size en uygun olacak şekilde diyetisyeniniz tarafından oluşturulmalıdır. Obeziteye neden olabilecek psikolojik bir temel var ise gerekli bir klinik psikolog desteği ve egzersiz için fizyoterapist desteğinin de alınması gerekmektedir. Yani obeziteye karşı multidisipliner bir ekiple yaklaşılması çok çok önemlidir. Bir sonraki yazımızda görüşmek dileğiyle, kendinize çok iyi bakın...