“Aklı öldürürsün, ahlak ölür. Akıl ve ahlak ölürse, millet bölünür. Kadı’yı, satın aldığın gün, adalet ölür.. Adaleti öldürdüğün gün devlet de ölür.. “ Fatih Sultan Mehmet

 

 

FETÖ ile ilgili tartışmalar sürekli gündemde.

Kimi zaman toplumda infial uyandıran tahliyelerle, çoğu zaman Bylock’a bağlı göz altılarla...

Şimdiye kadar bu mel’un yapıyla ilgili olarak sivil bürokrasinin üst kademelerinde ve siyasetten alınan yok denecek kadar az.

Oysa bu yapı, asker, yargı ve güvenlik bürokrasisi kadar sivil bürokraside de örgütlenmiş olmalıdır.

Mesela, milli eğitimde üst düzey bürokratlardan soruşturmaya alınan neden az?

Buna karşın, ihraç edilen ve açığa alınan bir çok öğretmen var.

Paralel Devlet kurmak isteyen bu örgütün bürokrasinin en üst kademelerinde daha etkin olması gerekmez mi?

Farz edelim ki, “İmamlar” vasıtasıyla bürokrasiyi yönlendiriyorlardı.

“İmamların” ricasının yerine getirilmesi hususunda bürokrasiye telkinde bulunan siyasilerin olması gerekmez mi?

Bir Vali, Kaymakam veya Müdür sırf “İmamlar” istedi diye onların taleplerini niye yapsın?

Bu örgütün iftarlarına veya sair sebeplerle verdiği yemeklere bürokratlar ne diye koşarak gitsin?

Burada bir gariplik yok mu?

Niçin alt tabakadan memurlarla, öğretmenlerle sınırlı kalmaktadır bu operasyonlar?

Kamuoyu buna cevap aramakta, özelikle siyasetçilere dokunulmamasını manidar bulmaktadır.

Burada bir bilgiyi paylaşmalıyım.

AK Parti 2014  Yerel Seçimlerinden beri yapılan seçimlerde adaylarını ince eleyip sık dokumuş, üzerinde mel’un örgütün şüphesi olanları aday yapmamıştır.

Ne kadar başardı bilmiyorum ama, çok hassas davranıldığının canlı şahidiyim.

Çalışma sistemi açısından diğer organlara sızan örgüt, siyaset alanına da sızmak için çalışmış olmalıdır.

Sanırım istediklerini yaptırma imkanına sahip olduklarından doğrudan siyasete girme ihtiyacı duymuyorlardı.

Zira bu mel’un örgüt, öyle güçlü hale gelmişti ki, “Onlar Tak deyince, Şak diye yapanları” hazır kıta bekliyordu.

Öyle bir hal almışlardı ki, ‘Kasıntıdan yanlarından geçilmiyor, burunlarından kıl aldırmıyorlardı.’

‘Güç zehirlenmesi’ yukarıdan aşağıya hepsinde gözleniyordu.

Kamuoyu şimdi bunlara bu fırsatı veren, onlara devletin her kapısını ardına kadar açanlardan hesap sorulmasını istiyor.

Bu hesap sorulmazsa yapılanların üzerinden ‘yetersizlik’ şaibesi kalkmayacak, adalete olan güven zedelenecek, kanunlar “Zayıfların takılıp kaldığı, güçlülerin delip geçtiği örümcek ağı”  olarak görülecektir.

Gezi olaylarıyla gün yüzüne çıkan, 15 Temmuz gecesi silahlı kalkışmaya dönüşen 242 insanımızın şehadetine sebep olan kalkışma ve Küresel kuşatmanın vebalinin bu örgütle şu veya bu sebeple gönül bağı olan insanlara kesilmesi, bunlara kesilen faturanın ağırlığı bu inancı kuvvetlendirmektedir.

Belki de bu sebeple örgütten ciddi ‘Duygusal kopuşlar’ yaşanmamaktadır.

Yaşanan hercümerç içinde alakasız oldukları halde tutuklu bulunan ve görevden haksız yere atıldılar zannı, şüpheyi kuvvetlendirmekte, adalet inancını zedelemektedir.

Toplumda örgütün zerre miskal itibarı kalmadığı halde, örgüt bağı sebebiyle işinden, aşından ve hürriyetinden olanların kötü gözle bakılmamasını besleyen düşünce dikkate alınmalı, sosyal psikoloji açısından incelenmelidir.

Bu çelişkili durumu bertaraf etmek için,

toplum vicdanında oluşan durum sorgulanmalı, varsa yapılan yanlışlar düzeltilerek toplumsal vicdan rahatlatılmalıdır.

16 Nisan referandumdan sonra, yapılacak kongreyle AK Parti teşkilatları yapılandırıldıktan sonra sorunlar, Reisin güvendiği ve güven verdiği kadrolar tarafından gözden geçirilmelidir.

Siyasi davalar sadece adli makamlara bırakılmamalı, adliye teşkilatının üzerindeki yük hafifletilmelidir.

Siyaset kurumu içinde, mel’un yapıyla ‘El ele kol kola’ olanlardan tutum ve tavırlarının hesabı mutlaka sorulmalıdır.

Bu yapılmadığı müddetçe toplum yapılanlara kuşkuyla bakacaktır.

Kimsenin şüphesi olmasın ki; insanımız kalkışmayı yapan, devletin verdiği üniforma ve silahları millete doğrultanlardan yaptıklarının hesabının sorulmasını, hesap sormakta zerrece zaaf gösterilmesini istememektedir.

Artık ‘İtin önüne ot,  atın önüne et’ atılıyor  düşüncesinin oluşmasına engel olmalıyız.

Bu sorumluluk yönetenlerin üzerindedir.