"PKK, dağa çıkan birçok arkadaşımı öldürdü"

Öğrencilik yıllarında birlikte kaldığı ev arkadaşlarından dağa çıkanların birçoğunun PKK tarafından öldürüldüğünü dile getiren Kurt, bir arkadaşının ölümüyle ilgili "Nehri geçerken boğuldu." denildiğini ancak işin arka planının böyle olmadığını ifade etti.

Abdurrahman Kurt, faili meçhul cinayetler ile PKK'nın infazlarına ilişkin dikkat çekici açıklamalarda bulundu.

Önceden beri 'Hakikatleri Araştırma Komisyonu'nun kurulmasını istediklerini hatırlatan Kurt, şöyle devam etti:

"Bunu tek taraflı talep edince, sanki bir taraf suçlu, diğer taraf suçsuz gibi bir hava çıkıyor. Benim umutlu olduğum şey; yani bunu yapalım, ama herkes adına yapalım.

Örneğin; benim kendi öğrencilik yıllarımda dağa çıkmış birçok arkadaşımın, ev arkadaşımın, başına gelen hikâyeleri, ben biliyorum. Onların ailesi biliyor mudur; bilmiyor mudur?

Ben, o insanların da akıbetinin, bir insan değeri verilerek, 'Bunlar bir insandı, bunlar candı, bunlara ne oldu?' akıbetinin hem devlet adına işlenen suçlar, hem örgüt adına işlenen suçlarda araştırılmasını, bir insanlık sorunu, bir insanlık mesuliyeti olarak görüyorum.

Tabi bu bağlamda da ben umutlandım, çok değer veriyorum. Umudum odur ki sonucu da bizim bu umutlarımızı sükutu hayale uğratmayacak şekilde gelişir ve neticelenir."

"HERKES KENDİNİ BİLİR"

Faili meçhuller ile infazlar konusunda PKK ve BDP'nin sessizliği konusunda ise Kurt, "Şimdi herkes kendini bilir. Yani örneğin Diyarbakır Cezaevi'nden bahsediyoruz, orada ciddi vahşetler yaşandı.

Ama bugün işte örneğin üzerine yer yer naylon erittiğini duyulmuş insanların hikâyelerini de biz biliyoruz. Toplum pek fazla bunları konuşmadık. Şimdi, kim insanlık adına bir suç işlemişse yüzleşme günüdür. Ben BDP içerisinden de çok vicdanlı insanlar olduğuna inanıyorum.

Bunu iyi niyete yoruyorum ve diyorum ki onlar da bunun vicdanı açıdan açığa çıkmasının doğru olduğunu düşünürler diye umut ediyorum. Örgütün bir dayatma direktifi olmadıktan sonra sessiz kalmaları, onların şu an vicdanlarıyla ilgili bir şey diye düşünüyorum." ifadelerini kullandı.

"KÜRT SORUNU ŞİMDİYE KADAR ASKERE HAVALE EDİLDİ"

Kürt sorununun 80-90 yıllık bir vesayet sistemi arkasında büyütüldüğünü dile getiren Kurt, şimdiye kadar iktidarların tamamen bu işleri askere havale ettiğini, çözmek için uğraşmadığını belirtti.

İktidarların çözmek yerine bu işi yönetmek mantığıyla geldiklerini ifade eden Kurt, askeri vesayet sisteminin kendilerine öngördüğü alan içerisinde kalarak devletin diğer alanlarında bir şeyler yapmaya çalıştıklarını kaydetti.

AK Parti İktidarı'nda ise Kürt sorunu başta olmak üzere pek çok sorunun çözüm yoluna sokulduğunun altını çizen Kurt, "Belki ilk defa, hani niyet anlamında Özal'ı ihmal etmemek lazım diye düşünüyorum.

Ama gerçek anlamda, belki ilk defa sahaya inerek, elini taşın altına koyarak, bedellerini göze alarak, bu anlamda çözüm için bir plan program çerçevesi içerisinde makul mantıklı insanlarla istişare edilerek, liberallerinden muhafazakârlarına, özgürlükçülerinden pek çok alanla bu konuda işbirliği yaparak ciddi bir mesafe kat edildi.

Bu vesayet sistemi üzerindeki bu mesafe Kürt sorununa da yansıdı. AK Parti, bütün bu o şer odaklarının, o kirli, karanlık, vicdansız, insansız, insafsız sistemi hakikaten aşmayı, bedelini ödemeyi göze alarak yola çıktığı için büyük ölçüde başardı.

Tabi Kürt sorunu şimdiye kadar çok tartışılmamış olduğu için bunu yaparken bir yandan da Kürt sorununu bu işi yapanlar da anlamaya çalışıyorlardı. Onun için aslında bu sürece açılım süreci dediler yani bir paket koymaktan ziyade." diye konuştu.

"DEVLETİN ZİHNİNİN DERİNLİKLERİNDE KÜRT SORUNUYLA PKK'NIN ÖZDEŞ OLDUĞU KANISI VAR"

Çok sağlıklı bakılırsa açılım sürecinde Kürt sorunu üzerinde tıkanma yaşanmadığını savunan Kurt, şunları söyledi: "Hükümet şiddetin ve terörün akmasından kaynaklı olarak ortaya çıkan olumsuz duruşa aldırış etmeksizin demokratik adımları devam ettirerek Kürt sorununu ve PKK sorununu bundan ayrıştırabilir.

Söylemde bunun çok söylendiğini görmemize rağmen, pratikte bunun çok yansımadığını görüyoruz. Devletin zihninin derinliklerinde Kürt sorunuyla PKK'nın özdeş olduğu gibi bir kanı oluşturuyor hatta. Şimdi bu kanı toplumlara da yansıyor.

Doğu tarafından baktığım zaman şunu görüyorum: Doğu'da bu algının topluma yansıması; evet, 'eğer birilerinin elinde silah olmasa, acaba devlet adım atar mı' sorusuna karşılık; büyük ölçüde 'atmayabilir' psikolojisinin yansıdığını görüyorum.

Devlete baktığımız zaman, hani şimdiki akıl 'Kürt sorunu ve PKK ayrıdır' demekle beraber, PKK'nın şiddeti ve terörü artırdığı dönemlerde maalesef Kürt sorununda da frene basar bir duruş sergilediğine ilişkin bir kanı oluşuyor. Dolayısıyla bu karşılıklı birbirini destekleyen bir algının, yanlış olan bir algının, sorunu çözmeyecek bir algının derinleşmesine sebebiyet veriyor."

"ÖRGÜT VE ERGENEKON'UN ORTAK HEDEFLERİ OLUŞTU"

2010 anayasa referandum sürecine kadar PKK ve BDP'nin eğiliminin "Bu iş çözülecek ama bunu AK Parti'ye çözdürmeyelim. Zaten bir şekilde Ergenekon veya vesayet sistemi hiçbir iktidarı muktedir kılmayacaktır.

Bunlar nasıl olsa devrilecek, devrilmelerine biz ön ayak olalım." olduğunu savunan Kurt, "Böylece 'müzakere etmeyi düşündüğümüz muhatabımız olan askerlerle daha böyle sıcak bir pozisyon içerisinde karşılıklı oturabilelim gibi bir eğilim'in öne çıktığını çok net görmek mümkün.

İyi niyetli karşılık veriliyor gibi görünen birçok adımda bile aslında, örneğin Habur gibi süreci sabote edecek pek çok şeyin içine gizlendiğini hep beraber müşahede ettik.

Ve bu süreç içerisinde hükümet, devlet kanadı içerisinden de sürecin olumsuzluklarını psikolojik olarak kaldıramayan ve buna karşı reaksiyon olarak üslubuyla diliyle tavrıyla çok yanlış reaksiyonlar veren insanların da bu çözümsüzlük sürecini karşılıklı olarak derinleştiğini de söylemek mümkün.

2010 referandum sürecinde bana göre ilk defa başta İmralı olmak üzere pek çok kesim, vesayet sisteminin tekrar geleceği kanaatinde olanlar, kanaatlerini sarstılar ilk defa." şeklinde konuştu.

Daha sonra örgütün ve Ergenekon'un ortak hedeflerinin oluşmaya başladığını anlatan Kurt, bunları "AK partiyi devirmek, Irak-Kürdistan Bölgesel yapısındaki stabiliteyi bozmak, Amerika Birleşik Devletleri'nin Türkiye'yle ilişkisini bozarak bu anlamdaki süreci akamete uğratmak, Avrupa Birliği (AB) sürecini sabote ederek vesayet sisteminin devamını sağlamak, o dönem içerisinde Ergenekon ve örgütün Fethullah Gülen cemaatini ortak düşman göstermek" olarak sıraladı.

"BDP DÖKÜLEN KANIN ORTAĞI OLDU"

BDP'nin üzerine düşen rolü iyi oynayamadığını vurgulayan Kurt, "Eğer silahların susması adına bir role soyunmuş olsalardı, barış adına, demokratik sürecin derinleşmesi adına şunu yapmaları gerekirdi; örgüte özellikle 99 sürecinde ortada hiçbir şey yokken silahların sınır ötesine çekilmesini nasıl sağladılarsa, bugün onların o role kendileri soyunup, bunu yapıp sonradan devletin atması gereken adımları dayatmaya gitselerdi; birçok kesimden, işte bugün liberal kesim, Türkiye'de özgürlükçü birçok aydın kesiminden destek almaları muhtemeldi.

Bunu da yapmadılar ve yalnız kaldılar. Ve maalesef dökülen kanın ortağı olma durumuna düştüler bu aşamada." dedi.

"KÜRTLERİN TÜRKİYELİLEŞTİRDİĞİ BİR ORTAMDA DEVLET DE TÜRKİYELİLEŞMELİDİR"

Kürtlerin on yıllar boyunca Türkleştirilemediği ama Türkiyelileştirildiğinin doğru olduğunu vurgulayan Kurt, Kürtlerin Türkiyelileştirildiği bir ortamda çözümün en önemli unsurunun ise devletin de Türkiyelileşmesi olduğunun altını çizdi.

"Ama devlet hala Türk devleti pozisyonunda durmaya devam ettiği sürece, Kürtlerin de kendini ayrı ifade etme eğilimi, isteği derin olacaktır." diyen Kurt, beraber yaşamanın yolunun o birliktelik havuzunda insanlara çarpan suyun herkese aynı hazı ve lezzeti vermesini sağlamak olduğuna dikkat çekti.

Bunun da Türkiyeli bir havuzda herkesin Türkiyeli bir ruhla bulunmasını gerektirdiğini ifade eden Kurt, şöyle devam etti: "Türk siyaseti, Türk Bayrağı, Türk Kızılayı, Türk sporu dediğiniz zaman, tamamen yani gözardı edilmiş bir topluluktan bahsediyorsunuz.

Ama bunu Türkiyelileştirebilirseniz, zaten herkesi içine alan bir şey ve Türkler de Türkiyelileştiği için normalleşecektir diye düşünüyorum. Bu Anayasadan başlar, devletin kurumlarına sirayet eder. Türk bayrağı bile bana göre Türkiye bayrağı olmalıdır.

Bütün bu çerçevede devlet Türkiyelileşebilirse, bundan sonra kalan sorunlar şiddet üzerinden çözmeye çalışanlar tarafından ancak bir makyöz yapı olarak değerlendirilecektir ve çözümün önü açılacaktır."

"SEÇİLMİŞLER TUTUKSUZ YARGILANSIN"

Anayasa değişikliği konusunda umutlu olmak istediğini belirten Kurt, gerçekçi olmak istediğini ancak gerçekçi olmak isterken umudu da perdelemek istemediğini ifade etti.

KCK'nın illegal bir yapı olduğunu ve bunu Öcalan'ın da söylediğini anlatan Kurt, kendisini BDP'den ayıran önemli farklardan bir tanesinin önce legal alanı genişletip yürümenin doğru olduğunu düşündüğünü ifade etti.

BDP veya PKK'nın içerisindekilerin ise illegaliteyi dayatmayı ve bunun üzerinden yol almayı düşündüklerini vurgulayan Kurt, "Siz böyle illegal bir yapıya göz yumabilmek için hukukta bir şey, ölçü koymak zorundasınız. Bu ölçüyü koyduğunuz zaman herkesin o ölçüye girebilmesi gerekir. Siz birine ayrı öbürüne ayrı ölçü yaratamazsınız." diye konuştu.

Seçilmişlerin tutuklu yargılanmasının devletin yaptığı en büyük hatalardan biri olduğunu savunan Kurt, şöyle devam etti: "Mesela bir isim vermek gerekiyorsa vereyim, işte Fırat Anlı gibi bir insanı tutuklu niye yargılarsınız?

Bilemiyorum tabi, dava dosyasını da bilemediğimiz için, onu da bilemiyoruz. Ama benim kendi kanaatim, seçilmişlerin mümkünse tutuksuz yargılanmasından yanaydı. Buna benzer KCK içinde devletin de hataları olduğunu düşünüyorum şahsen."

"KÜRTÇE KASETLERİN KALEŞNİKOF GİBİ SAKLANDIĞI GÜNLER YAŞADIK"

TRT Şeş için çekilen Ahmed–i Hani'nin eseri Mem u Zin'den uyarlanan "Siya Mem u Zin" adlı diziyi de değerlendiren Kurt, diziyi izlerken üniversite yıllarında Şivan Perwer'in başta olmak üzere Kürtçe kasetlerin bilinmemesi için kâğıtlarını yırtmaları, gizlice yurtta, hamam boşken hamamda dinledikleri günlerin aklına geldiğini söyledi.

"Kimsenin olmadığı yerlerde giz saklı, tabi böyle tabiri caizse bir Kaleşnikof gibi sakladığımız o günlerden bu gün buraya geldik." diyen Kurt, dizinin galasında devlet erkânının önünde bir bakanın Kürtçe açılış yaptığını belirterek, bunun milletin diline gösterdiği saygının bir ifadesi olduğunu vurguladı.

Devletin en büyük değerlerinden biri olan dile ve kültüre sahip çıktığının ifadesi olarak bunun yapıldığını anlatan Kurt, "Bu anlamda benim için çok derin bir anlamı vardır.

Ama Türkiye toplumu artık bunları aşıyor, normalleşiyor; normalleşince normal yerden baktığımızda, daha yapılması gereken çok şeyin olduğunu gördüğümüz bir alan.

Ama geçmişten baktığımızda da çok heyecan veren bir olay." dedi. Bu konuda emeği geçen herkese teşekkür eden Kurt, aslında bir halkın diline yapılan yasağın kaldırılmasının bir lütuf olmadığını ancak Türkiye toplumunda geçmişten bakınca teşekkür etmek gerektiğini ifade etti.

"YAPILANLARIN ANLATILAMADIĞI KESİM BDP KESİMİDİR"

Devletin geçmişten baktığı için 'ben çok şey yapıyorum' diye düşündüğünü ve çok şey beklediğini dile getiren Kurt, yapılanların karşılığını Kürt halkının fazlasıyla verdiğini öne sürdü. Tüm bu yılların travmasına rağmen bölgede hala AK Parti'nin birinci parti olduğuna dikkat çeken Kurt, karşılığın bu olduğunu belirtti.

Yapılanların anlatılamadığı kesimin ise BDP kesimi olduğunu anlatan Kurt, BDP kesiminin de bir travma yaşadığının gözardı edilmemesi gerektiğini ifade etti.

"Bölgede bu direnç PKK ve BDP çizgisi üzerinde bir iktidar direncidir aslında bölgede iktidar olma direncidir." diyen Kurt, "Onun için yapılanları önemsizleştirme, küçümseme, hafife alma, yok sayma, değerini düşürme gibi eylemler, elbette onlar tarafından bu iktidar kavgasının bir parçası olarak yansıtılıyor.

Bu anlamda hükümet bu konuda kararlı ve istikrarlı durmaya, dili ve üslubunu da bu anlamda doğru tutmaya devam ederse sonuca ulaşır." şeklinde konuştu.

Kurt, "Ana dilde eğitim yasağının kaldırılması, Türk devletinin Türkiyelileşmesi, temsilde adalet" olması gerektiğini de sözlerine ekledi.