Bir dostum Aydın’a atanmasını Mimar Sinan’ın Edirne Selimiye Camisi için söylediği “ustalık eserimdir” sözünü hatırlatarak “Vali Bey için de Aydın öyle olacak” sözleriyle değerlendirmişti.

Vali Hüseyin Aksoy’a bağlanan bu Aydın’ın makûs talihini yenecek yegâne yönetici olma ümidi, Alman Milli Takımı eski teknik direktörü Jupp Derwall’in (1984-1988) Galatasaray’ın başına gelmesiyle oluşan atmosferi andırıyor.

1984 Avrupa Futbol Şampiyonluğunda gruptan çıkamadan elendiği için Alman Milli Takımından ayrılan Jupp Derwall’e iki Galatasaray yöneticisi Alp Yalman ve Faruk Süren Almanya’da buluşurlar.

İkili Jupp Derwall’e iyi bir teknik direktör aradıklarını ve amaçlarının kısa vadeli başarılardan ziyade uzun vadeli, kalıcı dönüşümü yaptıracak bir teknik direktör arayışında olduklarını onun için burada olduklarını söylerler.

Prensipte anlaşmaları üzerine Türkiye’ye gelen Jupp Derwall’in ilk isteği zemini toprak olan Florya’daki antrenman sahasının çimlendirilmesidir.

Çünkü toprak, çim karşımı berbat sahalarda oynayan Türk futbolcular modern futbolun birçok fundemental özelliğini bilmiyorlar ya da bilseler de uygulayamıyorlardı.

Örneğin çim sahada çalışıp oynamadıklarından ötürü kayarak ayağa müdahalede başarısızlardı.

Üstelik yurtdışında oynadıkları maçlarda bu türden bir olayla karşılaştıklarında hem şaşırıyor hem de sinirleniyorlardı.

Futbolseverler ise adeta Derwall geldi diye Galatasaray’dan Almanya gibi futbol oynamasını bekliyordu ki, bu Derwal adına bir dezavantajdı.

Ne var ki, kısa sürede buradaki yerli oyuncuların zihniyetini ve oyun anlayışlarını değiştirmek olası değildi.

Tek çare gurbetçi Türklerle takımı takviye ederek diğer oyuncuların futbol anlayışlarını değiştirip dönüştürmekti.

Bu amaçla bir önceki yıl alınan Erdal Keser’e 1985-86 sezonunda İlyas Tüfekçi, Erhan Önal ve Cevad Prekazi de eklendi.

Jupp Derwall ayrıca Türklerin kendi aralarında oynamalarının Türk Futbolunu kalkındırmada yeterli olamayacağını, uluslar arası başarının oyuncuların kendilerine olan özgüveninden ve hücuma yönelik oyundan geçtiğini ilk söyleyendi.

Derwall’in temelini attığı bu sistem meyvesini 1999-2000 sezonunda öğrencisi Fatih Terim yönetimindeki Galatasaray’ın UEFA kupasını kazanmasıyla verecekti.

1980’lerin Türk futbolu gibi Aydın da sahip olduğu bunca avantaja rağmen 1990’lı yıllarda başlayan dönüşümü gerçekleştiremeyip içe kapanan, o nedenle de yıldan yıla gelir seviyesi düşen bir bölgedir.

Vali Hüseyin Aksoy’a Jupp Derwall gözüyle bakılması 30 yıldır bu dönüşüme önderlik edecek onun kadar tecrübeli ne bir bürokrat ne bir siyasetçi ne de bir sivil toplum yöneticisinin çıkmaması nedeniyledir. 

Diğer illerin ticaret odaları pazarlamada artı bir değer olan ambalajlama konusunda ödüllü yarışmalar düzenlerken Aydın’daki meslek odalarından birinin de olsa bir inovasyon sergisine aracılık ettiğini ne duyan ne de gören oldu.

Ayrıca beşinin bir araya gelerek Aydın’ın ticaret hacmini konu eden bir etkinlik düzenledikleri de görülmedi.

Sanayi Odası ise ona hakeza… Kurulma nedeni yatırıma aracılık etmek değil de sanki mevcudu korumak, rekabeti önlemek…  

Üniversite deseniz evlere şenlik… Proje üretmek yerine kurbanlık koyun satmakla meşgul… Teknokent ise henüz barakadan kurtulabilmiş değil.

Oysa günümüz gerçeği, bir yerin kalkınmasının entegre sanayiden ve bunun sonucunda marka ürünler yaratmaktan geçtiği, her geçen günün ise aleyhine işlediğidir.

Artık günümüzde ambalajlanmadan veya her hangi bir inovasyona tabi tutulmadan pazara sürülen sebze ve meyveden üreticinin alacağı pay yok denecek kadar azdır.

Örnek vermek gerekirse incirin kilosunu ortalama toptan 25 TL’ye satarsınız ikisini, üçünü bir arada ambalajlarsanız 60-80 TL’ye satarsınız.

Ayrıca ezme, reçel, incir suyu, incir cipsi, incir çekirdeği yağı, incir kahvesi, çikilotalı incir, incir dondurması yaparsanız bir kilo inciri 200-250 TL’ye getirebilirsiniz.

Kilosu 5 TL olan kırmızı pancarı, yemek ve turşu yanında suyu boyalı film çekimlerinde kullanılan bir ürün olarak satarsanız değeri 20 TL’ye çıkar.

Karaciğer yağlanmasına şifa olduğu kanıtlanan enginar yaprağının kg fiyatı ortalama 1 TL iken suyu litresi 15 TL’ye, çay olarak 250 gramını 5TL’ye, çanağının konservesini 20’TL’ye satarsınız.

Kirazın ise kurusunu, reçelini, sapından çayını yaparsınız, çekirdeğini de soğuk, sıcak kompres olarak değerlendirirseniz kilosu 50 TL’ye çıkar.

Pandemiyle bir kez daha kanıtlanmıştır ki, kereviz, ceviz, badem, çilek bağışıklık sistemini güçlendiren yerli yiyeceklerimizdir.

Toptan 2,5 TL’ye sattığınız sütü işleme tabi tutarsanız kilogramını 25-30 TL’ye getirmiş olursunuz.

Ayrıca endemiklerden defne ve kekik hem çayı hem de yağı antiseptik özelliği yanında bağışıklık sistemini takviye eden bitkilerdir.

Zeytinyağı başta bitkisel sabunlar… Velhasıl hangi bitkiyi ele alırsanız bir yönüyle hepsi birer şifa deposu…

Sayıyı daha da uzatmak mümkündür.

Sonuç olarak Gaziantep baklavasının ve Maraş Dondurmasının AVM raflarında yer bulmasının gerçek nedeni ambalajdır, marka olmasıdır.

O yapılanları Aydın’da da gerçekleştirmek için Jupp Derwall’in izinden gitmek, ilerisi için girişimci gençlerden yeni bir takım kurmak gerekiyor.

Teşvikte de sorun yok… Her türlü ar-ge ve inovasyona destek için kurulmuş KOSGEB gibi bir devlet kurumu var…

Derwall düşüncelerini gerçekleştirmek için İlyas Tüfekçi, Erdal Keser, Erhan Önal gibi gurbetçi futbolcular transfer etmişti.

Aydın için buna gerek kalmadan bu dönüşümü gerçekleştirecek yetenek ve kabiliyette yeterli gencimizin olduğunu düşünüyorum.

Yeter ki, Vali Hüseyin Aksoy o genç girişimcilere destek versin, önlerini açsın, birilerinin gölge etmesine fırsat vermesin…