DTK Eşbaşkanı ve Bağımsız Milletvekili Aysel Tuğluk’un Taraf gazetesi yazarı Yasemin Çongar’a yazdığı ‘Açık Mektup’ta devlet ve hükümet adına PKK ile yapılan görüşmelere ilişkin bazı önemli bilgiler yer aldı. Taraf’ta önceki gün yayımlanan mektupta, Çongar’a “Kürt hareketi barışı istemedi, savaşı başlattı ve AKP düşmanlığı üzerinden bunu sürdürüyor” şeklinde özetlediği görüşleri nedeniyle eleştiler yönelten Tuğluk, ortaya çıkan ses kaydının bunları teyit eden bir materyal olarak kullanıldığına dikkat çekerek “Keşke süreç kesintisiz, birbirini tamamlayan biçimde gelişseydi ve bir anlayışa uzlaşıya varılabilseydi. Karmaşık, gel-gitlerle dolu bir karakter her zaman baskındı. Topluma sunulduğu gibi ‘müzakere’ kapsamı ve uzlaşı havasında gerçekleşmedi. Hiç olmayan uzlaşıyı-anlaşmayı bozan da yok!” diye yazdı. Görüşmelerin 2006’dan 2011 Temmuzu’na kadar devam ettiğini belirten Tuğluk’un sürece ilişkin bilgileri şöyle: 
 
DTP ÜZERİNDEN BAŞLADI: 
 
Bazı dostların aracılık etmesiyle, Türkiye’de DTP üzerinden başlayan bu süreç zamanla Kürt hareketinin temsilcileriyle ve en nihayetinde İmralı ile muhatap olunmasıyla doğru seyir izlemiştir. Türkiye, Avrupa, Güney alanı (Kandil kastediliyor) ve İmralı ile sürdürülen bu görüşmeleri bilinen ekip ve genelde aynı perspektifle gerçekleştirmiştir. Burada önemli dönemeç 2010 Temmuz tarihiyle birlikte görüşme heyetine, siyasi iradenin temsilcisinin de katılımıdır. Son 5 yıllık görüşmelerin tümü tartışma, birbirini tanıma, anlama, ölçme-biçme şeklinde gelişti. Bu yanlış da değil. Ancak, ne zaman ki bu süreç tamamlandı ve çözüm zeminini güçlendirecek düzenlemelere geçme safhasına geldi, tıkanma tam da bu safhada baş gösterdi. Süreç koptu, çatışmalar başladı. 
 
TAKTİK HAMLELERİ: 
 
Bu süreç içinde bırakınız çözüm zemini adına adım atmayı, aksine ortamı ve görüşmeleri zorlayan uygulamalara da girişildi. Takvimi göz önünde bulundurarak hatırlatmakta fayda var. Ateşkesten bir gün sonra başlatılan KCK operasyonları, Habur dönüşü sonrası kapatılan parti, bitirilemeyen askeri operasyonlar, Başbakan’ın DTP ve sonrasında BDP’ye yönelik tutumu, üslubu, dayatmaları vs. vs. Tüm bunlar devletin görüşme amacına bağlı olarak strateji dahilinde geliştirilen taktik hamlelerdi. 
 
ÇEKİLMEDE ISRAR ETTİ: 
 
Heyetin iyi niyetini, çabasını, hakkını teslim ederek söylemeliyim. Ne her şey “çözüm” adına yapıldı ne de süreç ortaklaştırılabildi. Usulden esasa, yöntemden amaca, biçimden içeriğe, taktikten stratejiye varıncaya kadar ortada ciddi ve giderilemeyen farklar tutumlar mevcuttu. Rezervler, ön şartlar, barajlar başından sonuna kadar muhafaza edildi. Heyetin inisiyatifi sınırlıydı. Verilen görev kapsamında kaldılar ve “eylemsizlik ile geri çekilmeyi” hiçbir şart kabul etmeden ısrarla talep ettiler. Esas gündem buydu. Kırılma nedeni de yine bu dayatma oldu. 
 
TARAFLAR GERİ ATTI:
 
Heyetin yeteneğini, çabasını yeniden vurgulayarak belirtmeliyim ki, görüşmeler oluyordu, doğru. Tartışmalar yapılıyordu, doğru. Genel perspektif-anlayış düzeyinde (inkâr asimilasyon- demokratik çözüm) mutabık da kalınıyordu, bu da doğru. Ancak esas olarak işleyen/ işletilen iki ayrı süreç vardı. Öcalan ve Kürt siyaseti, yol haritasını (daha sonra revize edilerek hazırlanan protokolleri) esas alarak sürece katılıyordu. Devlet ve iktidar ise “açılım” denen alternatif muammayla kendi sürecini işletiyor ve MGK’da kararlaştırılan yaklaşımını da bu eksende dayatıyordu. 2010 yılının Temmuz ayına kadar böylesine ayrı, farklı, çatışmalı ve karşılıklı taktik hamlelerle yıpratıcı bir süreç yaşandı. Bu tarihten sonra hem görüşmelerin niteliği yükseltildi hem de taraflar mevcut pozisyonlarını gözden geçirdi. Söz konusu protokoller bu süreçten sonra hazırlandı ve tartışmaya açıldı. Bilinen klişe ifadeyle, taraflar bir adım geri attılar denilebilir. (en azından teknik olarak böyle.) İlkesel-stratejik tutumlar muhafaza edildi. Kolaylaştırıcı pozisyona geçtiler de diyebiliriz. Dikkat edin, Öcalan’ın “Devlet- Hükümet” ayırımını en çok kullandığı söylemler bu dönemdedir. 
 
GERİ ÇEKİLME OLACAKTI: 
 
Ön şart ‘eylemsizlik ve hemen geri çekilme’ olarak Öcalan’a ısrarla dayatılıyordu. Bundan bir milim dahi sapılmadı. Ne inşa edilmiş bir güven, ne de bir güvence söz konusuydu. Başbakan “hükümet olarak biz pazarlık yapmayız” cümlesini bu sebeple sık sık kullanıyor. Bizlerin de sürekli olarak “iyi niyet anlamına gelecek pratik adımları atın, bu süreci ilerletir” dememizin sebebi de buydu. Bazı pratik adımlar atılsaydı, şahsi iddiama odur ki, geri çekilme gündeme gelebilecekti. Öcalan bunu sağlayabilirdi. Yapılmadı. Kanımca basının, aydınların, sivil toplumun yapması gereken tarafları protokolleri açıklamaya zorlamaktır. Öcalan, defalarca “protokollerin eksiği varsa giderelim, fazlası varsa birlikte çıkaralım” dedi. Ama devlet “pazarlık yok” kibri ve kompleksinden bir türlü kurtulamadı. Siyasi iktidarın yönetme ilişkilenme tarzı “gücümü kabul edin, verdiğimle yetinin” tarzıdır ne yazık ki... Bu tarzın cumhuriyet tarihi boyunca yapılanlardan ayırt edici bir yönü vardır: “AKP, Kürtleri öldürüp intihar süsü vermeye çalışıyor!” İttihat ve Terakki zihniyeti bile bunu düşünemedi.