27 Şubat 2020 tarihinde İdlib bölgesinde düzenlenen hava saldırısı sonucu o bölgede bulunan 36 askerimiz şehit oldu.

Böylesi büyük bir acıyla İçimiz yandı.

Birçok arkadaşımla ve okurlarla konuştum 28.02.2020 gününden beri. Büyük bir kesim şu iki soruyu soruyor?

Bu gencecik vatan evlatları neden öldü?

Suriye’de ve İdlib'de ne işimiz var?"

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 29.02.2020 tarihinde yaptığı toplantıda;

“Bize 'Sizin orada ne işiniz var?' diyorlar. Dedim ki, kusura bakmayın, biz oraya Esed'in davetlisi olarak değil, Suriye halkının davetlisi olarak gittik. Ve Suriye halkı 'Bu iş bitti' demeden oradan çıkma niyetimiz yok.” şeklinde açıklama yaptı.

Komşu ülkenin halkı bizi davet etti diyerek, kafamıza göre her ülkeye girip savaş mı açacağız?

Türkiye içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılar, yaşanan süreç nedeniyle, savaşa girmek bir yana, savaşın adına bile tahammülü bulunmamaktadır.

TBMM den geçen tezkere başka bir ülkeye savaş açma yetkisini vermemektedir. CHP’nin TBMM’nin acil olarak toplanması isteminin kabul edilmemesini anlamak mümkün değildir.

TBMM derhal toplanmalı, AKP iktidarı ısrarla neden Türkiye’yi savaşa sokmak istediğini TBMM açıklamalıdır. Eğer ulusal güvenlikle ilgili gizli bilgiler sözkonusu ise bunlar TBMM yapılacak bir gizli oturumla milletvekillerine ve tüm partilere anlatılmalıdır. Türkiye Cumhuriyetinin ulusal bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne bir saldırı ve risk sözkonusu ise bunlar elbette değerlendirilmeli ve savaş dahil her türlü önlem alınmalıdır. İktidara savaş yetkisi verilip verilmeyeceğine TBMM karar vermelidir.

Mustafa Kemal Atatürk, 1923 yılında Adana’da "…Derhal şu veya bu sebepler için ulusu harbe sürüklemek taraftarı değilim. Harp zorunlu ve hayati olmalı. Hakiki kanaatim şudur: milleti harbe götürünce vicdanımda azap duyamamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı ölmeyeceğiz diye harbe girebiliriz. Ama ulus yaşamı tehlikeye düşmedikçe, harp bir cinayettir. "[1] demiştir.

"...Böyle bir sonucun ne kadar feci olabileceğini tahmin edersiniz. Yok oluş sadece savaş alanındaki orduya ait olamaz. Aslında, ordunun mensup olduğu millet feci sonuçlara uğrar. Tarih, birtakım boş hayallerle, başlarındaki hükümdarların, hırslı politikacıların oyuncağı durumuna düşen istilacı orduların, istilacı milletlerin uğradığı bu çeşit feci sonuçlarla doludur…"[2] demiştir.

Mustafa Kemal Atatürk, 10.01.1922 tarihinde Entransigeant muhabirine verdiği demeçte “Türk Barış koşulları “Ulusal Yemin”in ilan edildiği gün olan 28 Ocak 1920 tarihinden beri bütün Dünyaca bilinmektedir. Bu şartlar şu suretle özetlenebilir: Türkiye’nin ulusal sınırları içinde politik ve ekonomik tam bağımsızlığının onayı Fransa ile imzalanan 20 Aralık anlaşması Türkiye’nin bağımsızlığına saygı duyuldukça barışsever ve uyuşmacı olduğunu belgeler.” demiştir.

Mustafa Kemal Atatürk, 20 Nisan 1931'de seçim dolayısıyla millete beyannamesinde[3] “Cumhuriyet Halk Fırkasının müstakar umumî siyasetini şu kısa cümle açıkça ifadeye kâfidir zannederim: Yurtta sulh, cihanda sulh için, çalışıyoruz." [4] demesi son derece anlamlıdır.

Ölen 36 evladımızın acısını bütün benliğimle hissediyorum ve milletimize baş sağlığı diliyorum.

Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan sıradan bir vatandaş olarak, Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi  “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” içinde yaşamak istiyorum.

Türkiye’nin bağımsızlığına saygı duyuldukça barışsever ve uyuşmacıyım.

Ve ulus yaşamı tehlikeye düşmedikçe, harp bir cinayettir.

 

[1]Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi,C.II, Ankara, Ankara, 1997, sf.128)

[2] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi,C.II, Ankara, Ankara, 1997, sf.23)

[3] Mehmet Gönlübol, Atatürk’ün Dış Politikası; Amaçlar ve ilkeler, Atatürk Yolu, 1981, s. 269.

[4] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, C. IV, (1917-1938), s. 549-552.