Ülkenin hikâyesini yazacak yeni yüzlere, seslere ihtiyacı var

Abone Ol

Cumhur İttifakı’nın paydaşı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli içinden geçmekte olduğumuz ekonomik krizle ilgili:

”Bu günkü şartlarda dünya nüfusunun yüzde 20’si açlıkla ve yetersiz beslenmeyle yüz yüzedir.

Açlık ve yoksulluğun hiç yenilmeyen, israf edilmiş yiyeceklerin yüzde 10’u ile tamamen ortadan kaldırılması yapılan araştırmalarla ortadadır.

Mutasyon üzerine mutasyon geçiren, sayıları 5 milyonu aşan insanın ölümüne yol açan Covid-19 başka türlü düşünmemizin hayat memat meselesi olduğunu göstermektedir.

(Oysa) ne ekonomi eski ekonomidir, ne de dünya eski dünyadır.(Bu gün) ekonomide yeni bir hikâyeye yeni bir zihniyet değişimine ihtiyaç olduğunu görmeliyiz,”dedi.

İçinden geçmekte olduğumuz ekonomik krize etkisi elbette vardır ama ona neden tamamen Covid 19 değildir, aslında bu kriz bir sonuçtur.

Çünkü Türkiye sanayi toplumu sürecini henüz tamamlayamamışken 1990’lı yıllarda insanlığın gündemine giren bilgi toplumuna geçmeye çalışan bir ülke.

Ama henüz yeni paradigma doğrultusunda geleceğinin hikayesini yazamayan, bu konuda yaptığı patinaj sonucu ulus devlete sığınan bir ülke…

Bu şekilde kendi gettosuna çekilme bir ülkedeki siyaset erbabının siyaset yapma şekliyle ilgili bir konudur.

Raymond Aron der ki:

“Fransızlar oldum olası sosyal ve teknik tartışmaları ideolojik çekişmelere döndürme eğilimindedir. Ne de olsa ekonomi, (teknik konular) can sıkıcıdır.

Buna karşılık laiklik,(bizdeki irtica, hamaset) devletin yararı gibi soyut tartışma konuları son derece coşturucudur. Bu tartışma sonsuza dek uzatılabilir.

Biz Fransızların bu biçimde politika yapmamızın sebebi olduğumuzun dışına çıkamamaktır.” (Taha Akyol,12.04.2016 Hürriyet)

Raymond Aron bu sözleriyle Fransız siyasetini değil de sanki bizdekini anlatıyor, ne kadar da benziyoruz.

Türkiye 1990’lı yıllarda küreselleşmeye tedbir amaçlı tavır geliştirmek yerine vaktini irtica ve laiklik tartışmalarıyla geçirmeyi yeğlediği herkesin malumudur.

Ama kaçan fırsatın telafisi de kolay olmuyor.

Haber Türk köşe yazarı Muhsin Kızılkaya der ki:

“(Oysa) bazı toplumlar belirli dönemlerde bir uygarlık çemberinden bir ötekine atlarlar.

Ortaya çıkan her yeni durumda uygarlık çemberi içinde yer alabilmeyi becerebilen milletler ileri giderler.” (15.05.2016 Haber Türk)

Aksi halde dönemin karar verme noktasında bulunan siyasetçilerinin basiretsizliğinden doğan işsizliğin, yoksulluğun faturasını her zaman ödeyen ne yazık ki, millet olmuştur.

O konuda Eski Kültür Bakanı Mustafa Tınaz Titiz da der ki:

“Bir küresel köy haline gelen dünyamızda sınırlı kaynaklardan yararlanma önceliği elde edebilmek bir bilgi savaşı haline gelmeye başladı.

Artık toplumlar gerek bir bütün gerek o toplumları oluşturan bireyler ya da kesimler olarak tüm imkânları, kabiliyetleri ve fırsatlarıyla savaşmaktadırlar.

(Bunu öngörebilen, gelecek hikâyelerini buna göre kurgulayabilen milletler Covid 19’un beraberinde getirdiği gerek sosyal gerek ekonomik krizi de en az hasarla atlattıkları görülmektedir.)

Bu yeni savaşın adı küresel rekabettir. Bu rekabette önde olmanın ödülü refah ve mutluluktur. Geride kalmanın bedeli ise işsizlik, gelir yetmezliğini çözememe gibi hastalıklardır.

Bu ve benzeri savaşlarla dolu küresel rekabet ortamının değişmez motifi çeşitli toplumlar arasındaki doğrudan ya da dolaylı çatışmalardır.”

Günümüzde ise Türkiye bu çatışmaların sahnelendiği alanın tam da merkezidir.

Bu konuda Konda Araştırma Şirketi Başkanı Bekir Ağırdır der ki:

“Aynı zamanda Türkiye ulus devletin güçlenerek yeniden sahne aldığı bir ülke. Üstelik yeniden ulus devletlerin güçlenmesinin ürettiği yeni bölüşüm gerilimlerinin, Rusya ile Batı’nın siyasi, Çin ile Batı’nın ekonomik, Müslüman Coğrafya ile Batı’nın kültürel gerilim katmanlarının her birinin hem öznesi hem de sahnesi.

Türkiye çağ değişiminin dayattığı tüm bu sorunları aynı anda ve güçlü bir tonda yaşarken, bir de bu sorunları kimliklere sıkışmış, kutuplaşmış, biz duygusu parçalanmış yaşıyor.

Bu nedenle bu günün Türkiye toplumu ikircikli, tedirgin bir toplum. Tam da bu nedenle de Covid 19 salgını bireysel hayata dair kaygı ve korku ile toplumsal hayata dair kaygı ve korku birbirini besliyor.

Sonuçta yeni bir hikâyeye, yeni bir ütopyaya, bilgi toplumuna geçişin yol haritasına, bunu sağlayacak bilimsel ve sanatsal çalışmalara, yeni bir gelecek hayaline, bu hayal ve iddiaları taşıyacak yeni yüzlere, seslere, sözlere ihtiyacımız var. (Hikâyesini Arayan Gelecek, s.23-24)

Devlet Bahçeli’nin dediği gibi Türkiye’nin ilk olarak sadece ekonomik açıdan yeni bir hikâyeye ihtiyacı bulunmuyor.

Ondan da önce insanımızın değişen paradigmaya uygun yeni bir hikâyeye, yeni bir ütopyaya ve bunları taşıyacak yeni seslere, yeni sözlere ihtiyacı var.

Ekonomide yeni hikâye onun ardından gelir, diğer bir ifadeyle belirsizlik yani geleceğin hikâyesinin yokluğu sebep, ekonomiyle ilgili sorunlar sonuçtur.

{ "vars": { "account": "UA-18838004-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }