Van depreminden geriye enkaz yığını bir şehir, acı ve gözyaşı kaldı. Ağlamaktan kanlanmış gözleriyle hatıralara bakanlar, mutlu bir haber alabilmek için battaniyelere sarılarak umudu katık etti. Yıkıntılara düşen her yağmur tanesi umut ateşini söndürüyordu.
 
Ancak, 112 saat sonra alkışlar ve sevinç gözyaşlarıyla çıkartılan sağlam bedenler, daha çok duaya ve ‘belkilere’ sevk etti insanları. Sabırla bekledi depremzedeler, siren sesleri ve iş makinelerinin sesleri arasında.
 
Yardım geç gelmiş, ekmek su yokmuş önemi yoktu ilk günlerde. Gülüp eğlendikleri eşleri, sokakları çınlatan çocukları, yaşlı babaları yoktu yanlarında. Türkiye’nin duaları Vanlılar içindi.
 
Van’ın yüreği ise ‘Zeynep’im’ diye 1 yaşındaki bebeğini bekleyen öğretmen gibi enkaz altında. Erciş’e girdiğimizde herkesin yüzünde acı ve kelimelerinde dram vardı. Felaket filmlerini andıran kent; Kürtçe ağıtlar, siren sesleri, telsiz cızırtıları ve iş makinelerinin gürültüsü ile çalkalanıyordu. Yakınlarının çıkabileceği umudunu taşıyan kalabalık, kurtarma ekiplerine dualarıyla yardım ederken zamanla insani ihtiyaçların eksikliği ortaya çıktı.
 
STK’LAR ÖNDE
 
Gün geçtikçe ümitler azaldı ama çalışmalar gece gündüz sürdü. Gönüllülerin kurtarma faaliyetlerine katılması, çoğu zaman işleri zorlaştırdı. Yaklaşık 84 binanın tamamen yıkıldığı Erciş’te kurtarma ekipleri yetersizdi. ‘Daha fazla profesyonel ekip olsaydı, sağ çıkartılanların sayısı artar mıydı’ sorusu çok tartışıldı. Çadır, gıda ve yemek konusunda STK’lar yine devletten bir adım öne geçti. Çoğu zaman tanımadığımız, yüzünü dahi görmediğimiz bir el uzattı bir kap yemek. Her bölgeden gönüllülerin getirdiği gıda ve giyecek yardımları da sevindirdi. Başta Kimse Yok Mu, İHH olmak üzere birçok yardım kuruluşu ilk günden itibaren sıcak yemekle bir nebze de olsa ısıttı. Devlet imkanları ile çorba, pilav ve ayranın yanında yarım ekmek de dağıtıldı. Ama ilk gün ekmek, su bulamayan Vanlılar, gönüllülerin çevre illerden getirdiği kısıtlı yardımlar önünde, uzun ve görenlerin içini acıtan kuyruklar oluşturdu.
 
SEYYAR TUVALET YOK
 
Eksikliği çok fazla hissedilen seyyar tuvaletler 5 gün ortalıkta görülmedi. Çok az yerden akan sularla ilgili sağlık ekipleri ‘Dişlerinizi dahi fırçalamayın’ diyerek uyardı. Tifo, kolera, sarılık tehlikesi bulunduğunu açıklayan ekipler, şehir suyunun sadece temizlik için kullanılması gerektiğini söyledi. Altyapı yetersizlikleri yüzünden en ufak yağmurda büyük göletlerin oluşması, soğuk ve ilaç yetersizliği nedeniyle çadırda kalmak zorunda kalan vatandaşların çoğu hasta oldu. Prefabrike evler 5. günde gelmeye başladı. Erciş’e göre daha iyi durumda olan köylere de dağıtılmaya başlanan çadır ve prefabrikelerin gölgesindeki kadınlar, yıkık evlerinden eşya alıyor ve çocuklarına yiyecek bir şeyler bulmaya çalışıyordu. Erkekler ise ya enkaz başında ya çadır ve yiyecek kuyruğunda ya da taziye ziyaretinin ardından mezarlıktaydı. Çocuklar da enkaz yığınları üzerinde oyunlar türetiyordu. Çadır bulamayanlar arabalarda, kamyon kasalarında yaşadı birkaç gün. Çocuklar akan çeşmelerden bidonlarla su taşıdı yakınlarına.
 
Özel Kuvvetler göz kamaştırdı
 
Su ve elektriğin olmadığı ilçede,‘insan’ bilinciyle hareketeden yardım ve kurtarma ekiplerinin 1999 depremi sonrasında büyük mesafe katettiği göze çarptı. Türk Silahlı Kuvvetleride 2 bin 445 personelve 201 araç ile kurtarma çalışmalarına katıldı. Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndan 68, Jandarma Genel Komutanlığı’ndan 121 personel görev yaptı. Özel Kuvvetler Komutanlığı ekiplerinin kurtarma timi nöbetleşe uyuyarak, yıkanmadan, cansiparane ve profesyonelce bir iş çıkardı. Rütbeleri turuncu renkli üniformalarının üzerinde olan askerler, enkazdaki duvarları canlı olabilir ümidiyle önce ikiye ayırıyor ardından kenarlarındaki demirleri özel cihazlarla keserek kepçeler yardımıyla kaldırıyordu. Beton bloğunun içerisinde canlı olma ihtimali ile tüm ekip, ortaya çıkan alanda aramaya koyuluyordu. Enkaz altından gelen‘yaşıyorum’ mesajları da heyecanla karşılanıyordu. Özel Kuvvetlerin özel bir cihaz yardımıyla yaptığı hassas dinleme sırasında enkaz altından gelebilecek en ufak tıkırtıyı dahi duyabilmek için iş makineleri kapatıldı, konuşmak, yürümek yasaklandı. Her şey ‘bir yürek atımının sesi’ içindi. Görevli askerin, ‘Sesimi duyan var mı’ nidaları çoğu zaman yanıtsız kalsa da AKUT, Sivil Savunma, Özel Kuvvetler, Jandarma ve Sağlık Bakanlığı’nın UMKE ekipleri edindikleri tecrübe ile birçok vatandaşı alkışlar arasında canlı olarak çıkartmayı başardı.
 
Sevgi seli Van Gölü’nü taşırdı
 
Türkiye’nin her yöresinden milyonlar tek biryürek oldu. Kimi çocuğunun oyuncağını, eşinin eteğini, botlarını gönderdi. Kimi de gıda maddelerini kendi elleriyle dağıttı. Çanakkale’den yaşlı bir amca, depremzedelerin ayakkabılarını tamir için geldi. İstanbul’dan gelemeyenler, ‘Evim evindir Van’ diyerek kapısını açtı. Sadece ilk gün 17 bin 500 kişi depremzedeleri sıcak evlerinde ağırlamak istedi. Çatlak sesler ise sevgi selinin arasında yok oldu. Asayiş sorunu yaşanmayan kentte halk, kaderine razı ve itidalliydi. Yakınlarını kaybedenler, hatıra olarak çocuğunun beşiğini, toplu aile fotoğrafını aldı enkazdan gözyaşlarıyla. Hurdacılar da kent dışına dökülen yıkıntılardan demir toplama derdindeydi.
 
Unutmayacağım acılar kaldı
 
Erciş’ten döndük ama kar altında kalacak olan enkaz yığını bir kent kaldı geriye. Ağlayamadık, acılarını büyütmemek için. Ama otel odasına kapandığımızda bozuk ruh hali ile bir müteahhidin “Eline mala alan ev yaptı” itirafını hatırladım. Sonra; ‘Zeynep’im’ diye 1 yaşındaki kızını gözyaşıyla bekleyen öğretmenin çığlığı; 4 çocuğunu, eşini ve annesini kendi elleriyle yaptığı evde kaybeden amcanın ‘Kendi elimle yuvama tabut yapmışım’ feryadı; ekmek kuyruğundaki elleri soğuktan çatlamış minik Ruken’in kara gözleri; kadın cesedinin yüzüne sinmiş korku hali ve ilk kez bu kadar çok ağlayan erkek gördüğüm göl kıyısındaki Anadolu kasabası geçti film şeridi gibi gözümün önünden.