Başlayalı neredeyse bir haftayı geçti, yangın Akdeniz ve Ege Bölgesinin akciğerleri ormanlarımızı kül etmeye devam ediyor.

Gölgesinde huzur bulduğumuz, oksijenini soluduğumuz, nimetlerinden yararlandığımız ormanlarımız yok oldu.

Kül olan sadece ormanlarımız mı?

Ormana komşu olanların zeytinlikleri, meyve bahçeleri, harımları, hayvanlarının otlakları da yangın sayesinde harabeye döndü.

Bu yılki yangınlar mal ve can yok etmeye bir türlü doymadı.

Vatandaşın neyi varsa alevler sildi süpürdü.

Orman içi mahalle sakinlerinin evlerini, damlarını, ahırlarını, ağıllarını bir kül yığınına çevirdi, kurtarılamayan hayvanları telef etti.

İnsanları yurtlarından yuvalarından etti, yıllarca hayat sürdükleri, ömür tükettikleri özvatanlarında göçmen konumuna düşürdü.

Onların bu perişanlığını görmek bizleri derinden üzdü.

Ateşten kurtarabildiği keçisini, ineğini önüne katan, alabildiği eşyasını sırtına, omzuna vuran,canını kurtarmak için kaçan insanlar içimizi acıttı.

Dahası yangınla yok olan evinin bahçesindeki meyve ağacıyla kıt kanaat geçimini sağlayan, zeytinliğin geliri ile namerde muhtaç olmadan hayatını sürdüren yaşlı kadının ağıtı bütün Türkiye’de gözleri yaşarttı.

Ardından da akıllara daha da can yakıcı şu soru takıldı:

İnsanların kurtarabildikleri bunlar, ya alevlere çaresiz teslim olan kurtarılamayan hayvanlar?

Ya can taşıyan o yabani hayvanlar?

Ya canlı cansız varlıklarla yabani hayvanların, karıncaların, kelebeklerin, kurbağaların, yılanların, dağ farelerinin, tavşanların ve diğerlerinin birlikte oluşturdukları ekolojik sistem?

Devletler ve sivil toplum örgütleri ekolojik sistemde eksilen varlıkları tamamlayarak sistemi tamir etmek için bu gün özel çalışmalar yapıyor.

Mesela Avrupa’da Karpat Dağları’nda sayıları tükenmek üzere olan Bizon, Misk Sığırlarının sayılarını artırmak için özel bir çalışma yürütülüyor.

Bizde ise tam tersi ama rant hırsıyla ama ihmal ve tedbirsizlikle var olanı yok ediyoruz.

Ne dediğinden habersiz güya yangının mağdur ettiği insanları teselli etmek adına bir siyasetçi TOKİ’nin buralara dikeceği beton yığını karşısında insanlar: “Keşke benim de evim yansaydı”,diyeceğini zırvalıyor.

Bunu söyleyen o kadar sığ görüşlü ki, yangınla olan kaybın ilerleyen süreçte tabiattaki doğal yaşama ve insanlığa faturası nasıl olacak, sistemin tekrar oluşması ne kadar sürecek, düşünmek bir tarafa belli ki, haberi bile yok.

Onu anladık vatandaşı teselli etmek adına ikide bir devlet yetkililerinin yanan arazinin tekrar ağaçlandırılarak eski haline getirileceğinden söz etmelerine ne demeli?

Demek ki, onlar da “keşke evim yansaydı” diyen zır cahil  gibi ormanı bir yaşam alanı değil bir koruluk olarak görüyorlar.

Keşke her şeyi geri kazanmak için yanan alanları ağaçlandırmak yeterli olsa…

Canlı, cansız varlıkların yıllar içinde oluşturdukları ekolojik sistem teşekkül etmeden ağaçlandırmak neye yarar, onu ne bilen ne de düşünen var.

Diğer taraftan eğer dikkatli olunmazsa bu tür felaketlere yönelik kabahati üzerinden atma maksatlı açıklamalar yangının ekolojik sisteme verdiği zarardan daha fazlasını devlete ve millete verir.

Demek istediğim, genelde yangınlara neden mevsim sıcakları olduğu halde, diğer bir ihtimal de dış düşmanların ya da maşalarının sabotajıdır.

Ben birincisini tercihten yanayım.

Zira ikincisi içte ve dışta yangından daha da beter bir tahribata yol açar ki, o da devlete karşı özgüven kaybıdır.

O nedenle başka ülkelerde olsa iktidar yetkilileri kadar muhalefet de soğumadan konuyu kamuoyu önünde siyaseten tartışmamayı uygun bulmazlar.

Ama bize gelince bu inceliğe pek dikkat edilmez, her iki kesim de kabahati karşıya yüklemeye çalışır.

Hakkını teslim etmek gerekir ki, devletin bütün kurumlarıyla eldeki imkânlar ölçüsünde canla, başla yangını söndürmek için gayret ediyor.

Devletteki bu çabaya karşılık vatandaş da elinden gelen desteği ve katkıyı yapmaktan geri kalmıyor.

Yangında hayatını kaybedenlerin olması buna bir göstergedir.

Ama ortada önemli bir gerçek var ki, uçak ve helikopter eksikliği yangına zamanında müdahaleyi engelledi.

Bunun tedbirini önceden almamak istifayı gerektiren bir öngörüsüzlüktür, bir düşüncesizliktir, bir vurdumduymazlıktır.

Bu konuda sorumluluk Tarım ve Orman Bakanlığı'na aittir..

Böylesine can, mal ve milli servet kaybına aday üstelik her yıl tekrarlanan bir olayda bu ihmal kabul edilemez.

Çünkü o ihmal hem içte hem dışta devleti aciz, milleti çaresiz konuma düşürür ki, Türkiye 1999’da geçirdiği büyük Marmara Depremi’nde bile üç parçalı bir hükümete rağmen bu duruma düşmemişti.

Kaldı ki, devletin büyüklüğü bu tür felaket denebilecek büyük olaylar karşısında sergileyeceği başarıyla ölçülür.

Hatırlardadır, son 2020 Avrupa Kupası Şampiyonluğu Maçları oynanırken Danimarka Finlandiya Maçında Danimarkalı futbolcu Cristian Ericsen kalp krizi geçirmişti.

Binde bir ihtimal olan böyle bir olayın gerçekleşeceği düşüncesiyle FİFA’nın aldığı tedbir sonucu  maçın oynanacağı statta hazır tutulan solunum cihazı sayesinde bu oyuncu kurtulmuştu.

Bize gelince başarıyı paylaşma konusunda kimse mangalda kül bırakmaz  ama iş sorumluluk yüklenmeye gelince herkes “kabahat askıda” moduna geçer.

İstifayı ise bu güne kadar ne düşünen ne de hayata geçiren oldu.

Bu durumda ihmalin, tedbirsizliğin faturasını ödemek de evini, yurdunu, malını, bağ ve bahçesini yangında kaybeden vatandaşa düşüyor.

Olay burada da bitmiyor, yok olan ekolojik sistemin faturasını da insan dahil bütün canlı varlıklar ödüyor.

Bu millete yazık değil mi?