CHP"nin türbana karşı en sert çıkışları yapan ismi İstanbul Milletvekili Nur Serter, 28 Şubat döneminde İstanbul Üniversitesi"nde rektör yardımcılığı görevini yürütüyordu. Üniversitelerde başörtüsü yasağının başladığı dönemde İslamcı basının bir numaralı hedefi olmuş, "kız öğrencileri başlarını açmaya zorlamak için ikna odaları kurmakla" suçlanmıştı. İşte Nur Serter"le o dönemleri, "ikna odaları"nı, CHP"nin türbana bakışını konuştuk...

CHP"de türban çatlağı olduğu ortada. Siz bu açılıma karşı tavrını en net açıklayan isimsiniz...

Çatlak demeyelim. Sayın Baykal"ın genel başkanlığının sona ermesinden itibaren kendisi ve benim gibi düşünen bir çok arkadaşımız partinin yeniden ayrılıklara sürüklenmemesi için elimizden geleni yaptık. Sayın Baykal son derece özverili davrandı. Türban olayı partide bir görüş ayrılğını ortaya çıkarmıştır, bunu da inkar etmek mümkün değil. Ben yıllardır bunun mücadelesini vermiş, uzun seneler bu nedenle tehdit almış bir insanım. Açıklama yapmadan da bir süre bekledim.

Neden?

Bir formül üretilmesi gündemdeydi. Hakikaten nasıl bir çıkış yolu olacağını görmek de istedim. Ama çok fazla soru gelince görüşümü ifade etmek zorunda hissettim. Etmeseydim kendime saygımı kayberdim. Yıllarca belli bir duruşu olmuş biri olarak bugün sussaydım herkesin benden şüphe etmesi, “Acaba milletvekiliğini garanti etmek için mi susuyor?” demesi gerekirdi. Ama inandıklarımı söyledim, siyasete de böyle pazarlıklarla girmedim zaten.

Uyarı aldınız mı?

Görüş ayrılıklarını olumsuzluk olarak değerlendirmek doğru değil. TBMM"de siyasi partiler var ama farklı görüşlerin seslendirildiğini hiç duymuyoruz. Bu olmadığı anlamına gelmiyor. CHP"de eğer herkes görüşünü rahatlıkla ifade edebiliyorsa bu partide demokrasinin olduğunun işaretidir. Hiçbir uyarı almadık. Kimse "sus konuşma" demedi. Genel Başkan"a saygısızlık etmeyecek, partiyi parçalamayacak bir biçimde görüşlerimizi ifade ettik.

Pozitif ayrımcılık yaptım

İslami kesim tarafından “Başörtüsü düşmanı” ilan edildiniz. Öyle misiniz gerçekten?

Hiçbir zaman düşman olmadım. Hiçbir zaman başını örten bir kız öğrenciye en ufak olumsuz duygu beslemedim. Yasak başlamadan önce benim sınıfımda başörtülü öğrenciler de oldu. O dönemde kendilerine peşin hükümlü bir tavır sergilendiği düşüncesine varmasınlar diye pozitif ayrımcılık da yapardım. Mesela söz hakkı verir, konuştururdum. Odama gelir konuşurlardı. Ama ne zaman yasak başladı, o zaman hukuki boyutuyla bir yönetici olarak bunu uygulamak zorundaydım. Ama bu o kişilere karşı bir sevgisizlik anlamı taşımadı. Dün de taşımadı, bugün de.

Türban tsunamisi

Üniversitelerde türban neden serbest olmasın?

Bireysel bir tercihte bulunmak mümkün değil. Öyle de istesem böyle de istesem tercihim bir şey ifade etmez. Çünkü uygulamayı başlatan AYM"nin ve yargı organlarının defalarca aldığı kararlardır. Son iptal kararı eğitim ve öğretim hakkı nedeniyle verilmiştir. Altını kalın kalın çiziyorum çünkü bu haktan yola çıkıp hukuken sorun çözülebilirmiş gibi düşünenler var. AYM kararlarının kamu için bağlayıcı olduğu söyleniyorsa neyi tartışıyoruz? Önce bu kararlara din ve vicdan özgürlüğü bağlamında yaklaşılmıştı. AİHM kararı çıktı, durdu. Bu defa eğitim ve öğretim hakkı dendi, AYM"den döndü. Şimdi üçüncü pencere "Bireysel hak ve özgürlükler"le açılmaya çalışılıyor. Ama AYM ve AİHM kararlarında bunların da laiklik tehdidi karşısında sınırlanabileceğini yönelik açık hükümler var. Başımızı bir pencereden başkasına çevirerek bu kararları yok sayamayız. Benim açımdan önemli olan yapılan işlemin hukuka uygunluğudur. “Hukukun arkasından dolan, istediğini kabul et istemediğini etme, AYM"nin şu kararını alkışla bunu eleştir” gibi bir AKP dejenerasyonundan sonra hukuka en fazla sahip çıkması gereken parti CHP"dir.

“Bu serbestlik diğerleri için baskı getirir” iddialarına katılıyor musunuz?

Kesinlikle düşünüyorum. Başı açık girip 2"nci, 3"üncü sınıfta kapatan çok öğrencim oldu. Kuşkusuz bir toplumsal baskı oluşturacaktır. Şimdiden defakto bir durum var Türkiye"de. Türban bir tsunamiye dönüşmüştü. Artık üniversitelerin üzerinden o dalga aştı, ilköğretimi kuşattı, devlet memurluğuna ve siyasete kadar uzandı. Bugün tartışma üniversiteye girsin değil "İlköğretime girer, devlet memurluğu yapar, siyasete girer" tartışmasıdır.

Peki ya özgürlükler?

Olaya bireysel hak ve özgürlük bağlamında yaklaşırsanız arkasını tutamazsınız. O zaman "Devlet memuriyeti bireysel hakkım, siyaset bireysel özgürlüğümdür, ilkokul öğrencisi de bireysel tercihimdir” diyebilir. Üniversiteye gidememek aslında bir tür engeldi, bir duvar örülmüştü. Şimdi o dalga duvarı aştı ve hızla yayılıyor. Mısır"da yaşananları hepimiz gördük.

TBMM açılışında Cumhurbaşkanı Gül geldi ve Baykal ile beraber ayağa kalkmayan ekipteydiniz. Neden yine türban mı?

Kesinlikle hayır. Zannedilmesin ki Deniz Bey bizi oturttu. Tek başıma olsam da kalkmayacaktım. CHP hep, siyasette AKP"den başbakan, bakan olmuş bir kişinin aday yapılmasının doğru olmayacağını söyledi. “AKP"den de olabilir ama mutabakat sağlayacağımız bir isim getirin” dedi. Yapılmadı ve dayatmayla Sayın Gül seçildi. Seçilen kişi Türkiye"nin değil AKP"nin cumhurbaşkanı olur dedik ve doğrulandı. Yaptığı atamalar, AYM seçimleri... Mayınlı arazi yasası için ne kadar mesaj gönderildi. Ama AKP ne istediyse Gül onu yaptı. Bu nedenlerle AKP"nin cumhurbaşkanı olarak kabul ettiğimiz için tavır koyduk. Eşinin baş örtüsüyle falan alakası yok.

Hayrünnisa Hanım"ın kırmızı halıda yürümesine ne diyorsunuz?

Çok detay bir konu. Sayın Hayrünnisa Gül bundan önce eşli gelen cumhurbaşkanlarını karşıladı. Davetler verdi, hatta Avrupa Parlamentosu"nda konuştu. Mesele kırmızı halı mıdır? Kırmızı oldu, o da ayağını bastı diye mi sorun oluyor? Buna gelinceye kadar Türkiye"nin yurt dışına yansıyan profili içinde sayın Hayrünnisa Gül türbanı ile gerekli misyonunu yerine getirmiştir.

"Türbanlılar yüzüme tükürdü 7.5 yıl korumayla dolaştım!"

Nur Serter, kız öğrencilerini başını açmaya zorlamakla suçlandığı dönemlerde, inanılmaz tehditler aldığını anlattı: “Sokakta rastladığımız başı örtülü, türbanlı kadınlardan tükürenler, küfür edenler, omuz atanlar oluyordu. Polise utandığım için veremediğim tehdit mektupları oldu. Çok edep dışı, iğrenç, pornografik şeylerdi. Bir dönem Emniyet"in ciddi duyumları oldu. O zaman 5 polis aracıyla üniversiteye gidiyordum. 7.5 yıl korumam oldu.”

"İkna odaları" dedikleri şeyin kasetleri bende

Senelerdir “İkna odaları” sizin isminizle anılıyor...

12 senedir anlatıyorum ama bir şey ifade etmiyor. Çünkü önemli olan peşin hükümle yaklaşmak. “İkna odası” bir kadın gazeteci tarafından yakıştırıldı. Olay şudur: 10 bin öğrencinin ilk yasaklı kayıt dönemiydi. Avcılar"da gruplar halinde içeri öğrencileri alıyoruz. Tek tük başı örtülü türbanlı öğrenci de oluyor ama kaydını yapamıyoruz. Herkesin içinde kızlara "Başını açman gerekir" deniliyordu. Kendimi onların yerine koydum. Biri bana gelse o kadar insanın içinde "başını aç" dese rahatsız olurum çünkü. Bunun üzerine bir araştırma görevlisini görevlendirdik. Farklı bir mekana yönlendirip hukuki durumla ilgili bilgi vermeye başladı. Pedagojik formasyonu olan hanım, iki öğretim görevlimiz de vardı. Ama çok ayak altı bir yer olunca Medikososyal merkezinde -çocuklar rahatsız olmasın diye- boş bir odayı kullanalım dedik. Tek bir odadır o. Ama ben endişeye kapıldım. O dönem bazı malum basın organları çok ağır iftiralar atıyorlardı. Şimdi, “Çocukları kapalı mekana alıyoruz. Kızlara baskı yaptın, işkence yaptın denilebilir” dedim. Bunun için İletişim fakültesi öğrencilerinin kameralarından birini bu odaya kurduk.

Yüzler görünüyor muydu?

Hayır. Öğrencilerin arkasına gelecek şekilde konuldu. Sadece konuşmalar kayda alındı. Kızlara durumu anlattık, "olur" dediler. Bir dava konusu olursa, mahkeme açılırsa, elimizde kanıt olsun diye yaptık.

İzleyen oldu mu?

Kimse izlemedi. Sadece ben. Altını çizmek isterim: İletişim öğrencilerine çok şükran borcum var. Çünkü bu bantların peşine bütün medya düştü. Bana iki yıl boyunca baskı yapıldı. Bilgi istendi, bantlar istendi. Ama ne bir öğrenci tek cümle etti, ne bir tek bilgi verdi. 10 bin kişinin içinde 198 öğrenci başıörtülü geldi. 5"i dışında diğerleri hiç zorlanmadan başlarını açtılar. Yeni yeni kitaplar çıkıyor, yok kapıyı kitlemiş falan hayretler içinde kalıyorum. Bu kasetlerin hepsini izledim böyle bir şey yok.

Hala sizde mi?

Evet ama artık epeyce yer işgal ediyor. Öğretim görevlileri için de kayıt önemliydi. O da insandır, sinirlenir, baskı niteliği olacak bir şey söyleyebilir. O taraf içinde bir oto kontrol mekanizmasıydı. Bu olay umulmadık bir sonuç yarattı. Meseleyi siyasi ranta dönüştürmek isteyenler büyük hayal kırıklığına uğradılar. Çünkü öğrenciler okula alınmasın, kapıda bağırsın, o mazlum, mağdur tablo gündemi işgal etsin istediler ama öyle bir şey olmadı. Çünkü amaç çocuklarının eğitim hakkını engellemek değil bu haktan yararlandırmaktı. Bu kadar iyi niyetli yapılmış bir şeyi günlerce işkence odası olarak, adımı geçirerek, hakaret ederek kullandılar. Ama niyetimin ne olduğundan emin olduğum için hiçbir huzursuzluk yaşamıyorum. Onları eğitim hakkından yararlandırdığımı düşünüyorum. Çoğu yurtlarından çıkarıldılar, yurt bulduk. Çünkü cemaatler devreye girdi. Şimdi türbanla ilgili CHP"de farklı bir yaklaşım olunca, "Serter"i at" diyorlar. Ama bugün olsa yine aynısını yapardım.

Kamusal alan lafını ben de anlamadım

Kamusal alan ve sınırı nedir sizce nedir?

Doğruyu söylemek gerekirse kamusal alan lafı ortaya ilk atıldığında ben bunu anlamadım. Meydanlar, sokak, tren, vapur kamusal alan mı? Ne demek bu? Bu tereddütümü önemli bir kamu hukuku profesörüne sordum: "Kamusal alan diye bir şey olmaz, kamusal hizmet alanı olur" dedi. Kamusal hizmetin verildiği alandır, doğru ve mantıklı açıklama da budur. Kamusal alan tartışmasına hiç girmiyorum. Bence eğitimin bütün kademelerinde, devlet memuriyetinde ve elbette TBMM böyle bir yasağın uygulama alanı olmalıdır diyorum. VATAN