Akdoğan’a göre demokratikleşme sürecini de bu tür aşırı anlayışlar sabote ediyor.
 
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 9 yıldır Başdanışmanlığını yapan Yalçın Akdoğan artık Ankara Milletvekili olarak TBMM’de. Akdoğan VATAN’a yeni anayasadan TSK’yla yeni dönem ilişkilere kadar pek çok konuda önemli açıklamalarda bulundu:
 
* Hatip Dicle’nin milletvekilliği düşürüldü. “O olmazsa biz de olmayız” diyorlar...
Mesele hukuki; siyasi mücadelenin bir parçası olan bir konu değil. Siyasetçiler değil, YSK karar veriyor. YSK’yı AK Parti iktidarıyla ilişkilendirmek ve YSK kararları üzerinden hedefe oturtmak büyük bir yanlış. Dicle’nin adaylık sürecinden itibaren sıkıntılar yaşanmış, yanlışlar yapılmıştır. Gelinen noktada aldığı o ceza milletvekili seçilme vasfını ortadan kaldırıyor. Hukuken baktığımızda karar doğru görünüyor. YSK kararı, zorlama bir yorum ortaya koymuyor. Hukuk mevzuatı içinde alınan karar yoruma yer bırakmıyor. Kararı beğenmemek, eleştirmek mümkündür ama kriz çıkmasın diye anayasayı ve yasaları göz ardı etmek de mümkün değildir.
 
* Partinizin tavrını önümüzdeki süreç için nasıl özetlersiniz?
AK Parti, siyaseten tavrını en başında ortaya koydu. Siyasi mücadele sandıkta olur, rakiplerimizle sandıkta mücadele etmek isteriz, harici müdahaleleri doğru bulmuyoruz. Ama ortada anayasal ve hukuki bir durum var. Şimdi bunu zorlayarak, görmezden gelerek, çiğneyerek de mesafe alınamaz. Beğenmediğimiz, eleştirdiğimiz mevzuatı yok saymayız, ama değişmesi için çaba gösteririz, demokratik siyaset bunu gerektirir.
 
* Bir mağduriyet görüyor musunuz?
Mağduriyetler yaşanmasın diye çaba göstermek demokrasi mücadelesinin gereği, ancak bunun yolu, yöntemi belli. Ahmet Türk’ün açıklaması var, ‘Direne direne hakkımızı alıyoruz’ diyor. Anayasa’yı çiğneyerek, direnerek siyasi bir alan açamazsınız kendinize. Bir şekilde oyunu kurallarıyla kabul etmeniz gerekiyor. BDP’nin siyasi yarış içinde olmasını her zaman savunduk, demokrasi içinde tutulması gerektiğini söyledik. Ancak BDP’nin de samimi bir gayret göstermesi gerekiyor. BDP bile bile Dicle’yi aday yaparak krize davetiye çıkardı. Anayasa’yı ve yasaları beğenmeyebilirsiniz, eleştirebilirsiniz ama hukuk sistemine uyarak bunu değiştirmek için mücadele vermelisiniz. Dayatmalarla, tehditlerle netice alınamaz. BDP’nin tarzıyla değil, AK Parti’nin tarzıyla sistem demokratikleşiyor...
 
* “Bu ihtimali düşünmeleri gerekiyordu” diyorsunuz...
En başından sürekli bir tehdit ve şantaj pozisyonu alma durumu yaşanıyor. Bu yanlış. “Meclis’i tanımayız” diyor. Sen “tanımayız” dediğin Meclis’e girmek için uğraşıyorsun üç aydır. Sen siyasi bir partisin, siyasi bir mücadele vereceksin ve hemen arkasından en önemli kurum olan Meclis’i bir çırpıda tanımayız noktasına geliyorsan bir samimiyetsizlik vardır. Her türlü sorunun çözüm yeri Meclis’tir, siyaset kurumudur. Meclis’i terk etmek, size oy veren kitlenin iradesini kötüye kullanmak olur. “Ya hep, ya hiç” yaklaşımı ne demokrasiye uyar, ne evrensel hukuka...
 
* BDP’nin tavrı YSK’nın ilk kararında da böyle oldu ama...
Tehditle mesafe almaya çalışmak, her engelde “sokaklara döker, savaş alanına çeviririz” yaklaşımı doğru değil. Bir kere sen hukuka uygun hareket etmek için kendini zorlayacaksın. Yani “Ben hukuka aykırı hareket edeyim, oyunu bozayım, sistemi laçka hale getireyim” demekten fayda ummamak lazım. Geçmişte partilerin kapatılmasında elbette yanlışlık vardı. Kapatan anlayışı elbette eleştirebiliriz. Ama kendi yanlışları hiç yok muydu? Sürekli oyunu bozarak “Bize yaşam alanı tanımıyor”u ispat etmeye çalıştılar. Bu samimiyetsizlikten vazgeçmek lazım. En ufak engelde savaş çığırtkanlığı yapmak yanlıştır.
 
* Siz de “Son sözü söyleyecek hukuktur” yorumlarına katılıyorsunuz özetle...
Ortada hukuki bir durum var. Bu içinize siner veya sinmez. Biz Türkiye’nin en büyük partisiyiz, bize kapatma davası açıldı. İnsanlarımızı sokağa mı döktük, tehditler mi savurduk? Bir karar vermeleri lazım. Demokrasiyi ve siyasal mücadeleyi kabulleniyorlarsa oyunun kurallarına göre hareket etmeliler. İçlerine siner veya sinmez. Bizim de çok eleştirdiğimiz şeyler var. Hala sistemi demokratikleştirmek için mücadele veriyoruz. YSK kararları en çok bizi mağdur etti. Ama bu tarz doğru değil.
 
* Meclis’i protesto etmesi durumunda tablo ne olur?
Meclis’in yeni bir krizle açılması hoş olmayacak. Yeni bir anayasa yapılacak, herkes yeni bir sayfa açmaya çalışıyor. Yeni anayasa, sistemden kaynaklanan birçok kronik meselemizin -bunların arasında Kürt meselesi de var- çözümü açısından büyük önem taşıyor. Krizlerle işe başlarsak enerji kaybederiz. BDP sağduyulu hareket etmeli. Önemli sayıda milletvekili çıkardılar, o sayıyla Meclis’te önemli katkıda bulunabilirler. Daha önce de bu tür tehditler yaptılar. Ama Öcalan “Girin” deyince fikir değiştirip girdiler. Yaşanan her sorunu Meclis’te çözmek için çaba göstermek gerekir. Meclis’i yok saymak, demokrasiyi yok saymak anlamına gelir.
 
* Yine gözler Öcalan’dan gelecek mesajda zaten...
Ben Öcalan’ı sürekli eleştiriyorum. Fakat Öcalan bazen bunlardan daha basiretli davranabiliyor. BDP’ye yönelik eleştirilerinde çok haklı, çünkü süreçleri çok kötü yönettiler. Çözüm sürecinde sadece hükümetin ve Meclis’in ikna olması yetmiyor, toplumun da ikna edilmesi gerekiyor. BDP’nin Türkiye toplumunu ikna etmek için bir çabası var mı? Yoksa ajite etmek, provake etmek için mi çalışıyor? Çözüm olacaksa bu tüm Türkiye toplumunun içine sinen bir çözüm olacak. Herkes çok tatmin olmayacak belki ama herkesin bir şekilde kabulleneceği bir çözüm olacak. Yoksa BDP’nin kendi siyasi projesini zorla dayatması, hükümet, Meclis, toplum istemezken terör üzerinden netice alması mümkün değil.
 
* Sorunu Meclis’e taşırlarsa adım atılabilir mi yeni dönemde?
Biz şuna karşı değiliz: BDP bir siyasi parti, farklı bir çözüm projesi olabilir, çok aykırı kanaatleri de olabilir. Demokrasi içinde buna tahammül göstermek zorundayız. BDP Meclis’in içinde kalmalı ve çok aykırı da olsa görüşlerini ifade etmeli. Bunda problem yok. Ancak “Benim çözüm projem olmazsa yeri göğü yıkarım” der, terör eylemleri üzerinden bu dayatmayı yaparsanız bu kabul edilebilir bir durum değildir. Bu demokrasiyi de zehirler. Terör örgütünü koltuk değneği yaparak, sıkıştığınız yerde bu tür saldırılardan medet umarak hareket etmeye çalışırsanız olmaz. Türkiye gerçekliğini kabullenmeleri gerekir. Bu aşırı anlayışları hep çözüm sürecini sabote etti. Siyaset tarzlarını değiştirmezlerse zaten mesafe almak zorlaşır.
 
* Kürt meselesinde Öcalan, BDP ve PKK var. Öcalan masada mıdır?
Meseleyi terör örgütüne endekslememek lazım. Endekslenmek, onun esaretine girmek olur. Demokratik çözüm süreçleri, temel hak ve özgürlüklerin gelişmesi çok boyutlu bir mesele. Elbette dağda bir sürü silahlı insan duruyorsa bunun da bir şekilde halledilmesi gerekir. Orada durdukları müddetçe süreci sabote etmeye devam ederler. Onların tehditleriyle yol haritası belirlemek ise doğru değil. Bugüne kadar böyle olmadı, sonra da olmayacak. Terör örgütü çok tehdit savurdu, netice alamadı. Silahla netice almak gördüler ki mümkün değil. Terörle mücadele devletin görevi, ama öldür öldür PKK’lılar bitiyor mu, hayır.
 
* O yöntemlerle netice alınamadığı herkesin ortak fikri oldu artık...
Klasik yöntemle netice alınamıyor, doğru. İlk defa bir siyasi iktidar, sivil inisiyatif, çözüm süreci geliştirdi. Bugüne kadar mesele hep askere havale edilirdi. Asker de şikayetçiydi. Siyasetçiler bence kaçak güreşiyorlardı. İlk defa Ak Parti bunu masaya yatırdı. Çok önemli mesafeler alındı. Paradigma değişti, ayrımcı, inkarcı zihniyet ortadan kalktı. Olayın siyasi açıdan bence en önemli adımıydı bu. Şu an gündeme getirilen bir iki husus yapılırsa sorun çözüldü diyecek mi, hayır.
 
* Anadilde eğitim mi mesela?
Marksist-Leninist, Kürt etnik milliyetçiliği yapan, silah kullanan bir örgütün hedeflerini onlar çözüm olarak algılıyorlar. Biz “çözüm” dediğimizde başka bir şeyi, onlar başka bir şeyi kast ediyor. Onların “çözüm” dediği şeyi Türkiye toplumunun kabul etmesi mümkün değil. Başbakanımızın “Kürtlerin gerçek sorunuyla uğraşıyoruz” dediği odur. PKK nerede durursa dursun, hükümet demokratik açılımı devam ettirecek. Sorunun parçalarını görmezden gelerek elbette bunu çözemeyiz. Sorunun bir çok tarafı var. Sistem içindeki bütün aktörlerin süreci olumsuz etkilemeyecek, olumlu katkı verecek şekilde tutulması gerekiyor.
 
* Öcalan’a ev hapsi ihtimalini görüyor musunuz kişisel olarak?
Ben görmüyorum açıkçası.
 
* Diyelim ev hapsi imkanı her şeye rağmen sağlandı, Kürt sorunu biter mi?
Zaten onlar meseleyi Öcalan’ı kurtarmaya ve PKK’yı meşrulaştırmaya endekslediler. Çözümü sabote eden yaklaşım bu. Öcalan’ı kurtarmayı, PKK’yı sistemin içine sokmayı en önemli hedef olarak belirlerseniz bu süreci daha çok zorlaştırır. Bu gerçekleştirilebilir, kabul edilebilir bir şey değil. Kürtlerin genel sorun algısı ve çözüm düşüncesi arzularıyla BDP ve PKK’nın dayattıkları arasında çok ciddi bir uçurum olduğunu düşünüyorum. “Nedir bu proje” diye bir BDP’liye bile sorsanız açıklayamaz. Soyut iki kavram geliştirdiler. Ama Kürt kökenli kardeşlerimizin sorunları arasında bunlar sıralamaya giremez.
 
TAKE OFF USTALIK DÖNEMİNDE
 
* Çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemi. Ustalık dönemindeki yeni söylem nedir?
İlk dönem hastaya acil müdahale dönemiydi. Doğrudan hayatı kurtarmaya dönük müdahaleler yapıldı. Ekonomik olarak çökmüştük. İlk müdahale ile dengeler düzeltildi. Bunlar yapılırken de kendisine karşı direnç gösteren odaklarla uğraşarak mesafe aldı. İkinci dönem dengelerin oturmaya başladığını, büyüme ve istikrarı gördük. Büyüme rekorları kırdık. Ama hala AK Parti engelleniyordu. Yine de büyük başarılar elde etti. Referandumda da bu engellemeler kısmen düzeltildi. Yeni dönemde bu engellemelerin daha asgariye indiğini görebilirsek yeni anayasa ile Türkiye “take off” pozisyonuna geçip büyük bir sıçrama yapabilecek. Bence ustalık dönemi yapısal dönüşüm ve reformlar açısından büyük önem taşıyor. Bir çok önemli proje açıkladı sayın Başbakanımız. Ben bu süreçte işsizliğin yüzde 10’un çok altına ineceğini, kronik meselelerin çözülmesi noktasında önemli mesafeler alınacağını ve “yüksek siyaset” yapılacağını düşünüyorum.
 
Askerle önyargılar kırıldı, karşılıklı güven arttı
 
* Askerle ilişkiler yeni dönemde nasıl şekil alacak size göre? Darbe ihtimali görmediğinizi anlıyorum söylediklerinizden ama tutuklamalar da bitmek bilmiyor...
İlk günden itibaren baktığımızda asker - sivil ilişkilerinin normalleştiğini görüyoruz. Tabii AK Parti’nin uzun süre iktidarda olması, kişilerin birbirini tanıması gibi etkiler de var. Geçmişteki önyargıların kırıldığını, ezberlerin değiştiğini görüyoruz. Geçmişle kıyasladığımızda karşılıklı güvenin daha da arttığını söyleyebiliriz. Bir takım tatsızlıklar yaşandı. Ama kurumsal olarak bunların hepsini TSK’ya fatura etmek doğru değil. Kişilerin hataları olabilir, devam eden süreçler olabilir. Hepsini TSK’nın kurumsal bir girişimi gibi görmek veya böyle yaftalamak bence haksızlık olur. Bu süreçte bence hükümet çok sağduyulu davrandı. Kurumsal olarak TSK’nın yıpranmaması konusunda sorumlu davrandı. Askerin de son dönemde sorumlu ve sağduyulu davrandığını görüyoruz. Kendi alanına çekildiğini, asli fonksiyonlarını görmeye çalıştığını görüyoruz.
 
* “Asker artık kışlasında” diyorsunuz yani..
Aslında geçmişte siyasetçilerin de hatası oldu. Özellikle muhalefet kendi fonksiyonunu görmek yerine ihaleyi askere çıkarıp, askeri bir şekilde sistem içine sokup, siyasi taraf haline getirmek, kendisine alan açmasını sağlamak gibi tavırları oldu. Bu hem askere hem siyaset kurumuna zarar verdi. CHP’nin Sayın Kılıçdaroğlu ile birlikte “Biz bu işi yapabiliriz. Harici bir müdahaleye alan açmaya gerek yok” gibi bir yaklaşım içine girdiğini gördük. Bu bence olumlu bir durum. Sen siyasi partisin, gelirsin iktidarla siyasi yollarla mücadele edersin.
 
* CHP’nin söylemindeki en önemli değişikliklerden biri bu oldu galiba.
Ben bunu önemsiyorum. Bu süreçte Başbakan ile Genelkurmay Başkanı haftalık görüşmelere başladı. Bu görüşme trafiğinin haftalık olmasıyla diyalogun artması bence çok önemli bir gelişme. Bir rahatsızlık varsa kendisi söyler. Medya üzerinden konuşmak veya enerji birikimi olması yerine haftalık görüşmenin olması çok olumlu. Bu ilişkilerin geçmişle kıyaslandığında çok normalleştiğini düşünüyorum. Hariçten gazel okuyanlar, “asın kesin” diye dolduruşa getirmeye çalıştılar ama hükümet hiçbirine eyvallah etmedi, dik bir duruş sergiledi. TSK’yı yıpratacak söylem ve eylemlerden kaçındı. 27 Nisan bildisinden sonra da bunu gördük. Hükümet dik durdu. O duruşla sürecin gelişimini etkilemiş oldu. Ama köprüleri atan, savaş ilan eden bir yaklaşım içine girmedi. Sorumlu, sağduyulu bir yaklaşım sergiledi.
 
* Peki ya hala bitmeyen davalar?
Bir an önce neticelendirilmesi, uzamaması da çok önemli. Kişi suçluysa tespit edilir, cezası verilir. Yeni bir mağduriyet üretmemek lazım.
 
TARİHİ BİR MİSYON VAR
 
* Artık TBMM’desiniz... Genel Merkez’deki sistem aksayacak mı?
Ben, genel siyaset kadar, yerel siyaset de yapmaya çalışıyorum. Tepeden siyaset değil taban siyaseti yapıyorum. Vatandaşla iç içe oluyorum. Başbakan’ın danışmanı geldi, çalışma yapar mı diye düşünen olmuştur belki ama hepsi yanıldı. Sürekli arazideydim. Önümüzde tarihi bir misyon var. Yeni Anayasa’yı yaparsak Meclis ve o sürece katkıda bulunan insanlar tarihe geçecek. Bugüne kadar Başbakanımızın yanında çok önemli olaylar yaşadım. Bundan da gurur duydum. Tarihin yazılmasına bir şekilde şahitlik etmiş olduk. Yeni anayasa ile tarihi yazanların içinde de inşallah oluruz.
 
 
YARIN:
* YÜZDE 50’NİN SIRRI NE?
* BAŞBAKAN KÖŞK’E ÇIKACAK MI?
* YENİ ANAYASA İÇİN UZLAŞMA SAĞLANABİLECEK Mİ?
 
vatan