'Kapanalım mı kapanmayalım mı' derken Cumhurbaşkanı nihayet karar verdi.

'Kapanıyoruz' dedi ve son noktayı koydu!

Tarih ve muaf tutulanlar belirlendi.

Bir de ne görelim?

47 iş kolu kapanmadan muaf.

Eee.. Hal böyle olunca kapanma kapsamına alınan esnaflar 'Bizim başımız kel mi?' dercesine kapsam dışına çıkmak için çare arıyor.

Haksız sayılmazlar.

Salgının bedelinin sadece küçük esnaf ve belli iş kollarına ödetilmesi hiç adil değil.

Alınan karar tam kapanmaysa eğer, stratejik iş kolları dışında herkes kapanma kapsamına dâhil edilmeliydi.

Üretim, imalat, tarım, inşaat, gıda, lojistik, tedarik, kargo, sağlık vs. derken bütün işkolları imtiyazlı durumda!

Peki, hangi iş kolları kapalı?

Kahve, lokanta, restoran, kafe, bar, pastane, gelinlikçiler, tuhafiye, kavafiye, kırtasiye, berber, kuaför, okullar, semt pazarları ve bilumum küçük esnaflar…

Tam bir muamma ve çelişkiler yumağı..

Bunlar yetmiyor gibi, kapanma kapsamında nereden çıktığı belli olmayan, daha doğrusu yazılı genelgede yer verilmediği halde tekel maddelerinin satışının yasaklanması gündemimize düştü.

Kolluk kuvvetleri tekel büfeleri ve marketlerde alkol satışı yapılamayacağına dair tebligat yapmaya, tutanak tutmaya başladılar.

Ve bu yasak üzerinden yaşam tarzına müdahale gündeme geldi.

İçinde bulunduğumuz Ramazan ayında bu tartışmadan iktidar bir kısım seçmene selam mı veriyor?

Anlamak bir hayli güç.

Buna gerek var mıydı?

İçen içer, oruç tutan orucunu tutar.

Hayat tarzı farklılıkları üzerinden tartışma başlatmanın kime ne faydası var?

Bilin ki, bunun ne dine, ne de dindara faydası olmaz.

Bütün bu yanlışlıklar yetmemiş olacak ki;kişilerin ve basının olay yerinden fotoğraf veya video çekmesine getirilen yasakla, iktidar adeta topluma ve muhaliflere 'Ben istediğimi yaparım, hizaya gelin!' demek istiyor.

Allah aşkına soruyorum.

Millet olarak devleti hep otoriter yüzüyle mi göreceğiz?

Devlet, hep talimat mı yağdıracak?

Ve bizler, millet olarak 'Bu neden böyle diyemeyecek miyiz'?

Salgın mağduru kesimlere, dükkânı kapatılan esnafa, sağlayacağınız desteklerle devletin şefkat yüzünü de gösterseniz olmaz mıydı?

Buna hakkımız yok mu?

Devlet şefkat yüzünü göstermekte niçin bu kadar cimri?

Bu süreçte devletin şefkat yüzünü arayanlar sadece küçük esnaflar ve işyerine kilit vurulanlar değil tabi; enflasyon altında ezilen asgari ücretliler, emekliler, dul, yetim ve engelliler de var.

Emekli maaşına verilen %8'lik zamdan sonra, Ahmet Davutoğlu Başbakanlığında başlayan ve dini bayramlarda verilen 1000 liralık ikramiyeler de üç yılın sonunda 100 liralık zamla devletin şefkat yüzü gösterilmeye çalışılıyor.

Ha! Unutmadan üreticiden 20 kuruştan alınarak dağıtılan 130 bin ton soğan/ patatesi de unutmamak lazım!

Salgın sürecinde devletlerarasında vatandaşına en düşük yardımı yapan ilk beş- on ülke arasındayız.

Maske beceriksizliğinden sonra, şimdi de aşıyla ilgili kafa karışıklığı var.

Mutlu musunuz?

Devletin yurttaşına şefkat, merhameti ve sorumluluğu bu kadar mı?

Hal böyle olunca vatandaş kendi sorunlarına çözüm bulmak, uğradığı yasakları aşmak için yol bulma telaşında...

Bu sebeple; İçişleri Bakanlığı tarafından muafiyet almak ve şehirlerarası seyahat izni almak için internet karşısında, e-devlet kapısında çözüm arıyor ama orada da devlet 'Donmuş' hiç hareket yok.

Zira sistem tıkalı, sayfa hizmet veremiyor.

Bunu uzaktan eğitime geçtiğimizde de görmüştük, bakan bey öğrenci öğretmen sayısını bilmiyor gibi 'Sisteme yoğun ilgi var' diye açıklama yapmıştı.

Kısacası; salgın günlerinde devletle ilişkimiz bu düzeyde...

Güçlü devleti iliklerimize kadar hissetmek istiyoruz ama lakin ara ki bulasın.

Bizden şefkatini esirgeyen devlet, makamını kötüye kullanan, suistimal Ticaret Bakanına pek cömert.

Hele Amerikan devletinin başı Biden'ın 'Sözde soykırım' açıklaması karşısında aldığımız tutum, takındığımız tavır karşısında söyleyecek söz bulamıyorum.

Göz göre göre bu felaket geldi ve yöneticilerimiz bu konuda sadece beklemişler.

Biden'ın 'içilen çay hatırına' göstereceği anlayışa kilitlenmişiz.

Türkiye olarak böylesine haksız ithama, suçlamaya maruz kaldık ama buna rağmen Haziranda yapılacak 'yüz yüze' görüşmeden bahsedebiliyoruz.

Bilmem ki, neyi konuşacaklar?

Kısacası haftanın panoraması böyle.

Devlet buyurmak ve millet karşısında otoritesini güçlendirme yolunda tam gaz ilerliyor, millet hem salgın karşısında, hem otoriterleşen iktidar karşısında hakkını bile arayamamakta...

Kapanmanın mağdurları; özellikle küçük esnaflar, perakendeciler dertleriyle, sorunlarıyla baş başa bırakılmış durumda.

Mağdur kesim borçla, krediyle hayatını sürdürmek, nefes alma savaşı vermekte...

Vatandaşlar bu hercümerç, alabora ve fırtına karşısında 'Devlet nerede?' dediğinde devlet, adeta koyduğu yasaklar üzerinden 'Ben buradayım!' diyerek otoriter yüzünü göstermekte.

Kısacası; ileri demokrasi, adalet, kalkınma, özgürlükler, refah, gelir adaleti diyerek, on dokuz yıl önce çıkılan Türkiye yolunda geldiğimiz yer, milletin ihtiyaçlarını dile getirmesine karşılık 'Nankörlük etmeyin!' hitabına mahkûm olan Türkiye...

Hali pür melalimiz budur.

Millet memnun değil, siz memnun musunuz ey iktidar sahipleri!

Bu toprakların insanı yapılan iyiliğin kadrini bilir.

Yetmedi mi yaptığınız istismar.