Büyük usta Nazım Hikmet'in 1948 yılının Şubat ayında yazdığı meşhur şiirinin ilk dizeleri şöyle der:

"Yaşamak şakaya gelmez,

Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın

Bir sincap gibi mesela,

Yani, yaşamın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden

Yani, bütün işin gücün yaşamak olacak."

Evet Nazım Hikmet'in dediği gibi büyük bir ciddiyetle yaşamamız gerekir bu dünyada. Hiçbir şeyin şakaya gelmediğini bilerek üstelik. Yaşamak için su gerekiyor bizlere, tıpkı havasız olmayacağı gibi. Suyun ve havanın değerini iliklerimize kadar hissederek yaşamalıyız.

Kocaman evrende yer alan küçücük dünyamıza etmediğimiz eziyeti bırakmıyoruz artık. Daha çok para için, hırsımız için yok ediyoruz onu. Üzerinde yaşayan milyarlarca insan örseliyor onu, acımasızca. Tüm kaynakları yok ediliyor, sanki bizden sonra kimse yaşamayacakmış gibi. Doğanın da bir sabrı var elbette, bizden intikam almak için bekliyor, bir bakmışız bizden çok kötü şekilde almış bu intikamını.

Bizim Güneş Sistemimiz üzerinde kullanılabilir suyun bulunduğu tek gezegen Dünyadır. Dünya üzerinde ilk yaşam formları bundan milyonlarca yıl önce yine su içerisinde oluşmuştur. Su olmasaydı bırakın insanları, hiçbir canlı var olamazdı. Biz varsak ve yaşıyorsak bunu suya borçluyuz.  Yani, "Su hayattır" sloganı kadar doğru bir şey yok Dünya üzerinde.

Dünya yüzeyinin dörtte üçü sularla kaplı, insan vücudu da öyle. Yediğimiz sebze ve meyvelerin, tükettiğimiz hayvansal ürünlerde de aynı şekilde. Dünya üzerinde bu kadar çok su bulunmasına karşın tatlı su oranı yüzde üç gibi oldukça düşük bir orana sahiptir. Ancak bu miktarın hepsini de kullanamıyoruz, bu suyun büyük miktarı da buzullarda yer aldığı için kullanabildiğimiz miktar yüzde birin altındadır.

Yerküre üzerindeki suyun tamamı beş litrelik bir şişeye konacak olsa, biz insanların erişebileceği tatlı su miktarı, yalnızca bir yemek kaşığına denk gelir. Başka bir deyişle, erişilebilir tatlı su miktarı, dünyanın toplam su varlığının yüzde birinden bile azdır.

Bu kadar kıt bir su kaynağımız var ama nedense hiç bitmeyecek gibi suyu hunharca kullanıyor, hunharca kirletiyoruz, giderek suya olan bağımlılığımız artarken. Üstelik şu anda bile Dünya nüfusunun beşte biri temiz içme suyuna ulaşamıyor, önümüzdeki yıllarda bu rakamın artacağı, su için savaşların çıkacağı yönünde senaryolar bilinen bir gerçekken kılımızı kıpırdatmıyoruz.

Ayrıca Türkiye su kaynaklarının bol olmadığı, küresel iklim değişikliğinden en çok etkilenecek ülkelerden birisidir. Böyle giderse kısa bir süre sonra ülkemiz kuraklık ile mücadele etmek zorunda kalacaktır. Böyle bir mücadele aşamasına geldiğimizde ise hepimizin su sıkıntısı içinde yaşayacağımız nettir.

Peki, neler yapabiliriz su konusunda?

Öncelikle su işinin ciddi bir iş olduğunu, şakaya gelmeyeceğini bilmeliyiz. Suyun bizim yaşamımız için olmazsa olmazımız olduğunu asla unutmamalıyız.

İşe kendimizin yaşam alanı olan evlerimizde, işyerlerimizde suyu tasarruflu kullanmaya başlamalıyız. Suyun en çok kullanıldığı tarımsal üretimde tasarruf sağlayabilecek yöntemler kullanmalıyız. Aynı şekilde sanayi tesislerinde kullanılan ve kirletilen su oranını düşürmeli, iyi bir atık su yönetimi uygulamalıyız. Unutmamalıyız ki nerede olursa olsun bilinçsizce kullanılan ve kirletilen su kaynaklarımız bizim geleceğimizi çalmaktadır. Artık aklımızı başımıza almamızın ve su işinin şakaya gelmeyeceğini öğrenmemiz zamanı geldi ve geçiyor.

"Suyun değeri kuyu kuruyunca anlaşılır." (Thomas Fuller)