Basından önceki ADÜ Rektörü Prof.Dr. Cavit Bircan’ın bir soruşturmayla bağlantılı olarak rektörlük tarafından açığa alındığını öğrendik.

Sorum üzerine olayı Genel Sekreter Baki Aslantaş da doğruladı.

Cavit Bircan hakkındaki iddia ise FETÖ/PDY üyeliği ve yolsuzluk…

Cavit Bircan’ın FETÖ ile iltisaklı olduğu ama kendini kamufle ettiği iddiası yeni değil uzun süredir kamuoyunda konuşulan böyle bir rivayet var.

Hatta daha önce biz de aynı iddiaya değinmiştik(06.02.2017 aydınpost)

“ADÜ Rektörü Cavit Bircan 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasındaki “Demokrasi Mitinglerinde” ateşli konuşmalar yaptı…

Elinde sopa nöbet tuttu.

O meydanlarda gösterdiği cevvaliyette partililere adeta taş çıkarttı.

Bu gün dahi hız kesmeyen süratinin maşallahı var… Ne milletvekilleri ne il başkanı ne de Başbakan yetişebiliyor(!)

Baktı, gördü referandum için Başbakan propaganda sürecini başlatmıyor,”vakit geçiyor bari ben öncülük edeyim”,dedi..rektörlere “evet” çağrısıyla startı o verdi.

Hocamız bu öncülüğüyle takdir bekliyordu ama taltif yerine Başbakan’ın bütün “akıncı beyleri” için kullandığı “işgüzarlar” azarına muhatap oldu.

***

Yoksa Hoca’nın kraldan fazla kralcı kesilmesinin altında yatan geçmişi ile ilgili başka bir bit yeniği mi var?

Herkesin merak ettiği cevap Hürriyet Yazarı Ahmet Hakan’dan

“Kim aşırı kahramanlık taslıyorsa…

Kim kafayı olmayacak şekilde çıkarıyorsa…

Kim Başbakan’dan çok hükümetçilik yapıyorsa…

Kim sınırlarını ve haddini aşıyorsa…

Kim mübalağa cenk ediyorsa…

Kim egemenlik arkasına saklanıp sağa, sola kurşun sıkıyorsa…

Bilin ki, o kişinin saklayacağı çok şeyi vardır.” (20.01.2017)

Cavit Bircan’ın hakkındaki iddialarla ilgili sakladığı, gizlediği bir şeyler var mı, yok mu o soruşturma bittiğinde ortaya çıkaracak.

Başka bir açıdan bakıldığında iddialar asılsızsa bu soruşturma kendisi için bir aklanma fırsatı da olabilir.

Benim asıl üzerinde durmak istediğim her kim çiğ yemediyse onun için mesele yok, yiyenin ise vay haline…

Çünkü Kur’an’a göre hiçbir kimse bu dünyada başıboş bırakılmamıştır.(Kıyamet/36) Her an gözetim altındayız ve yaptıklarımız İlahi Adalet kantarında tartılmaktadır.

O nedenle bir konuda karar verecek olan bir kimsenin vicdanında tarttıktan sonra vermek, verirken de adaletten, hakkaniyetten şaşmamak en başta gelen görevidir.

Hukuken de ölçü budur.

 Bu durumda insan kanunen işi kılıfına uydursa bile İlahi Adalet peşini bırakmaz, günün birinde yakasına kesin bir yapışan bulunur.

O nedenle gerek devlet adına gerek birey olarak 1-Beden gücü 2- Madde, para gücü 3- Bilgi, mevki, makam gücünü kullanan eylemini vicdan terazisinde iyi tartmak şartlar ne olursa olsun kendi selameti için kantarın topuzunu kaçırmamak durumundadır.

Üç erkin de ortak şifresi iyi niyet çerçevesinde yansız, karşılıksız çıkarsız Ülke’ye Hakk’a ve bütün insanlığa hizmet amacıdır.

Aksi halde geri dönüşü şiddetli olur, insanda deprem etkisi yapar, haddi aşanın yuvasını tarumar edebilir.

Yanılır, yenilir de bir kimse beden gücünü mahlûkatı tacizde, şiddette, kul hakkı yemede kullanırsa güçsüz kaldığı bir zamanda ezdiklerinden iyilik dilenmek zorunda kalabilir ya da iradesi dışında o duruma düşer ve her iki halde de ezilir.

Her kim parayı, maddeyi, malı mülkü kul ve yetim hakkı yeme aracı olarak kullanırsa o güç elden gider, horladıklarının, hakkını gaspettiklerinin eline düşer, insafına, merhametine sığınmak mecburiyetinde kalabilir.

En yakıcı olanı da devlet görevine egosunu karıştıranları bekleyen akıbettir.

 Herkes devlet yetkisini kullanırken makulü aramak, kararlarında kişisel duygularından, ihtiraslarından ya da kinlerinden arınmak zorundadır.

Yoksa gün gelir İlahi Adalet tecelli eder duygularına kapılarak zulmettikleriyle insan yer değiştirmek zorunda kalabilir.

Çok örnek var ama en çarpıcı olanlardan biri…

12 Eylül 1980 öncesi siyasi gerginliğin zirvede olduğu CHP iktidarı döneminde kendini solcu diye tanımlayan bir okul müdürü bir ilçede hemşerisi bazı öğretmenlerin il dışına sürgününe önayak olur.

Hatta bu arada öğretmenlerden birinin babası vefat eder, müdür kanuni hakkı olan izni vermez, “ilişiğini kes o hakkını mehil müddeti izninden kullan,” der.

Süleyman Demirel’in azınlık hükümeti kurmasıyla birlikte siyasi sürgünler geri döner.12 Eylül İhtilalı sonrası Anavatan iktidarı döneminde de sürgün olanlardan biri  bir ilçeye o dönem yeni kurulan ilçe milli eğitime müdür olarak atanır.

Ardından ibretlik bir olay yaşanır ve o eski okul müdürü bir soruşturma sonucu o ilçeye bağlı bir belde okuluna tayin edilir.

Sonrasında o öğretmenin memleketine daha yakın bir yere naklinde geçmişte yaşanmışları bir yana bırakan, insanlığın bir gereği olarak, ilçe milli eğitim müdürü aracılık eder.

Her kim devlet işine egosunu karıştırır, fırsattan istifade hasım gördüklerinin defterini dürme hevesine kapılır, kul hakkını unutur, adaleti, hakkaniyeti bir yana bırakır,devlet malına tecavüz eder,yetim hakkını korumazsa gün olur devran döner, karşısına sigaya çekecek bir Molla Kasım çıkar.

Yunus Emre’ye ait üç bin şiir olduğu rivayet edilir.

Ölümünden sonra Molla Kasım adında bir ham sofu şeriata aykırı bulduğu bin tanesini suya atarak, bin tanesini de yakarak yok eder.

Sıra üçüncü bini imhaya geldiğinde bir de bakar ki, Yunus Emre:

Derviş Yunus bu sözü eğri, büğrü söyleme

Seni de sigaya çeken bir Molla Kasım gelir,

Demekle. Molla Kasım’a yıllar öncesinden yaptığı eylemin haberini vermekte bir de ihtarda bulunmaktadır.

Bunu okuduğunda Molla Kasım’ın aklı başına gelir ama iş işten geçmiş iki bin şiir çoktan yok olmuştur.

Kıssadan hisse her kim kendine ait olduğunu sandığı ama aslında bir emanetten başka bir şey olmayan güçleri yanılır, yenilir eğri, büğrü kullanmaya kalkışır,yetim hakkı, devlet malına ve parasına tecavüz ederse iyi bilsin ki, ileride kendini sigaya çekecek bir Molla Kasım beklemektedir.

Cavit Bircan hakkında başlatılan soruşturmaya bir de bu açıdan bakın, derim.

 

Aydınpost ANDROID'de TIKLA YÜKLE!   Aydınpost APPSTORE'da TIKLA YÜKLE!