İnsanlar konuşan varlıklardır.

Konuşarak dostluklar kurar..

Aynı zamanda tartışarak yıkılır köprüler ve bitirilir dostluklar.

İnsanlarımız değişik vesilelerle bir araya gelir.

Bir araya gelmek farklı mecralarda gerçekleşir.

Bu mekan kimi zaman kahveler olur, kimi zaman esnaf dükkanları..

İnsan buluşmalarına sahne olan mekanlarda, dernek, vakıf ve benzeri yerlerde iktidarın ürettiği ve muhalefetin arkasından sürüklendiği toplumsal ayrışma ve kamplaşma, hararetle konuşulan konuların başında gelmektedir.

Tabi bu meselenin konuşulduğu sosyal mecraları da unutmamak lazım.

Sosyal mecralarda insanlar daha keskin üsluba sahiptir.

Bu sebeple, ‘Klavye kahramanlığı’ diye bir tabirimiz de var.

İnsanlar, bu mecralarda kendilerini pek kahraman(!) hissederler.

Yüz yüze iken söyleyemeyeceği sözleri klavye başında cesaretle yazarlar.

Söylediğinin nereye varacağını bile hesap etmezler.

Evet, toplumda ‘Ayrışma ve kamplaşma’ had safhadadır.

Bir konuda farklı düşünmek, yaftalanmak ve etiketlenmek için yeterlidir.

Üzerimize vurulan etiket, boynumuza asılan yafta, kimliğimizin bir parçası olur adeta.

İktidarın, son yıllarında kullandığı iki etiket var;‘FETÖ ve PKK terör örgütleri üyesi ve destekçisi olmak’

Kısacası muhalif olanlar, ya doğrudan terörist ilan edilir, yahut ‘terör sevicisi’ suçlamasına maruz kalırlar.

Terör örgütü üyeliği, suç unsuru olmaktan çok, karalamak ve susturmak için kullanılır.

iktidar için bu suçlama, tahakküm etme arzularına ulaşmak için elverişli bir yöntem olarak görülmektedir.

Tabi, bu amaçla kullanılan yöntem, toplumda hem adalet duygusunun körelmesine, hem de iktidarın meşruiyetine gölge düşürmektedir.

Yazının başlığında kullandığım ‘Sivil Ölümler’ tabiri Fetö terör örgütüyle mücadele kapsamında, bu suçla suçlanan insanlar için kullanılmaktadır.

Bu tabir, 2016 yılında yaşadığımız hain kalkışma sonrasında, KHK’lar ile yapılan işten atma ve arkasından gelen soruşturma ve yargılamaların muhatapları için kullanıma sokuldu.

Bu sürecin muhatabı olan insanlar, bu süreçte soruşturma geçirme ve yargılamanın ötesinde bir muameleye tabi tutuldular.

Mesela bir öğretmen sadece devletteki görevinden atılmadı, özel okullarda da öğretmenlik yapmasına engel olundu.

Yine bir avukat veya doktor da benzer muameleye tabi tutuldular.

Bunların bir çoğunun sigortalı çalışması bile engellendi.

Bu sürece muhatap olan insanlara, sigortasız tarım işçiliğinden başka bütün kapılar kapatıldı.

Ama hukuken, ama psikolojik olarak.

Bu insanlar, toplumda itibarsızlaştırıldılar.

Dostları dahi selam vermez oldu.

Geçenlerde bir vesileyle bu insanlardan yargılanmış ama herhangi bir ceza almamasına rağmen görevlerine iade edilmeyen akademisyen, ağır ceza hakimi, mühendis ve öğretmenlerden müteşekkil insanlarımızla buluştuk ve yaşadıkları mağduriyetleri dinledim.

Haklarında devam eden hukuki süreç kalmamasına, beraat etmelerine rağmen muhatap oldukları muamele halen devam etmekteymiş.

Bu muamele bunlarla sınırlı değil.

Doğrusu çok acil bir normalleşmeye ihtiyacımız var.

Normalleşme için yapılması gereken psikolojik yumuşamadır.

İçinde bulunduğumuz atmosfer değişmelidir ki, iklim de değişsin.

Toplumsal yumuşama için gereken bu iken, iktidarın ısrarla sürdürdüğü suçlayıcı dil, bütün şiddetiyle sürdürülmekte ve bu yöntemden siyasi sonuç beklenmektedir.

Hatta, iktidar bu tutumunu sürdürmekle yetinmeyip icraatlerine yapılan her itirazı terörist faaliyet olarak göstermekte, böylelikle otoriter anlayışını daha da egemen kılmaktadır.

Artık aklımızı başımıza devşirmeliyiz.

Bu gidiş gidiş değildir.

Ülkemizin demokrasi birikimi ve sosyolojik dinamiklerimiz, otoriter yönetime rıza göstermeyecektir.

Kerameti kendinden menkul ‘Terör ve ihanet suçlamaları’ devlete olan inancı ve aidiyet duygusunu zayıflatmaktadır.

Unutmayalım ki; kişiler ve kurumların ömrü, milletlerin ve kurduğu devletlerin ömrüyle kıyas kabul edilmeyecek kadar kısa ve geçicidir.

*sivil ölüm, defalarca aynı suçtan dolayı mahkum edilme ve toplumsal haklardan mahrum bırakılma olarak tanımlanmaktadır.