Genç Cumhuriyet yönetiminin en önemli sağlık uğraşlarından biri de salgın hastalıklarla mücadeleydi. Bunun başında da sıtma geliyordu. Bataklık ve su kaynaklarında beslenen ve üreyen sivrisineklerden yayılan hastalık ülkede ciddi bir sorundu. Ülke genelinde görülen hastalık daha çok sulak alanlarda oturan vatandaşlarımızı etkisi altına almıştı. Bununla baş edebilmek için sıtma ile mücadele merkezleri kuruldu. Bataklıkların kurutulmasına çalışıldı. Kinin isimli ilaç temin edilerek halka dağıtıldı.

En az insanlığın yaşı kadar eski olan bu hastalık, 1940'larda 300 milyon,1957'de ise 200 milyon insanı etkilemiş ve bütün dünyada 2 milyon insanın da ölümüne neden olmuştu. 1976 yılı kayıtlarına göre bu hastalık başta Avrupa olmak üzere birçok gelişmiş ülkede kaybolmuş, diğer ülkelerde yaygın halde bulunduğu için "endemi" ilan edilmişti. Bu hastalığın ortadan kalkmasının en önemli nedeni kuşkusuz bununla mücadele ve geliştirilen ilaçlardı...

UZUN YILLARIN BELASI

Osmanlı İmparatorluğu döneminde de bu hastalıkla mücadele edilmiş,1910 yılından itibaren halka parasız kinin dağıtılmaya başlanmıştır. Bu hastalıkla mücadelede Müderris İsmail Hakkı Bey'in ismi öne çıkar. Cihan Harbi içinde de görülen hastalık, İstiklâl Harbi yıllarında askerlerimiz arasında yüzde 40 oranında yaygındı. 1917-25 yılları arasında çeşitli sağlık kuruluşlarının raporlarına göre Ankara, Antalya, Balıkesir, Denizli, İstanbul, Mardin ve Seyhan'da dalak indekslerinin yüzde 80-90 arasında değiştiği bildirilmiştir. Muallim Dr. Ekrem Hayri Bey, 1921 yılında 200 bin nüfusu olduğu tahmin edilen Antalya civarında sıtma vak’a adedinin 172 bine yaklaştığını rapor etmiştir. Yine o yıllarda Antalya'da çıkan bir gazete haberine göre 1920 yılındaki ölüm sayısının, doğum sayısının iki katı olduğunu, 1921 yılında ise iki buçuk katı olduğunu belirtir.

Cumhuriyet'in ilanından bir yıl sonra zamanın Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Dr. Refik Saydam başkanlığında toplanan sağlık kurulu, mücadele edilmesi gereken en önemli salgın hastalık olarak sıtmayı görür. Dönemin önemli hekimlerinden oluşan komisyonunun 5 Haziran 1924 tarihli raporuna göre, alınacak tedbirler ve oluşturulacak merkezler belirlenir. Aynı yıl Ankara'da Dr. Osman Şerafettin Çelik tarafından geçici çalışma başlatılır. İstanbul Bakteriyolojihanesi’nde bir kurs tertip edilerek burada yetiştirilen elemanlarla 1925 yılı içinde Ankara, Adana ve Aydın'da çalışmalara girişilir. 2 Eylül 1925 tarihinde toplanan ilk Milli Tıp Kongresi'nde ana konu olarak sıtma ele alınır. Burada konu enine boyuna tartışılır. 26 Nisan 1926'da "Hekimlerin Sıtma Enstitülerinde Staj Mecburiyeti Hakkında" 826 sayılı kanun çıkarılır. 13 Mayıs 1926'da kabul edilen 839 sayılı kanunla Türkiye'de Sıtma ile Savaşın Esasları ortaya konulur. Bu kanunla Sıtma Mücadele Teşkilatı kurulur. Ankara, Adana, İçel, Konya, Aydın-Denizli, Burdur-Balıkesir gibi illerde merkezler kurulur. Kollar sıvanır... Daha sonraki yıllarda bu merkezlerin sayısı 34 ile kadar çıkar. Sivrisineklerin tanımında karşılaşılan güçlükler nedeniyle Almanya'dan Prof. Dr. E. Martini ve Dr. H. Vogelülkemize davet edilir. Bu hekimler, 1926 yılı Mayısından itibaren bizim hekimlerimizle birlikte çalışmaya başlar. Dr. Martini'nin tavsiyesiyle 1928 yılında Adana Sıtma Enstitüsü açılır. Burası kısa sürede ülkemizin en önemli öğretme ve eğitme merkezi olur. Dr. Enver İrdem, Dr. Celal Gökberg, Dr. Mecit Ergin'in yaptığı işler çok kıymetlidir. Dr. Martini'nin yanında çalışan Dr. Mecit Ergin, dünyada ilk defa olmak üzere bazı sivrisinek türlerini tarif etmiştir.  1926 yılında başlatılan sıtma ile mücadele 1944 yılına kadar sürer. Bu sayede hastalık yüzde 11'lere kadar düşürülür. (Prof. Dr. Ayhan Yücel, Türkiye'de Sıtma Savaşı, Cerrah Paşa Tıp Fakültesi, İstanbul, 18-28 Mayıs 1981, s.5-19.)

AYDIN'DAKİ MÜCADELE

Yazımıza konu olan ilimiz Aydın'ın sıtma hastalığı kaynağı Büyük Menderes Nehri'dir. Afyon Dinar'dan doğup Denizli Çal-Güney üzerinden Aydın'a ulaşan ve Söke'den Ege Denizi'ne dökülen nehir, 548 km uzunluğundadır. Yağmur mevsimlerinde taşması nedeniyle de ova yakınındaki yerleşim yerlerini etkisi altına alır. Aydın'daki sıtma merkezi 1929 yılına kadar 250 köyde mücadele eder. 1925 yılında 95 köyde 27 bin 238 kişi mevcuttur. 18 bin 169'u taranır, bunlardan 7 bin 923'ünde hastalık tespit edilir. Oran yüzde 43'tür. 1929 yılına gelindiğinde mücadele alanına yeni köyler eklenir, 83 bin 147 olan nüfusun 69 bin 472'si muayeneden geçirilir ve bunların 13 bin 331'inde hastalık tespit edilir. Bu oran yüzde 19'lara düşmüştür. Yapılan mücadelelerle oran her yıl daha da düşer. Sağlıklı netice alınmaya başladıkça halkın da kurallara uyma alışkanlığı artar. Bütün bu veriler bölgedeki sağlık merkezleri tarafından günü gününe kayıt altına alınarak Sağlık Bakanlığı'na rapor edilir. Halka ilaç olarak devlet tarafından kinin dağıtılır. İşte bu bilgileri bir rapordan alıyoruz. Elimizdeki rapor çok ayrıntılı bilgiyi içeriyor. Bundan da devletin ve kurumlarının o tarihte ne kadar ciddiyetle çalıştığını öğreniyoruz. (Bakınız; Dr. Mahmut Sabit, Aydın Mıntıkasında Sıtma Mücadelesi, Sıhhiye Mecmuası, Ekim-Kasım 1929, Sayı: 31-32, C.5, TC. Sıhhiye ve İçtimai Muavenet Vekâleti, s.1360-1388.)

HEM MÜCADELE ETTİ HEM DE YAZDI

İşte bu dönemde Aydın'da kurulan mücadele merkezinde çalışan Dr. Ethem Vassafkarşımıza çıkıyor. Asabiye doktoru olmasına rağmen salgın hastalıklarla da mücadele eden Ethem Bey, aslen Aydınlı ve 1925-26 yılları arasında burada görev yapar. Köy köy gezerek hastalara şifa dağıtır, alınacak önlemler konusunda halkı aydınlatır. Bakanlığın direktifleri doğrultusunda istatistiki kayıtlar tutar. Bu dönem yaşadıklarını ve Aydın'da yapılanları Akşam gazetesine gönderir. Biz de onun çalışmalarını bu gazetedeki haber ve yorumlarından öğrendik. Haberlerinin hepsini derleyip çevirdim ve o tarihte Aydın'da yapılan başka işleri de öğrendim. Keşke daha çok yazsaymış dedim. Çünkü o tarihte Aydın'da günlük gazete yayımlanmamış... Yunan işgalinde yakılmış yıkılmış Aydın'da yapılanları onun kaleminden öğrenmek ayrı bir kıymet...

Atatürk'ün Bütün Eserleri'nde araştırmacı olarak çalışırken bu isimle karşılaştığımda çok heyecanlanmıştım. 2004 yılında karşıma çıkan Ethem Bey'in kimliğini merak ettim. Çünkü soy ismi yoktu... Kimdi bu doktor? Onu da uzun uğraşlardan sonra öğrendim. Bunda da Demokrat Parti döneminin ünlü gazetesi Zafer'in yazı işleri müdürüyle tanışmam yardımcı oldu. Karşıma aşağıda okuyacağınız çok renkli özgeçmiş çıktı. İşte Ethem Bey'in yaşam öyküsü:  

DR. ETEM VASSAF KİMDİR

Dr. EtemVassaf1894 yılında Aydın’da dünyaya geldi. 13 Ağustos 1912’de Askeri Tıbbiye’ye girdi. 14 Mayıs 1917’de Tabip Asteğmen rütbesiyle mezun oldu. Beş yabancı dil bilen bir hekimdi. 14 Mayıs 1919’da Teğmen rütbesine yükseldi. 10 Ekim 1920’de okul giderlerini ödeyerek askerlikten ayrıldı. Anadolu’ya geçerek buralarda hekim olarak hizmet verdi. Ayrıca çeşitli okullarda öğretmenlik de yaptı. 3 Ekim 1922’de memleketi Aydın’a gelerek burada Aydın Merkez Hükümet Tabipliğine atandı. Burada 22 Aralık 1925 tarihine kadar çalıştı. Aynı zamanda Akşam gazetesine de bölgeden haber ve yazılar gönderdi. Daha sonra Manisa, İzmir, Tarsus, Adana, Konya, Samsun’da görev yaptı. Bu illerde öğretmenlik de yaptı. 9 Aralık 1933 tarihinde Sağlık Bakanlığı’yla ilişkisini kesti. İstanbul’a yerleşti. Burada özel muayenehane açarak psikiyatri alanında hizmete devam etti. 1936 yılında eşi Belkıs Hanım ile birlikte ABD’ye gitti. 22 Aralık 1947 tarihinde yeniden Sağlık Bakanlığı hizmetine döndü. Sağlık ve Sosyal Yardım Müfettişliğine ve 30 Haziran 1948’de Haydarpaşa Numune Hastanesi asabiye mütehassıslığına atandı.

MENDERES’İN ÇOCUKLUK ARKADAŞI

Bu görevde iken TBMM’nin 9. dönem seçimlerine katıldı. Adnan Menderes’in çocukluk arkadaşıydı… Kocaeli’den Demokrat Parti’den Milletvekili seçildi ve 22 Mayıs 1950’de Meclis’e katıldı. Burada Sağlık ve Sosyal Yardım Komisyonu’nda çalıştı. Komisyon başkanlığında da bulundu. Tek dönem milletvekilliği sonrası 1954-57 yılları arasında TC. Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü İdare Meclisi Üyeliği yaptı. 1957 yılında ABD’ye yerleşti. 1970 yılına kadar değişik hastanelerde görev yaptı. Ayrıca New Hampshire Üniversitesi’nde profesör olarak çalıştı. 26 Nisan 1970’de Boston’da hayatını kaybetti. İzmir’e getirilerek defnedildi. Evli ve üç çocuk babasıydı. Ünlü yazar ve psikolog Dr. Gündüz Vassaf’ın babasıdır. Etem Bey, Akan ve Günal soy isimlerini kullandı. Serbest Cumhuriyet Fırkası hareketine de katılmış ve 1930’da İzmir’de çıkan Serbest Cumhuriyet gazetesinde yazılar yazmıştır.

KUTU

ETHEM BEY'İN KALEMİNDEN AYDIN'DAKİ SITMA MÜCADELESİ

Aydın köylerinde sıtma nüfusumuzu nasıl kırıyor?

“Üç günden beri köylerdeyim. Aydın köyleri her sene sıtma yüzünden pek çok zayiat vermiştir. İlk ziyaret ettiğim nahiye merkezden yaptığım tetkikatta nazaran bundan on sene evvel 14 bin nüfusu olan Koçarlı nahiyesi ve bu seneki nüfusu umumiye 9 bine tenzil etmiştir. Bu yekûn meyanında mübadeleye tabi olan yerli Rumlardan ancak bin iki yüz kişi hicret etmiş kalan nüfusun bir kısmı Harbi Umumide, yarısından fazlası da sıtma yüzünden ölmüştür.

İşgal görmeyen bu arazi üzerinde nazari dikkati ehemmiyetli surette celp edecek zaiyat yekûnundan bir fert olmadığını katiyetle söyleyebilirim. 1920 senesinde Hilal-i Ahmer dispanser tabibi olarak çalıştığım bu nahiyede muntazam surette tuttuğum istatistiklerde sıtmanın nasıl esaslı bir surette bu havaliyi istila ettiğini günden güne şiddetini ve tahribatını nasıl tevsi ettiğini bu seneki ve geçen seneki tetkikatımla dahi iyi öğrenmiş oluyordum. (…)

Cumhuriyet idarenin sıhhatini idare eden ellere hayatlarını tevdi eden halk, çok acınacak bir halde yardım beklemektedir. Erzurum felaketi zan ederim ki bu sıtma belasından daha feci değildir. (…) Yeni doğan çocuklar sinirli, babalar alkolik, anneler de hastalıklı oluyorlar.(…) Küçük köyleri birleştirmek 300 haneli büyücek merkezi köyler ihdat edilmeli ve buralarda mektepler, sıhhiye memurlarının veyahut mücadele hekimlerinin nezareti altında ama küçük bir acizhane ve revir tesis edilmelidir. Halk aydınlatılmalıdır. (…)

Sıtma mücadelesinde bu sene hekim namzetlerinin pek çok yardımı olacağına hiç şüphe etmiyorum. Nitekim bu sene Koçarlı nahiyesine tabi Dede Köyünde tıbbiye mektebinden mezun gelen genç bir tıbbiyeli hanımın bu köyün sıtmalılarını bir hekim kadar anlayışlı bir kabiliyetle tedavi etmiş ve bu köy halkının yarı yarıya sıtmalısını ölümden kurtarmıştır. Henüz tahsil hayatında tıp dershanesinde bulunan bu aziz hemşireye karşı memleket namına şükran duymamak mümkün değildir.” (Akşam, 12 Ekim 1924, s.3.)

Menderes Nehri havza için sıtma ve ölüm kaynağı olmuştur

“4 Aralık: Dün gece yarısı bir hasta için uyanabildim. Şehrin en uzak bir yerinde muhacir mahallesinde bulunan ve çok fakir olan hastanın davetine, havanın şiddetli soğuğuna ve yağmuruna rağmen derhal icabet ettim ve kapıdan beni bekleyen rehberimle beraber yıkık duvarlar, akarsular ve çamaşırlar arasında insanların gece gece tepindikleri yollardan yürüdük. Beni almaya gelen, hastamın oğluyla annesi hakkında izahat veriyordu. On günden bire yanıyormuş, bugün yarın iyi olur diye ümit etmişler. Hastalık ilerlemiş, nihayet bu gece de çok ateş gelince hemen bana koşmuşlar. (…)

Bu sene Menderes Nehri üzerinde sondaj yapılıyordu. Ne netice alındığını bilemiyorum. Fakat yolcular yine taşkından şikâyet ediyorlar. Binlerce kilometrelik ovanın birçok aksamından köylüler istifade edemiyorlar. Bilmem ki bu nehir ne zamantethirederek çokmenbitolan arazimizi su altından kurtaracağız? Ve halkımızda rahat rahat seyahatlerine devam edebilecekler. Yeni vekillerimiz, ümit ederim ki bu uğurda kıymetli yardımlarda bulunacaktır.” (Akşam, 10 Aralık 1924, s.2.)

Aydın’da İspanyol salgını

“Yeni seneye birçok hastalıklar içinde kavuştuk. Avrupa saadet ve neş’e ile dolu bayramlar yaparken bizim zavallı felaketzedelerimiz açlıktan ve sefaletten, hastalıktan ölüm tehlikeleri geçiriyorlar. İstanbul’da veba (…) korkusu içinde yüz binlerce halk, hayatını hekime teslim etmiş, hastalığın zail olmasını bekliyor. Anadolu içerileri besbeton başka bir sefalet manzarası içinde baştan başa hastalıklarla nüfusu umumiyesini günden güne kaybediyor. Yazın sıtma kurbanları viran eden Aydın halkı, şimdi de on günden beri İspanyol salgını ve ihtilatı olan zatelleri ile uğraşıyor. 

Önde birtakım çalışması olmayan, bir kaşık sıcak süt ve çorbadan mahrum bulunan bu zavallı halkı himaye edenin bir müessese-i hayriye yok. Cemiyet-i hayriyeler hep İstanbul’a münhasır kalmıştır. Çünkü İstanbul’da bu cemiyetleri himaye eden zenginler var.

Memleketimiz ise baştan başa fakir ve sefalet içinde kıvrandığı için himayesine ait teşkilat yapamıyor. (…)

On günden beri İspanyol salgını devam ettiği halde sıhhıye dairesi henüz hastalık hakkında küçük bir tedbir ihtiyatı vaz edememiştir. Halkın sıhhatine karşı bu kadar lakadıyı kimse görmüyor, hiç kimse tenkit ve muvaheze etmiyor. (…)

Sıhhıye Vekâleti sıtma mücadelesi için kuvvetli yardımını evvelâ Aydın vilayetine tahsis etmelidir. Öyle zannediyorim ki muhacerat, (…) ve açlıktan, hastalıktan Aydınlılar kadar sefalet çekmiş ve harap olmuş hiçbir vilayet yoktur. Menderes’in bataklıklarını kuruturken vilayetin muhtelif mahallerinde ve köy merkezlerinde açacağı dispanserler, seyyar acizhaneler kilitli doktor ve hasta bakıcılarla ve böyle kimselerle ilkbahardan daha evvel işe başlamalıdır.” (Akşam, 24 Ocak 1925, s.3.)