Sırtta kambur, ayakta nasırdır bunlar...

Abone Ol

Bu topraklarda, merkezi otoritenin zayıflamaya başladığı 16.yüz yıldan beri, devam ede gelen bir güçler savaşı vardır.

Eşraf, ağa ve beylerin ortaya çıkışları ve bu mücadelelere katılmaları da o zamanlardan başlar. Lale Devri’nden sonra buna yenilikçiler ve muhafazakârlar da dâhil olur.

Daha eskiye gidersek, henüz peygamberimizin vefatından kısa bir süre sonra Müslümanlar arasında gerçekleşen Cemel Vakası, Sıffin Savaşı ve Kerbela Olayı’ da bu iktidar mücadelelerinin acı örneklerindendir.

Hepsi de devlet ben olacağım ihtirasındandır…

Temeli benlik-bencillik olan bu davranış tarzı, bitmeyen çatışmaların ana sebeplerindendir..

İktidar ben olayım da her kes benim gibi düşünsün, benim gibi yaşasın, benim gibi giysin, benim gibi konuşsun,  benim inandığıma inansın, benim gibi sevsin, benim gibi nefret etsin… Hep benim gibi, hep benim, hep benim…

Bundandır günümüz Türkiye’sinde de dönem dönem,  Aleviler, Kürtler, Türkler, muhalif partililer, sol gruplar, sağ gruplar,  başörtülüler, namaz kılanlar-kılmayanlar, cemaatçiler ve cemaat dışı olanlar diyerek güçlü olanlar güçsüzleri kısıtlamış, dışlamış, yerine göre az çok zulüm yapmıştır.

Gerçekte ise halkın çoğunluğu arasında bu tür sosyal ve siyasal çatışmalar, münferit olayların dışında kesinlikle yoktur.

Başlarındaki yönetici veya yönetici adaylarının benlik, fanatiklerinin de aidiyet duygularını tatmin etme mücadelesi vardır.

 Halkı da bu kişisel ihtiraslarına destekçi yaparak mücadelelerini meşrulaştırmaya ve sayısal üstünlükle pekiştirmeye çalışırlar.

Evet dostlar! ...

Patlayan bombalar belki de bundandır…

Giden canlar bundan…

Şehitlerimiz de bundan, yüreği buruk yetimlerimiz de…

Çıkartmaya çalıştıkları Türk-Kürt, Alevi-Sünni çatışmaları da…

Garibanlığımız da, varlık içinde çektiğimiz yokluğumuz da…

 

Sonra bunlar; kimse kimseye güvenmesin, sadece kendilerine bağlanılsın ve güvenilsin isterler.

Halkın bağrında hançer, sırtında kambur, ayağında nasır gibi duran bu güç grupları, demokrasi, insan hakları, kardeşlik, barış, din, iman, vatan, millet olgularını da ağızlarından hiç düşürmezler.

Yerel veya idari her iktidar kendi kadrosunu kurmalıdır zırvasını tekrarlayarak, yapmış ve yapacak oldukları haksızlıklara masumiyet kazandırmaya çalışırlar..

Seçim çalışmalarında gece gündüz, ev ev, köy köy, rahatlarını, huzurlarını, mallarını, servetlerini hiçe sayarak koşuşturmaları, yine istisnalarını tenzih ederim, halkın kara kaşını kara gözünü sevdiklerinden ve de Allah rızasını kazanmak istediklerinden değil…

Maddi ve manevi benliklerini yüceltmek arzusundandır.

Bunu da  kendi partilerini, kendi mezheplerini, kendi etnik gruplarını, kendi ideolojilerini ve kendi cemaatlerini arkalarına alarak yapmaya çalışırlar.

Hani her şeyin bir karşılığı vardır ya, işte bunlar istedikleri yere geldiklerinde, yani makam-mevki sahibi olduklarında, kendilerini destekleyenlere minnet borçlarını ödemeye başlarlar.

Kendi öz varlıklarıyla değil tabii ki. Devletin maddi ve manevi imkanlarıyla öderler.

Tüyü bitmemiş yetimin hakkıyla yani…

Bir belediye başkanlığı el değiştirdiğinde eski çalışanlar işten çıkartılır, partililer yerine yerleştirilir. İşten çıkartamadıklarının birimlerini değiştirerek cezalandırırlar. İhaleler partili müteahhitlere verilir. Çarpık çurpuk imar planları çıkartılır…

Kamu kurumlarında ise genel müdürlerden tutun, okullardaki müdür yardımcılarına kadar kadrolar çoğunlukla değiştirilir. Bu değiştirmelerde liyakata pek bakılmaz.

Bu kurumlar kendi fabrikaları veya kendi çiftlikleri olmadığı için yöneticinin kalitesi çok önemli değildir. Nasılsa devletin işi yürüyüp gidecektir.

Sırf partili, cemaatli, aynı mezhepli ve ya aynı etnik kökenli diye hak etmedikleri görevlere gelen bu kişiler de,  hem yeteneksiz oluşlarından, hem de yukarıya duydukları minnet borçlarından dolayı doğal olarak işlerini iyi yapamazlar.

Bu durum istisnai dönemleri tenzih ederim, yıllardır böyledir.

Hani bazen sorarız ya;  biz neden İkinci Dünya Savaşı’ndan yıkık perişan çıkmış bir Almanya, bir Japonya gibi olamadık, olamıyoruz? diye …

Cevap kesinlikle; Masonlar, Siyonistler ve İlluminati gibi gizemli güçlerin engellemeleri değildir.

Bencilliklerimiz, ihtiraslarımız, haksızlıklarımız, partizanlıklarımız, devletin imkanlarını kötüye kullanmalarımız, adam kayırmalarımız, tembellik ve sorumsuzluklarımızdır.

Sonuç olarak;

Sosyal ve siyasal güç grupları, evrensel insan hakları normlarına ve bu normlara göre hazırlanmış hukuk kurallarına bir kez olsun uymuş olsalar,

Sonra,  insan ve vatandaş olgusu bütün sosyal ve siyasal oluşumların üstünde kabul edilse, güçler savaşı yok denecek kadar azalacak, herkes birbirinden emin olacak, sağlık, mutluluk, huzur kendiliğinden gelecektir.

Ne diyelim, İnşallah…

 

Sağlıcakla kalın…

 

 

 
Anroid Cihaza yüklemek için tıklayın!
 
İOS Uygulamayı yüklemek için tıklayın!
{ "vars": { "account": "UA-18838004-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }