Şans bazen insanın ayağına gelip dolanıveriyor işte... Mekânın kapısından girer girmez “Sibel Kekilli içeride” demezler mi? Oyunculuğunu çok beğendiğim bir kız, üstelik şimdi de ‘Game Of Thrones’ dizisindeki rolüyle dünya starlığına soyunmuş.

Üç-beş metre ileride bir masada arkadaşlarıyla doğum gününü kutluyor... “Başına devlet kuşu kondu oğlum İzzet” dedim ve haber kokusu almış bir ‘yamyam’ gibi yaklaştım masaya. Oradaki ortak dostları da görünce yanına çöküvermek hiç zor olmadı. Sohbete başlayınca “Star ışığı dedikleri bu olmalı” diye düşündüm. Hem kendinden emin, hem de son derece cana yakın genç bir kadın Sibel. Fatih Akın’ın ‘Duvara Karşı’ filmiyle başlayan ve ‘The Last Train’deki oyunuyla Berlin Film Festivali’nde ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödülünü kazanarak devam eden sinema macerasında daha çok basamaklar atlayacağı hemen belli oluyor.

GÖBEK HAVASINA KADAR YÜZDE 10 TÜRK

Stern Dergisi’ne verdiği bir röportajda “Kendimi Türk değil, Alman gibi hissediyorum, ancak yüzde onum Türk” demişti Kekilli. Vallahi doğruymuş. O gece doğum gününde öyle umarsız, kimseyi takmadan eğlendi ki şaşırıp kaldım. Kasım kasım kasılan bizimkiler aklıma gelince de gülümsedim kendi kendime. Sadece bu nedenle değil laf arasında ‘Game of Thrones nasıl gidiyor” diye başladığım soru girişimlerimi, daha baştan “Konuşmam yasak” diye engellediği için de yüzde doksanı Alman bu kızın. Almanların yaptıkları her işi, dizel motoru yeniden icat ediyormuşçasına prensipli ve disiplinli yapmalarına oldum olası hem uyuz olmuş hem de içten içe takdir etmişimdir. Sibel de işte öyle ‘uyuz etti’ beni o gece. Ama dansözleri görüp, 9-8’lik ritimleri duyunca Türk genleri baskın çıkmış olmalı ki, birden ayağa kalkıp göbek atmaya başladı. Bekârlığa veda eden genç kızlardan birinin kınasını alıp ellerine sürdü... Alın size bir kınalı bebek. Bu da yetmedi kızlardan birinin duvağını kapıp başına taktı ve sahneye fırladı, hem dans etti hem arkadaşı Aynur’la birlikte şarkılar söyledi.

NİŞANLISI YÜZÜNDEN...

Bir ara yan masalardan birinden kulağıma şu cümle çalındı. “Bu kız pornocu değil miydi?” “İnsanları geçmişleriyle ne kadar kolay yargılıyoruz” diye düşündüm. Herkes namus bekçisi olmuş çıkmış. Sibel’in o filmleri neden çektiğini bir yerde okumuştum. Daha 20 yaşındayken Stephan adlı bir Alman gencine âşık oluyor Kekilli. Evlenmek üzere büyük bir borcun altına giriyorlar. Bütün senet sepetleri kız imzalıyor, Stephan’ın da banka borçlarını üstleniyor... Sonrası tam bir hayal kırıklığı tek başına on binlerce mark borcun altında kalıyor Sibel. Hatırladığıma göre Garsonluk, kapıcılık yapıyor, meyve satıyor, annesiyle evlere temizliğe gidiyor, ama daha faizleri bile ödeyemiyor. Son çare olarak da o filmlerde oynamayı kabul ediyor. Malum, Fatih Akın’la tanıştıktan sonra da hayatı değişiyor Sibel’in. Bir rastlantı eseri keşfediliyor ve 350 genç kız arasından rolü kapıyor. “Geçmişim sadece beni ilgilendirir” diyerek kendisi hakkındaki bütün önyargıları paramparça ediyor Sibel. Üstelik Einstein’a göre önyargı dediğimiz kavramın değiştirilmesi atomu parçalamaktan daha zormuş. Fakat gelin görün ki bu kıpır kıpır tatlı kadın sorular sormaya başlayınca ağzına mührü vuruverdi. Sağdan soruyorum olmuyor, soldan soruyorum olmuyor, tek kelime cevap yok kızda.

Son bir deneme yapıp; “Eğer Türk dizilerinden birinde oynamak için teklif gelirse ne yaparsın” deyince “Anlatamadım mı konuşamam, yasak” dedi. Sonra da yasağın kimden ve neden geldiğini açıklamaya tenezzül etmeden kalktı, Cahide kızlarını tebrik etmek için kulise geçti. Ben de kaldım ortalıkta, 90 dakika tek kale oynayıp, sonunda maçı kaybeden takımın antrenörü misali... Tam kafam iyice bozulmuş oturuyordum ki; bir baktım bizim Gargamel bitti tepemde. “Sanki duvara karşı değil, Sibel’e karşı savaş verdik burada” dedim ona. Sonra savaş deyince aklıma geldi. Dünyada soğuk savaş dönemi bitti, ama Cahide’de ajanlar savaşı devam edecekti. Gargamel’e “Doğru kulise gidiyorsun, Sibel orada” dedim... Gözleri parladı “Emrin olur abi” dedi... “Ben Gargamel... 007 Gargamel.”

SİBEL, EVLENECEK BİRİNİ ARIYOR

Gargamel’in sonradan anlattığına göre şovcularla Sibel hemen kaynaşmış birbirleriyle. Kekilli, önce hepsini tebrik etmiş ve “Türkiye’de bu işin ne kadar zor yapıldığını biliyorum ve hepinize saygı duyuyorum” deyince, bizimkiler hafif bozulmuş ama çaktırmamışlar, pat diye de cevabı yapıştırmışlar; “Yooo biz çok mutluyuz, hiçbir zaman da rahatsız olmadık” diye. Sibel şaşırmış “Ben Türkiye’de böyle şovların rahat rahat yapıldığını hiç bilmiyordum” demiş. Bu arada kraliçe Duygu sormaz mı; “Kız, senin bir sevgilin mi, kocan mı ne biri vardı, ondan ayrıldın mı?” diye. Malum, Kekilli bir süre önce Alman aktör sevgilisi Franz Dinda’yla yollarını ayırmıştı. Bana tek kelime etmeyen Sibel kuliste mahalle dedikodusuna başlamış. Sevgilisinden ayrılmış, hatta Duygu’ya “Âşık olup evlenecek birini arıyorum. Var mı böyle bir tanıdığın” diye yarı şaka yarı ciddi takılmış.

GAME OF THRONES İKİ ÜLKEDE ÇEKİLİYOR

Tabii konu kaçınılmaz olarak ‘Game Of Thrones’a gelmiş. Başroldeki Sean Bean adlı yakışıklının ne menem bir adam olduğunu sordukları zaman hiç beklemedikleri bir cevap almış bizimkiler. Meğer dizi iki ayrı ülkede çekiliyormuş. Bu yüzden oyuncuların çoğu birbirlerini tanımıyormuş bile “Ben şimdilik Yugoslavya’da oynuyorum” demiş Sibel. Kulisteki bu tatlı tantanadan sonra masaya döndü Kekilli. Arkadaşlarıyla birlikte kalktılar; giderken elimi tutup “Bana hayatımın en güzel doğum gününü yaşattınız” diye gönlümü de aldı, ne yapmışsam... Kendini uyanık sanıyor ama bilmiyor ki ‘Sibel’e karşı’ savaşı 007 Gargamel kazandı.

(İzzet Çapa - Habertürk)