Oysa birleştirici özelliği olan Sezen Aksu’gillerin sayıları bir toplumda ne kadar çoksa, toplumu oluşturan insanlar da o kadar mutlu ve huzurludur.
Ülkemizde üzüntüyle belirtmek gerekir ki, gün geçtikçe değerlerine yönelik linç dili ve kültürü yaygınlaşıyor. Bunda sosyal medya önemli rol oynuyor.
Bunun bir sonucu son haftaların gündemi, beş yıl öncesine ait bir şarkısının bir kublesinde Âdem ve Havva’ya cahil dediği gerekçesiyle “urun ha yaşatman” nidalarıyla itibarı yok edilmek istenilen, güfteleri de olan, ses sanatçısı Sezen Aksu…
Hâlbuki Sezen Aksu gibi kendini aşan ve ülkelerin iftihar kaynağı şairler, sanatçılar, yazarlar, ressamlar, bilim insanlarıdır ki, ben bu değerlerin hepsine, gündemde o olduğu için Sezen Aksu’giller diyorum.
Ülkelerde diğer normal insanlardan Sezen Aksu’gilleri ayıran nedir diyeceklere birincilere ‘izi silinenler,’ ikincilere de “izi sürülenler”, derim.
Bunda haksız da sayılmam.
Zira ününü her kıtada duyuran Nobel Barış Ödülü alan Kimyager Aziz Sancar gibi kaç bilim adamı, Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Orhan Pamuk gibi kaç romancı var?
Ödülü aldıktan sonra siyasete ilişkin sözleri yüzünden yabancı bir ülkede ikamet etmek zorunda kalan Orhan Pamuk’un birçok dile çevrilen eserlerini o ülkelerin insanları okumaya devam ettiği sürece Türkiye’nin de adı anılmaya devam edecektir.
Bir ülke için az şey mi bu?
Nefret dilinin Sezen Aksu’yu hedef almasına karşılık başka ülkeler Sezen Aksu benzeri değerlerini el üstünde tutuyor, dayanıklı kumaştan yapılmış bohçalar içinde saklarcasına üzerlerine titriyor.
(Eskiden her ailenin evinde altın, gümüş gibi ziynet eşyalarını ve genç kız ve gelinlerin çeyizlerini kadife gibi özel kumaştan yapılmış bohçalar içinde sakladıkları bir sandığı bulunurdu.)
Bu Sezen Aksu’gillerin tek kusuru karakter yapılarının bir gereği bir kalıba sığdırılamamalarıdır ki, bu onların yaratılıştan gelen bir özelliğidir.
Kabına sığmayan bu yaratıcı insanların normal insanlardan ayrıldığı diğer bir yön de aykırılıklarıdır ki, ürettikleri düşünceler, eserler, şiirler, şarkılar sanat adına kim ne üretiyorsa hepsi işte o aykırılıklarının eseridir.
Diğer taraftan Sezen Aksu’giller duygusal zekâya sahiptirler ve bu duygusallıklarının bir sonucu onların olaylar karşısındaki sevinçleri de normal insanlara kıyasla daha coşkulu, üzüntüleri de daha elemli, daha içtendir.
Sanatın kaynağı da bu coşku ve acılar değil midir?
Bu demektir ki, Sezen Aksu’gillersiz bir ülkede birlik sağlanamaz.
O nedenledir ki, ülke yöneticileri kendilerine karşı da olsa Sezen Aksu’gillerin eylemlerine tahammül gösterirler, hoşgörülü davranırlar.
Bu hoşgörüleriyle kimileri geçmişinde parlak askeri başarılar bulunan Fransa Cumhurbaşkanı General de Gaulle gibi bir sözleriyle tarihe geçerler.
Kimileri de bir aktivist filozofun eylemini tereyağından kıl çeker gibi halleden İngiliz polis memuru gibi gelecekte adından söz ettirirler.
Döneminde Fransa’nın Cezayir politikasını eleştirmekle kalmayan ve aleyhte yapılan gösterilere de katılan Filozof Jane Paul Sartre’in bu eylemini kınayanlar ve tutuklanmasını isteyenler olmuştu.
Zamanın Fransa Cumhurbaşkanı General de Gaulle, Sartre’ın hapsini isteyenlere “Sartre Fransa’dır” çıkışıyla tarihe geçmiştir.
Benzer bir olaya Mina Urgan’ın Bir Dinazor’un Gezileri’nde rastlamıştım.
Konu bir polis memurunun oldukça naif ve akıl dolu bir davranışıyla ilgiliydi.
Soylu bir aileden gelen, Lord olduğu halde o unvanı kullanmaya asla tenezzül etmeyen ünlü matematikçi ve felsefeci Bertrand Russell da Lüther’e öykünmüştü.
(1521’de Martin Lüther, Wittenberg’deki kilisenin kapısına Theses yani Tezler adlı kitabını çivileyerek Roma Katolik Kilisesi’ne karşı cephe almış,Almanya’da Protestanlık akımını başlatmıştı.)
1960’lı yıllarda nükleer silahların yok edilmesini isteyen bir bildiriyi İngiltere Başbakanlarının ikametgâhı, Downing Street’teki 10 No’lu evin kapısına çivilemek istiyordu.
Bütün sokak, bu tarihsel olaya şahitlik yapmak isteyenlerle tıklım, tıklım doluydu. Herkes huşu içinde bekliyordu.
1872’de doğduğuna göre o tarihte bir hayli yaşlı olan Berrnard Russell, elinde bildiri, dört küçük çivi ve bir çekiçle, alkışlar arasında Başbakan’ın kapısına yavaş yavaş ilerledi.
Bildiriyi kapıya dayadı, eline bir çivi aldı, çekici kaldırdı, tam çakacağı sırada, bir polis memuru kalabalığı nezaketle yararak yanına geldi.
Ve “izninizle size yardım edeyim Lord Hazretleri” dedi. Cebinden yapıştırıcı küçük bir bant çıkardı; bildiriyi dakikasında yapıştırıverdi kapıya.
Bernard Russell,”kapıya zarar verirse versin, illaki çakacağım,” diyemezdi elbette ama fena halde bozulmuştu. Londra Polisi bir oyun oynamıştı ona.
Çünkü dramatik bir jest yapmasını engellemişler, o yapıştırıcı bandı kullanarak, eylemin bütün fiyakasını bozmuşlardı.(S.155-156)
Demek ki, polisin güç kullanmadan da üstelik şakayla karışık ünlülerin protesto eylemlerini önlemesinin başka yolları da olabiliyormuş.
Bizim ülkemize ise ne yazık ki, insanları yaralayan bir dil hâkim, sosyal medya yoluyla işlerine gelmeyen sanatçıya, yazara ya da bilim insanına itibar suikastları düzenleniyor.
Oysa birleştirici özelliği olan Sezen Aksu’gillerin sayısı bir toplumda ne kadar çoksa toplumu oluşturan insanlar da o derece mutlu ve huzurludur.
O pencereden de bakıldığında Jane Paul Sartre örmeği gelinen noktada oldukça anlamlı ve önemlidir.