Modern yaşamın insana birçok rol yükleyen kalabalık bir tiyatro oyunu gibi olduğunu belirten Hisar Intercontinental Hospital Psikiyatri Uzmanı Dr. Bilal Ersoy, “Evde, işte, sosyal hayatta, eşimizle, çocuklarımızla, ailemizle, arkadaşlarımızla farklı sahnelerde farklı rollere bürünürüz. Tüm bunları her şey yolunda giderken bile bir arada yürütmek karmaşık ve zordur. İşler ters gidince rolleri sürdürmek daha da zorlaşır. Kimi mızmızlanıp oyunu bırakır, kimi de her şeye rağmen oyuna devam etmeye çalışır” diyor.

Depresyonun iki temel belirtisinin depresif duygudurum (mutsuzluk, çökkünlük, neşesizlik) ve yaşamdan keyif alamamak olduğunun altını çizen Ersoy, maskeli depresyon ve başa çıkma yöntemleri hakkınoda şunları söylüyor: “Bunlara uyku-iştah değişiklikleri, yorgunluk, bezginlik veya huzursuzluk eşlik edebilir. Depresyonu olanlarda karamsarlık, kararsızlık, suçluluk ve değersizlik hisleri de bulunabilir. Hekimlerin depresyonda en çok çekindikleri bulgu ise intihar düşüncesidir. Çünkü kabaca intihar edenlerin üçte ikisi depresyonda olanlardır. Bu bulguların derinliği depresyonun şiddetini belirler. Depresyon şiddetine göre hafif, orta, ağır şiddette depresyon olarak sınıflandırılabilir. Ağır depresyonlarda kişinin gerçekle bağı kopabilir. Depresyon, özellikle tedavi edilmediğinde tekrarlama eğilimindedir. Bazen kronik bir hal alabilir, bazen de düşük şiddette depresyon kişinin mizacına yapışabilir. Depresyonda olanlar, çökkün görünürler. Yüzlerinde üzgün veya yorgun bir ifade olur. Kendilerine bakımları ve özenleri azalır. Üzerlerindeki görevleri, sorumlulukları yapmakta zorlanırlar. Depresyon sadece yüz ifadesinden bile anlaşılabilir. Sosyal çevrede kişideki değişiklik kolaylıkla sezilir. “Hasta” olmayı “güçsüzlük” gibi görenlerde ise maskeli depresyon denilen, gizli tablo ile karşılaşılır.

MASKELİ DEPRESYONUN FARKLILIKLARINI GÖZ ARDI ETMEYİN! 
Maskeli depresyon, kişinin hastalığı inkâr ettiği, depresyonun duygusal belirtilerinden çok bedensel belirtilerinin eşlik ettiği bir tablodur. Yorgunluk, uyku-iştah değişiklikleri, beden işlevlerinde bozukluklar, müphem ağrılar sık görülür. Çünkü duygular ifade edilmediğinde bedenselleşme eğilimindedir. Hastalık algısı kişiden kişiye değişir. Yaşam boyu “güçlü” olma rolünü üstlenmiş, yardım almaktan çok yardım etmiş kişiler hastalığı “zayıflık”, “acizlik”, “yetersizlik”, “güçsüzlük” olarak algılayabilirler. Güçlü ve neşeli olma zorunluluğu nedeniyle, depresyonda olsalar dahi maskeyle dolaşmayı, çevrelerinde oluşturdukları algıyı bozmamayı isterler. Yaşamdaki sıkıntılara göğüs gerip ayakta kalmayı amaç edinmişlerdir. Depresyonda olduklarını inkâr ederler. Bu nedenle bedensel yakınmalarla başka branşlara başvururlar. Psikiyatriste gitmeyi reddeder veya küçümserler. Es kaza ruhsal yardım alırlarsa yakınları şaşkınlığa uğrar. Oysa hepimizin güçlü ve zayıf yönleri vardır. Hepimiz zaman zaman yardım almak zorunda kalabiliriz. Bazen “güçlü” olmak, öyle görünmeye çalışmak kendimizi ihmal etmemize, yardım alamamamıza neden olabilir. Zayıf yönlerimizle yüzleşmek, yardım alabilmek ruhsal olgunluğun bir göstergesidir. Tedavide hastalarımız bu yönlerini kabullenip, altında ezildikleri yüklerden kurtulup, rollerini kendileri belirlemeye başladıklarında iyileşmeye başlarlar. Tüm-güçlü olmak tıpkı maskeli olmak gibi bir yanılsamadır. İnsanları zayıf yönleri birbirine yakınlaştırır, ötesi kişi kendi zayıf yanlarıyla barıştıkça kendine yakınlaşır.”