Merhaba dostlar,

Şu gök kubbenin altında bu güne kadar söylenmemiş, yazılmamış, resmedilmemiş ne bir düşünce, ne bir duygu, ne bir nağme kalmıştır, der büyükler.

İşte bunlardan, daha önce söylenenlerden bir söz var ki, benim en çok sevdiğim sözlerdendir. Ulu ozanlarımızdan Fuzuli’nin bir sözüdür bu.

Der ki Fuzuli:

“Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil”

Bu söz var ya, bu söz...

Aman Allahım!... Nasıl bir ikilemdir...

Nasıl bir çelişkidir...

Toplumun aydınlatılmasına dair, nasıl bir ümit ile ümitsizlik arasında gidip gelmedir bu...

Nasıl bir yutkunma...

Nasıl bir daralma...

Nasıl bir bardaktan boşanırcasına yağmadır ki...

 

Belki bu yüzdendir, bu sözün tesirindendir, sadece bir masal söylemek geldi içimden bu hafta.

Bir masal...

Lütfen buyrun!...

 

Evvel zaman içinde,
Bir hoş mekân içinde,
Cümle tablolar içinde…
Tabloların en güzeli, en canlısı, en ışıltılısı, en anlamlısı olan bir resim tablosu varmış.
Bakan bir daha bakarmış o resme. Zorlayıp gözünü çevirse aklını, aklını çevirse ruhunu ondan alamazmış.
Akıl o tabloda kendini sorgular, ruh o tabloda var olur, o tabloda can bulurmuş ten.
Ayın, güneşin ve yıldızların, milyonlarca yıllık döngüsü o tablo var olduğunca anlam kazanırmış.

Nice mevsimler nice iklimler geçmiş böyle.

Zaman dediğiniz çok şeyin ilacı olduğu gibi, her varlığın, hele de güzel olanın acımasız değirmeniymiş meğer…


İşte bu zaman değirmenine, nice fırtınalar, nice boranlar, nice depremler…
Nice gafletler, nice ihanetler ve nice kem gözler de uç uca eklenince;
O güzelim tablo önce yavaş yavaş solmuş, sonra parça parça yırtılmış ve yanmış yakılmış, tarumar olmuş…
Ne gariptir ki, bu perişanlığı görmesi gerekenler hiç görmemiş. Yahut görüp de görmemezlikten gelmişler.

Gel zaman, git zaman…
Neredeyse dünya duracak, neredeyse tıpır tıpır düşecekken yıldızlar,
Akıl ve kalp gözü görenlerden bir ressam çıkıp gelmiş, başı dumanlı dağların bozulmamış zamanların ardından…
Ben demiş, çizerim bu tabloyu yeniden… Yeni baştan boyarım gökkuşağının ve cümle renk verenlerin rengine…
Siz dert etmeyin, önce kendinize inanın, sonra bana güvenin,
demiş.
Demiş demesine de, ne bir kırık fırça varmış elde, ne bir damla boya…


Yılmayın sakın, fırçamız yok ise, yok mudur omzumuz üstünde başımız. Gök ekin yolar gibi hadi herkes gücü yettiğince ve başında olduğunca bir fırçalık saç yolsun.
Sonra boya diyorsunuz…
Boya dediğiniz, her hangi bir kaba sığan birkaç damla su değildir ki.
Yok mudur bizim güneşimiz, süzelim sarısından…
Yok mudur göğümüz, sağalım mavisinden…
Yok mudur çimenimiz, damıtalım yeşilinden…
Ve yok mudur damarlarımızda şimdi usul usul, sonra fışkıracak kan…
Yok mudur renkleri yüz bin tona ayıran duygumuz, sevgimiz, aşkımız…


Oysa, o da etten kemikten bir ölümlü ressammış.
Lâkin mangal gibi yürek, Allah vergisi yetenek, berrak bir akıl ve sanatına karşı koşulsuz bir sevdası varmış.

Böylece düşmüş önüne halkın.
Elinde fırçası ve envai çeşit boyası, eskisinden daha muhteşem, eskisinden daha renkli, eskisinden daha göz alıcı öyle bir resim tablosu yapmış ki o cefâkâr halkı ile birlikte…


Ve demiş,
Sakın hep böyle kalmasın bu benden sonra… Sürekli geliştirin, solan boyaları canlandırın, ama özünü de mutlaka koruyun.
Bu tablonun özü birlik,
Özü sevgi,
Özü hoş görü,
Özü akıl,
Özü adalet,
Özü cesaret,
Özü eşitlik,
Özü fedakârlık,
Özü doğruluktur.

Ve en son demiş ki;
Benden sonra ressamların en iyisini seçin. Sakın bu babasının oğlu diye birilerini getirmeyin başınıza. Ortak akıl ve ortak duygu ile bütün renklerin ayrı ayrı güzelliğinde, ahenginde birleşin.


Seçmişler…
Seçmişler…
Fakat seçilenler;
Kimi elinden geldiğince, kimi gücü yettiğince, kimi yalan kimi dürüstçe, anca ufak ufak dokunmuşlar o muhteşem resme. Ve yıllar yılı bir arpa boyu anca ilerletebilmişler.

Nice mevsimler, nice iklimler geçmiş böyle.
Sonra bir gün,
Ne olduysa olmuş,
Belki öncekilerin yeteneksizlikleri, tembellikleri ve beceriksizliklerinden…
Ve belki de renkler arasında uygulanan eşitsizlikler ve adaletsizliklerden bıkmış olmanın verdiği çaresizlik ile;
Ressam değil bir resimci seçivermişler.
Ne olduysa bundan sonra olmuş zaten…

(sürecek)

 

Sağlıcakla…