Alanında dünyanın en büyük organizasyonu olan Avrupa Alerji ve Klinik İmmünoloji Akademisi’nin (EAACI) 30. yıllık kongresi, geçtiğimiz günlerde İstanbul’da gerçekleştirildi. Kongrede göçmenlerle alerjik hastalıklar arasındaki ilişki konularında yaptığı araştırmalar ve gerçekleştirdiği sunumla dikkat çeken Berlin Charite Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Paolo Matricardi, Batı ülkelerindeki çocukların, göçmen çocuklara göre alerjiye daha fazla maruz kaldıklarını gözlemlediklerini; ancak bunun nedenini henüz tamolarak çözemediklerini söyledi.

KIRSAL YAŞAM TARZI

Göçmenlerin büyük kısmı genellikle kırsal kesimlerden geldiği için, bu tip ailelerin daha geleneksel bir yaşam tarzı oluyor. Bu durum, göçmen çocukların maruz kaldıkları alerjenlerin şehirli çocuklara göre farklılıklar göstermesine ve onlardaki alerjilerin şehirli çocuklara göre daha az görülmesine neden oluyor. Araştırmalara göre bunun önemli nedenlerinden biri, göçmen çocukların, kırsal kesimde daha çok alerjenemaruz kalmaları, bir başka deyişle daha çok toz toprağa alışık olmaları.

GÖÇMENLERDE UYUM

Prof. Dr. Paolo Matricardi, görev yaptığı üniversitede birmeslektaşıyla göçmenler üzerinde yaptığı çalışmalar sonucunda, göçmen bir ailenin içine girdiği yeni kültüre olan adaptasyonu (uyumu) ne kadar yükselirse, alerji riskinin de o oranda yüksek olduğunu gördüklerini söyledi. Bunun “Aileler alerjilerden kaçınmak için içinde bulundukları kültüre entegre olmasın” şeklinde birmesaj olarak algılanmaması gerektiğini belirten Prof. Matricardi, 1991- 92 yıllarında Almanya’da doğan göçmenler arasında başlattıkları bir çalışmaya dikkat çekti.Matricardi, araştırmada ailelerde ne kadar az Almanca konuşulursa o kadar az alerji görüldüğünü tespit ettiklerini belirtti. Ailede Almanca konuşulması, yeme-içme alışkanlıklarındameydana gelen değişikliklikler ve Türkiye’deki akrabalarla iletişimin azalıp yok olması ise alerjinin artış göstermesinde rol oynayan önemli göstergeler olarak kabul ediliyor.

REFAH SEVİYESİ YÜKSELDİKÇE ALERJİ ARTIYOR

ORTA gelir seviyesindeki ülkelerde diyabet, alerji vb. bulaşıcı olmayan hastalıklarda, refah seviyesi yükseldikçe büyük bir artış görülüyor. Bu durum, ülkelerin sağlık sistemlerinin harcamalarının ciddi oranda artmasına neden oluyor. Ancak bu durumdaki ülkelerin daha önce bu sorunları yaşamış Batı ülkelerinin tecrübelerinden yararlanarak yaptıkları hatalardan dönebilmek gibi bir avantajları bulunuyor. Burada önemli olanın, hasta-doktor ilişkisinin ilerlemesi ve halkın bilincinin artırılarak mücadele edilmesi olduğu belirtiliyor. Yüksek gelirli ülkelerde astım ve alerjik rinit gibi hastalıklarda çok fazla artış beklemediklerini söyleyen Dr. Matricardi, gıda alerjilerinde bir artış beklediklerini söylüyor. Türkiye’nin de dahil olduğu orta gelirli ülkelerde ise gıda ve solunum yolu alerjilerinde artış bekleniyor. Türkiye’de ilk artması beklenen alerji türü solunum yolu alerjileri olsa da daha sonraki aşamada gıda alerjileri ile atopik dermatit artışı olacağına kesin gözüyle bakılıyor

GÖÇMEN ÇOCUKLARDA 'HİJYEN HİPOTEZİ'

“HİJYEN hipotezi” adı verilen hipotezde, büyükbaba ve büyükannelerden gelen mikropların yararlarına dikkat çekiliyor. Ailelerinin göçtüğü ülkelerde kalan çocuklar, büyükanne ve büyükbabalarıyla temas kuramadıkları için, bağırsak floralarında bulunan ve alerjilere karşı onları koruyan bakterileri alma şansları bulunmuyor. Bu durum alerjilerin artması için bir neden olabiliyor. Almanya’da alerjilerden en fazla korunan çocukların, özellikle geleneksel çiftliklerde yaşayıp buradaki hayvanlarla temas halinde olanlar olduğu belirtiliyor. Bunun nedeninin bu hayvanlardan çocuklara geçen yararlı bakteriler olduğuna dikkat çekiliyor. Aynı şey büyükanne ve büyükbabalarıyla yaşayan çocuklar için de geçerli oluyor. Bu konu üzerindeki çalışmalarını sürdürdüklerini söyleyen Matricardi, Almanya’da yaşayan Türklerin, yeni doğan bebeklerini Türkiye’deki köylerine götürmeleri halinde, bu bebeklerin beslenme şekilleri ve farklı bakterilere maruz kalmaları sayesinde bağışıklık sistemlerinin eğitilebileceğini ve daha dirençli kalmalarının sağlanabileceğini söylüyor. Ellerinde bu konuyla ilgili önemli veriler olduğunu, bunların analizini yapma aşamasında bulunduklarını ve 6 ay içinde bu hipotezin doğru olup olmadığını söyleyebilecek noktaya gelebileceklerini belirten Matricardi, sonuçların yaptıkları çalışmaları destekleyecek şekilde çıkacağına inanıyor.

CEYDA ERENOĞLU- GAZETE HABERTURK