Türkiye’de sonuna gelindiği iddia edilen askeri vesayetin yerine polis vesayeti mi ikame ediliyor? Polis ‘cemaat’in eline mi geçti? Daha büyük bir soru: “Ülkeyi cemaat mi yönetiyor?”

Tüm bu soruları polis teşkilatında bir ‘efsane’ olarak görülen ve üstelik İçişleri Bakanlığı da yapmış bir isme, Sadettin Tantan’a sordum... İstanbul Fatih’teki Güreş İhtisas Kulübü’nde buluşuyoruz. Güreş Federasyonu Başkanlığı da yapmış olan Tantan, 70’inde dahi minderi terketmiş değil. Mülakatımız biter bitmez mayosunu giyip antrenmana gitti.
Özellikle sağ cenahta şahsına gösterilen teveccüh, başında bulunduğu Yurt Partisi’ne henüz gösterilmemiş olsa da Tantan, siyaset minderini de terketmiş değil. Türkiye’ye dair bazı tahlilleri solun bazı çevreleriyle de paralellik arzediyor. Bütün musibetlerin arkasında Amerika’yı görüyor.

‘Esas tehlike yozlaşmadır’
“Peyami Safa’nın ‘Fatih-Harbiye’ olarak tanımladığı ‘iki Türkiye’nin bugün ‘Fatih’ bölümünü mü yaşıyoruz? Açıkçası, Türkiye’yi Fatih mi yönetiyor?” Söze “Hayır” diyerek başlıyor Tantan ancak, yine de cemaat-siyaset ilişkisinin kaçınılmaz olduğunu kaydediyor: “Türkiye’de kurulu tüm örgütlenme modellerinde insan kaynağını orada tutabilmek için bir menfaat altyapısı oluşturulur. Hem geçim anlamında hem siyaseten bir yere gelmek için. Hem ideolojik hem de dini açıdan örgütlenme modellerine bakıldığında bu kuruluşların tesadüfi kurulmadığı gelecek yıllar açısından da Türkiye’yi kontrol etmek isteyen güçlerin de burada elleri kolları olduğunu görüyorsunuz. Geçmişte kültürümüzde var olan alimler hiçbir zaman cemaatleşmemişlerdir. Cemati kabul etmimşler. Bu son yıllarda ortaya çıkan şekilsel bir olgudur. Bazılarında hem siyasi hem ekonomik çıkar var. Onu kullanan güce hizmet ve tabilik de var. Oysa İslam tabiliği kabul etmez.”

‘Sadettin Tantan imgesi’nin en önemli çağrışımlarından biri ‘amansız yolsuzluk avcısı’! Ona göre memlekette büyük bir yolsuzluk ve yozlaşma sorunu var: “İktidarın adı muhafazakar ama eylem açısından baktığında inanç değerleri tamamen yerlerde sürünüyor. Madde tamamen gözleri bağlamış. Yozlaşmanın Müslüman kimliğini kullanarak gelenlerin iktidarlarında kabul görmesi toplumun bütün değerleriyle çökmesini de beraberinde getiriyor. Bugün Türkiye’de en büyük tehlike Irak mı, İran mı yoksa PKK mı? Bunların hiçbiri tehlike değil. En büyük tehdit yolsuzluk ekonomisinden kaynaklı yozlaşmadır. Radikal gazetesi siliüetten bahsediyor. Kamu vicdanı sarsılıyor. Peki iktidar niye yıkmıyor? Ruhsat veren sensin. İstanbul’u niye beton yığınına çevirdin. Bir kültürü yok ediyor, inanç değerlerini yıkıyor. Esas tehlike bu.” Ama sandık...” dememe de mahal vermiyor: “Yüzde 50 de yozlaşmanın yansıması. Yukarıdan aşağı gelince yozlaşma, herkesi değerlerlerinden uzaklaştırıyor ve birey hakkını sahiplenemez hale geliyor.” “Bunları sol partiler de söylüyor” deyince itiraz ediyor: “Onlar sadece konuşuyor.”

‘Cemaatin emrinde değil’
Tantan, toptan bir şekilde sol, milliyetçi ve İslamcı bütün hareketlerin kaynağının Batı görüyor. “Ee biz niye hâlâ çökmedik” dediğim ise çok net: “Biz çökmüş vaziyetteyiz. Ayakta mıyız?” “Askeri vesayeti yıkmış, ileri demokrasiden söz eden bir ülkeyiz ama bugün…” hatırlatması yapınca da karşı çıkıyor: “Vesayeti hiç bir zaman yıkamadık. Kendi kendimizi kandırıyoruz. Yıllardır Pentagon vesayeti altında zihinleri teslim alınmış bir toplumun bireyleriyiz.”

“Eski bir polis ve İçişleri Bakanı olarak polisin cemaatin kontrolüne geçtiği iddialarına ne diyorsunuz?”

“Polis teşkilatı çok güçlü bir teşkilattır. Öyle bir cemaatin emrine teslim edilecek kadar ufak bir teşkilat değil. Cemaatin o kadar büyük gücü olduğunu da zannetmiyorum. Cemaat, kamuoyunda yaratılmış büyük bir psikolojik şey. Her şeye hakim mesajı verilmek isteniyor. Ekonomiden siyasete; hatta yargıya kadar sızmış bir algı yaratılmış. Bu çok tehlikeli. Bugün gerek kolluk teşkilatı, gerek istihbarat, gerek adliye ve diğer teşikilatların cemaatin kontrolüne girdiği şeklinde bir algı yaratılmak isteniyor. O zaman iki tip devlet var. İran’daki gibi bir molla, bir resmi devlet. Bu çok tehlikeli bir durumdur. Bunu ortadan kaldıracak yer Parlamento’dur ama maalesef görevini yapmıyor. Böyle bir algı varsa ortadan kaldırmanız gerekiyor. Yoksa gelecekte yargılanırsınız. Devletin yapması gereken hizmetleri bir cemaatin emrine terk ederseniz suç işlemiş olursunuz.”
“Vesayet tartışmasında askerin yerini polis mi alıyor?” Tantan buna katılmıyor: “Türkiye polis vesayetine girilmiş değil. 2005’te yürürlüğe giren düzenlemeyle araştırma ve iddia makamı Cumhuriyet Savcısı’dır. Ama bugünkü Cumhuriyet Savcısı müessesi hem sayısal, hem nitelik anlamında bu görevi yapma niteliğine sahip değil.”


‘Hayata Dönüş acımasız bir operasyon değildi’
19 Aralık 2000’de 20 cezaevine yapılan ve adına ‘Hayata Dönüş’ denilen ancak 32 kişinin öldüğü, yüzlercesinin de yaralandığı operasyonda öldürücü dozda kimyasal silahların kullanıldığını hatırlattıktan sonra, dönemin İçişleri Bakanı olması hasebiyle Sadettin Tantan’a, “Acımasız bir operasyon değil miydi?” diye soruyorum. Tantan ise “Değil” diyerek planın mükemmelliğini (!) savunuyor: “Hayata Dönüş operasyonu acımasız bir müdahale değildi. Mahkumları yakanlar örgüt elemanları. Çok güzel hazırlanmış bir projeydi. Bütün cezaevlerinin krokileri çıkartılış ve jandarma üç ay eğitim almıştı. Zaaiyat olmasın diye çok güzel bir çalışma yürütüldü. Son saniyeye kadar da müdahale edilmedi. Diğer mahkumlardan en ufak bir şey yok ama ölenlerin tamamı örgütten. Sıkıntı yurtdışındaki lider kadronun buradaki insanları kullanması. Operasyonları yapan Adalet Bakanlığı. Başlarında da savcı vardı. Jandarma da onun emrine göre hareket eder. Kullandığı hiçbir şey yok. Yakan kendileri. Bugünden bakınca son derece güzel bir proje her şeyiyle.”

‘Dink’in faili hükümettir’
Malum Hrant Dink cinayetinde örgüt bulunamadı! Sadettin Tantan da kamuoyu ile aynı görüşü paylaşıyor. Yani ona göre Dink cinayeti bir örgüt işi. Tantan, hükümeti de ağır eleştiriyor: “Dink cinayetinin esas faili hükümettir. Çünkü ortaya çıkarması gereken hükümetin kendisidir. Valisi bile ‘Haberim yok’ diyor. Çoğu görevlilerinin soruşturulmasını engelleyen Başbakan, öyle değil mi? Engelleyenler belli. Kullanılan çocuklar var. Türk gençleri nereden gelecek Dink’i öldürecek? Birileri tabiî ki bunu tahrik ediyor. Kimin tahrik ettiği belli değil.”x

‘Alınteri sermayesi gasp ediliyor’
Sermayedeki kirlenme siyaseti de kirletiyor. İşin özüne bakarsanız siyasi partiler sadece “Ben daha iyi taşeronluk yaparım” diyorlar. Hiçbirinin birbirinden farkı yok. Oysa sermaye kimlikli olsa otomatik olarak halk iktidara gelir. Ulusal sermaye ile küresel sermaye arasında kavga var. Türkiye’de alınteri sermayesi sürekli gasp ediliyor. Sermaye birikiminiz yok. Tamam kaplansın ama içi boş kaplansın.


"Polis dinlesin ne olacak? Dinleneyim, önemli değil. Uydudan dinleniyoruz zaten . Gelişmiş ülkeler zaten dinliyor. Bizde sorun bu işin hukuki altyapısının oluşturulmamış olmasıdır."

"Ben mi Cüneyt Arkın’dan etkilenmişim yoksa onlar mı benden? Onlar bizden etkinlenmiş olmasın! Çevirdiği filmlerin yapım tarihine bakarsanız kimin kimden etkilendiğini anlayabilirsiniz..."

"Elde silah operasyonlara katılırken görüntü yapmıyorduk. Tetiğe bastık mı? Geçmiş günleri karıştırma. Öyle günlerdi, sen onu geç. Adam öldürmek için gitmiyorsun. O anlar olmuştur, gelip geçmiştir."
radikal