Sedat Peker'in açıklama ve itirafları gündemdeki yerini koruyor.

Yeni videolar çekip yayınlayacak mı bilmiyoruz.

Anlattıkları ve sosyal mecralardan yaptığı kısa açıklamalarını dikkate alırsak geri adım atmayacağını söyleyebiliriz.

Ne yapacağını ise kendisi biliyor.

Bizler, iddiaları ve sonrasında olanları dikkatle takip ediyor ve konuşuyoruz. Sedat Peker gündemi sarsmaya devam ediyor, iddiaları kahvede, sokakta, çarşıda, sosyal hayata dair her alanda konuşuluyor.

Buna rağmen iktidar kanadı suskun.

İddialarda adı geçen gazetecilerle çalıştıkları kurumlar yollarını ayırıyor.

Üyesi bulundukları meslek örgütü, Gazeteciler Cemiyeti de üyeliklerini sonlandırıyor.

Özel ve tüzel kurumlar iddiaları ciddiye alırken, ciddiye alması gereken, görev tanımları içinde suç iddialarını araştırmak ve soruşturmak olan Cumhuriyet savcıları ve en başta Adalet Bakanı hiçbir şey yokmuş gibi sessizliğini koruyor.

İddiaların odağında İçişleri Bakanı, eski Başbakanlardan Binali Yıldırım'ın oğlu, iktidar partisine mensup eski milletvekili ve halen MKYK üyesi, kamuya ait bankaların Doğan Holdinge verdiği krediler var ama bunlarla ilgili kamuoyunu tatmin eden açıklamalar iktidar tarafından yapılmıyor.

Milletin bilgilenme talebi önemsenmiyor, iktidar suskunluğunu sürdürüyor.

Bu suskunluk hiç hayra alamet değil.

Daha önce de yazdım, bu fırtına susarak geçiştirilemez.

Milletin homurtularını, huzursuzluklarını duymayanlar, Gazeteciler Cemiyeti, Habertürk gazetesi kadar ciddiye almayanların bu tutumu unutulmayacaktır.

Bu sessizlik; Ayasofya'nın ibadete açılması, orada hafızlık töreni yapılması…

Hz. Ömer edebiyatı, Taksime cami yapmakla…

Gelir adaletsizliğini örtmek isteyen rövanşist politikalarla…

Dış politikada kaybedilen itibarın müsebbibi olarak “iç düşman olarak görülen muhalefete” yüklemekle...

Belli şirketlerin korunması, ülke kaynaklarının 'talan' edilmesini 'Dış düşmanlara' bağlamakla açıklanamaz.

Başarısızlıklar, devlet yönetiminde yapılan liyakatsiz atamalar ve politik öncelikler sebebiyle vuku bulmaktadır.

Toplum ileri sürülen gerekçeleri ciddi bulmamakta, en azından ciddiye almamaktadır.

İşte tam da bu sebeple Sedat Peker iktidarın güç kaybetmesinden cesaret alarak iddialarını ve itiraflarını sürdürmektedir.

İktidarın kaybetme ihtimali güçlü olmasaydı Peker iddialarını dillendirmeye cesaret edemezdi.

Hatırlamakta fayda var!

İktidar görev sürecini; Çıraklık, Kalfalık ve Ustalık dönemi olarak tanımlamıştı.

İktidar, çıraklık döneminde kuruluş ilkelerine uygun şekilde çalışmış, toplumsal kesimlerin rızasını gözeten politikalar izlemişti.

Bu dönem en başarılı dönemleri idi.

Sonra Kalfalık dönemine geçildi.

İlk dönem başarılarını esas alan toplum iktidara daha fazla destek verdi.

2010 yılına kadar işler güzel gitti.

O yıl yapılan referandumda “Yetmez ama Evet!” diyenlerin desteğiyle bir takım anayasal değişimler yapıldı ama yapılanlar en başta “Yetmez ama evet!” diyenleri tedirgin etti.

İktidar yedeğine aldığı, o zamanların “Hizmet Hareketi” şimdilerin FETÖ’süyle işbirliğine girip önce Silahlı Kuvvetler içinde “darbeci” unsurları temizlemeye yönelik operasyonlara, sonra da yargı içinde temizliğe girişti.

Bütün bunlar millete “Vesayet odaklarından kurtulmak, Milli İradeyi egemen kılmak” olarak açıklandı.

2011 seçimleriyle ustalık dönemi vaadi yapıldı ama her dönem geçmişi aratıyor, toplumsal kesimler arasında huzursuzluk artıyordu.

Daha müreffeh ülke ve İleri Demokrasi, Hukuk devleti için destekleyenler yavaş yavaş iktidarla aralarına mesafe koyuyor, iktidardan umutlarını kesiyorlardı.

Zaman bu insanları haklı çıkardı.

Ülkede yaşanan her demokrasi talebi “terör ve darbecilikle” suçlanmış; ülkede yaşanan yolsuzluk iddialarını konuşmak yerine, yargı ve meclis devre dışı bırakılıyor, iddia sahipleri Fetöcü, Darbeci, PKK yandaşlığı ile itham ediliyor, otoriter düzen kurmak için adım adım yol alınıyor.

Bütün otoriter rejimler gibi “Toplumsal kutuplaşma” besleniyor, bunun için sosyolojik farklılıklar susturuluyor, yerlilik ve Millilik gerekçesiyle toplum tek tipleştirilmek isteniyor.

Bu kutuplaşma ve devlet aygıtına sahip olmanın verdiği rahatlık ve güvenle bir suç örgütü lideri tarafından ortalığa saçılan iddialar karşısında susarak geçiştirileceğine inanılıyor.

Aslında, ustalık döneminden kasıt; devleti istedikleri şekle vermek imiş.

Bunu anladık ama biraz geç oldu.

İnşallah geç kalmanın maliyeti ağır olmaz.

2023 sonrası temiz, adil ve cesur siyasetle ülkemiz tanışır.

Kayıpla geçen son yılların telafisi, çok kısa zamanda mümkün olur.

Artık yazının başlığında yaptığımız tespite bağlı olarak bütün toplumsal kesimler, iktidarın değişeceğini görmeli, demokratik mücadeleye katılmalı ve muhalefete omuz vermelidir.

Ülke bizimdir ve içine düştüğümüz olumsuzlukları bertaraf etmek bizim çabamızla mümkün olacak.

Hafta içinde İzmir HDP il başkanlığına yapılan saldırı ve orada çalışan bayanın öldürülmesi uyanık ve kararlı olmamız gerektiğini bizlere hatırlatmaktadır.

Umarım, siyasetin kriminalize edilmesinin doğuracağı tehlike anlaşılmıştır.

Artık temiz ve adil siyaset için cesur olma ve inisiyatif alma zamanıdır.

Bu ülke hepimizin, sorumluluk sadece siyasetçilere ait değildir.

Yine umarım 'bu günler en kötü günlerimizdir.'