Merhaba dostlar.

Uzun bir aradan sonra gönlümün en serin duygularıyla merhaba.

Serin diyorum, çünkü biz insanlara ne soğuk yaranır, ne sıcak. Yaz geldi mi kışı, kış geldi mi de yaz aylarının o sıcak havalarını aramaz mıyız? Ama hoş bir serinliğe ise hiçbirimizin itirazı olmaz ya, işte ondan.

Konumuza gelecek olursak, oldukça “kaynar” bir konu. Havamız, suyumuz ve toprağımızla birlikte, bu günümüzü ve yarınımızı yakan ve daha da yakacak olan, yerin 2000-2500 metre derinliklerinden fokur fokur kaynayıp gelen bir konu.

23 Temmuz 2019 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan, Aydın’da 7 jeotermal işletme, 64 jeotermal kaynak arama ve 39 mineralli su ruhsatı ihalesi kararını duymayanınız kalmamıştır. Günlerdir yerel ve ulusal basında bu konuyla ilgili haberler var. Aydın ve yöresinde, Aydın Barosu, GERÇED ve AYÇEP  başta olmak üzere, sivil toplum kuruluşları, halkın da katılımı ve desteği ile bu kararı protesto ediyorlar.

2007 yılından beri Aydın şehrinin %80-85’inin jeotermal sahası olarak tescillendiği yazılıp söyleniyor. Son ihale kararları da bunu doğrular nitelikte. Yani sizin anlayacağınız meskûn mahaller hariç, toprakların büyük bir çoğunluğu jeotermal sahası olarak belirlenmiş gibi.  Aydın’ın meskûn mahalleri hariç dedim, ama bazı yerlerde açılan kuyular, sokaklara ve evlere 100-150 metre yakınlıkta bulunuyor. Sadece benim görüp bildiğim Germencik ilçemizin Yeni Mahalle ve Park Mahalleleri’nde olduğu gibi. Yani kimyasal içerikli o buhar, orada oturan vatandaşlarımızın evlerine, kapıdan pencereden arsızca girmektedir. Ötesini siz düşünün artık.

Bu arada, şunun da altını çizmeden geçmeyeyim. Burada, doğrudan bir önyargıyla “Jeotermal Enerji Santrali” olgusuna bir itiraz, bir karşı oluş yok. Enerjiye mutlaka ihtiyacımız var. Hatta ülkelerin gelişmişlik ölçülerinden biri de, ne kadar enerji üretip ne kadar tükettiği ile ilgilidir. Buna âmenna.

Fakat o santral, öncelikle doğru yere mi kurulmuş?

Doğru eller tarafından, doğru mu işletiliyor?

İnsan, çevre ve diğer canlıların sağlığına ne kadar uyumlu?

Denetim ve yaptırım mekanizması ne kadar işliyor?

Santrallerin bulunduğu il, ilçe, belde, tek tek değil de santrallerin hepsinin birden yükünü taşıyabilecek durumda mı? Yani, kümülatif bir hesaplama yapılmış mıdır?

İşte, bu karşı oluşta veya olmayışta, bu soruların cevapları önemlidir.

Aydın ve ilçelerinde nasıldır, derseniz; durum ortada. Oldukça vahim yani… Bir kere, birinci sınıf tarım arazilerine kuruldukları için baştan yanlışlar. Yani İncir, zeytin (Zeytin koruma kanununa rağmen) ve bereketli toprakların üzerlerine kuruldukları için kaybediyorlar. İlerde topraklarımızın %80-85’ini kapladıklarında ne yiyeceğiz, ne ekip ne dikeceğiz, hangi inciri, hangi zeytini toplayacağız bilmiyorum.

İnsanları, toprağı, havayı ve suyu nasıl kirlettikleri ve zehirledikleri hususuna hiç girmeyeyim. Bu zararları sağır sultan bile duydu.

Ama ne hikmetse -istisnalarını tenzih ederim-duyup da önlem alması gerekenler, halkın sağlığını, canını, malını ve geleceğini koruması gerekenler hiç duymadı. Ve hâlâ da duymuyorlar.

Şimdi, sormak istiyorum, bu nasıl bir burundur arkadaş, çürük yumurta kokusunu duymuyor?

Bu nasıl bir gözdür, toprağa, havaya ve suya karışan zararlı akışkanları görmüyor. Zeytin koruma kanununa rağmen kesilen zeytin ağaçlarını görmüyor?

Bu nasıl bir kulaktır, yıllardır bizzat zarar gören vatandaşlarımızın feryatlarını duymuyor?

Sonra, bu nasıl bir vicdandır ki halkın sağlığıyla göz göre göre oynanmasına razı olunuyor?

En vahimi de, görmedikleri, duymadıkları ve vicdanları da sızlamadıkları gibi bir de “yaygara” diyorlar ya… Yaygara…

Bilmiyorum. Sadece bilmiyorum.

Mahzuni Şerif’in “Nem Kaldı” türküsü düşüyor içime. Ezgisi yakıp geçerken yüreğimi,  sözleri kendiliğinden değişiyor.

Parsel parsel eylemişler Aydın’ı,

Zehir yüklü gökten gayrı, nem kaldı.

Koca şehri üç kuruşa kıymışlar,

Bin eyvahlı, yükten gayrı, nem kaldı.

 

Bu günlerimiz ve yarınlarımız için “Eyvah” dememek dileklerimle,

Sağlıcakla kalın.

 

 

Aydınpost ANDROID'de TIKLA YÜKLE!   Aydınpost APPSTORE'da TIKLA YÜKLE!