Halit Kanak'ın yazısı şöyle:

Türk denizcilerinin Endonezya faaliyetleri, Türk Cihân Devleti Osmanlı’nın, Açe Sultânlarının yardım çağrısı üzerine kurduğu devlet politikası gereği yaptığı seferlerle başlar. Açe Sultânlığı 1514 yılında kurulan, 1903 yılında sömürgeci Hollanda tarafından işgâle uğrayana kadar 35 hükümdarın yönettiği Müslüman bir devletti ve dünyanın en büyük altıncı adası olan Sumatra Adası’nın kuzeyinde yer alıyordu.

Açe’ye ilk gelen, Tayland’da uzun yıllar faaliyet göstermek suretiyle İslâm’ın yayılmasında büyük gayretleri olan Hayreddin Mehmet Reis olmuştu. Hayreddin Mehmet Reis 1538 yılında geldiği Açe’de Sultân Alâüddin Şâh’a damat olmuş, 600 Levent’iyle fırtınalar estirmişti. Gerek yerel küçük devletlere karşı, gerekse Portekizlilere karşı pek çok başarılı seferler yaptı. Açe Sultanlığı Türk yardımlarıyla bölgenin en güçlü devleti haline geldi.

1567 yılında yapılan Malaka seferinde Açe Sultânının yanında yine en güvendiği Türk Levent’leri vardı.

Bölgede Portekiz baskısı ağırlığını fazlasıyla hissettirmeye başladığı yıllarda Açe Sultân’ı Alâüddin Bey Kânûni Sultân Süleyman’a özel elçilerini göndererek yardım talebinde bulundu. Dünyanın yönetim merkezi İstanbul’a yardım için giden Açe Sultânlık elçilerini Kânûni Sultân Süleyman kabûl ederek detaylıca dinledi. Yetmedi, Lütfü Bey’i özel elçisi olarak Açe’ye gönderdi. Lütfü Bey beraberinde getirdiği bir düzine top ve 8 topçuyu teslim etmişti ki, Açe Sultân’ı Alâüddin Bey isteklerini sıraladı.

Sultân, yeteri kadar eğitmen topçu subayları, mühendisler ve biraz daha fazla silah istiyordu. Üstelik Türk Hâkânının elçisine söylediği şu sözler tarihe altın harflerle geçmişti. “Türk Hâkânı beni bir hükümdar olarak görmemeli, bilakis beni Türk Devletinin bir beylerbeyi, bir sancak beyi olarak görmelidir. Çünkü ben bundan böyle yüce padişahımızın kulları zümresinden olduğumu burada ilân ediyorum.” Böylece Osmanlı sınırları, kendisine bağlı devletlerle birlikte Güneydoğu Asya’ya Endonezya’ya dayanmış oluyordu.

Daha sonra İstanbul’a giden Açe Elçisi Hüseyin Bey, Kânûni Zigetvar Seferinde olduğu İçin İstanbul’da bekletilmiş, bu seferde vefât eden Kânûni’den sonra Türk Hâkânlığı tahtına oturan II. Selim Hân’la görüşerek dönmüştü.

Elçisinin İstanbul’dan getirdiği II. Selim Hân’a ait mektubu ayakta dinleyen Açe Sultân’ı, mektupta yazılan “Fermân-ı şerifim ne vechile sâdır olursa, mûcibiyle amel eyliyesiz. Ol diyârın ahvâl-u mâcerasın mufassal şerh ve atabe-i âlem penâhımız cânibine innâ olunmaktan hâli olunmaya” sözlerinden sonra fermânı öpüp başına koydu. Beklemeye başladı.

Sultân Selim Hân, Açe’ye yardımı geciktirmeye niyeti yoktu. Hemen Divân’a yeterli sayıda gemilerin hazırlanması talimatını verdi. Divân emri yerine getirmişti ki, Yemen’de Zeydi İmamı Topal Mutahhar’ın isyan çıkardığı haberi geldi. Böylece, Açe için hazırlanan 22 gemi Yemen’e asiler üzerine gönderildi. Bu fiili durum yardımın ulaşmasını iki yıl geciktirdi.

Yemen’deki isyan bastırıldıktan sonra Divân, Kurdoğlu Hızır Hayreddin Reis’i 22 parça gemiyle Açe’ye gönderdi. Kurdoğlu Hızır Hayreddin Reis; Rodos Fethinde üstün başarı gösteren Kurdoğlu Muslihittin Reis’in oğlu olup, ismini babasının yakın arkadaşı olan Hızır Hayreddin’e (Barbaros) benzesin diye adaş yapıldığı önemli denizcilerimizdendi.

Hızır Hayreddin Reis, direkt bağlı olduğu Divân’dan aldığı emir üzerine Âçe Sultânlığı üzerinde hüküm kurmak isteyen Portekiz Donanmasını bölgeden püskürtmek üzere Süveyşte bulunan üssünden yola çıktı.

Kızıldeniz’i en kuzeyden en güneye kadar geçerek Bâb’ül Mendeb boğazından Aden Körfezine, oradan doğuya doğru Umman Denizinden Hint Okyanusuna vardı, sonra güneydoğu istikametinden devamla Seylan’ın güneyinden ilerleyerek 9.000 km. sonra Sumatra Adasının kuzey ucunda bulunan Açe Sultanlığı sularına girdi.

Dönemin Sultânı Hüseyin Şâh’ın huzuruna çıktı. Divân-ı Hümayûn’un, Portekiz keferesi ve başka düşmanlara karşı kendisini görevlendirdiğini söyledi. Beraberinde getirdiği Türk Bayrağı ile toplar dâhil harp malzemelerini teslim etti. Sultân ve halk denizcilerimizi bağırlarına bastılar.

Açe’de evlenen Türk Levent’lerinin büyük bölümü burada kalarak önemli görevlerde bulundular. Bölge halkı özellikle bağlandıkları Türkiye’nin bayrağını baş tâcı ettiler, işgâle uğradıkları 1903 yılından sonra da unutmadılar.

2004 yılında Açe bölgesinde yaşanan depremden sonra oluşan tsunamide yıkılan şehirlerinde her evden bir Türk Bayrağı çıkması uluslararası yardım kuruluşlarını hayrete düşürdüğü gibi, yıkılan şehirlerde Türk mezarlığının ortaya çıkması da derin bağlarımızın ortaya çıkmasına vesile olmuştu..

Tsunami felaketi nedeniyle, bölgeye giden BBC muhabiri George Alagiah, ilk izlenimlerini şöyle anlatıyordu:

"Açe'ye indiğimde kendimi Türkiye'de sandım. Hayır, her yerde kebap dükkânları olduğu için değil. Belki inanamayacaksınız ama, herkesin Türk bayraklı şapka giymesinden dolayı böyle bir fikre kapıldım. Yolda gördüğüm bir genç Açeliye, neden şapkalarında Türk bayrağı olduğunu sorduğumda bana verdiği cevap, Türk bayrağı da bizimkiyle aynı.. Zaten, Türkler bizim atalarımız sayılır ve biz bayrağımızı 500 yıl önce onlardan almışız. Bundan dolayı, ne zaman bir maç olsa Türkiye Milli takım formasını giyiyor, evlerimize Türk Bayrağı asıyoruz. "Şaşırdım kaldım 'Tanrım bu Türkler nerede yok? dedim."

Evet Türkler dünyanın her yerinde olmaya devam edecekler.. Ancak sömürgeci bir millet olarak değil, mazlûm ve mağdur coğrafyalara umut olmak için ecdadının izinde varlığını sürdürecektir...

Kaynak: Yeni Akit